Gönderen Konu: "Aksu'ya oy verenlerin temsilcisiyim"  (Okunma sayısı 594 defa)

Çevrimdışı Hamza

  • Osc Kurucu
  • 1. SINIF ÜYE
  • ***
  • İleti: 161.428
  • Puan 13008
  • Cinsiyet: Bay
  • Dünyanın En Çok Mesaj Gönderen Üyesi :))
    • Profili Görüntüle
    • Hosting
"Aksu'ya oy verenlerin temsilcisiyim"
« : 16 Nisan 2010, 16:37:27 »
"Aksu'ya oy verenlerin temsilcisiyim"

--------------------------------------------------------------------------------
.. ..





BJK Divan Başkanı seçilen Yalçın Karadeniz, mazbata töreninde söylediği "Oyumu Murat Aksu’ya verdim" sözlerini, Yıldırım Demirören’in "Herkesin başkanı olacağım, artık birlik beraberlik zamanıdır" açıklaması üzerine söylediğini, Divan Başkanı olarak oyunun gizli olduğunu belirtti. .

Kör kuruşun hesabı genel bir deyimdir. Kör kuruşun hesabını sormak Beşiktaş Divan Başkanı’nın olduğu kadar her üyenin hakkıdır. O, bunun ifadesidir. Yoksa ben spesifik bir adres göstererek bir şey söylemedim. Şimdi kulübün resmi denetleme organları varken ben, asli görevim olmayan bir konuya müdahil olursam yerine geç derler. Ben zaten öyle bir yetki tecavüzünde bulunmam.

Seçimde oyunuzu gizli bir şekilde kullanırsınız. O anda oy atarken Allah ile sizin aranızda olan bir konudur. Ben çıkıp oyumu kimden yana kullandığımı söylemem. O söylediğim sözleri Sayın Demirören’in söylediği “Oyunu bana verenin de, vermeyenin de başkanıyım” sözleri üzerine Murat Aksu’ya oy verenlere temsilci olmak, onlara da sahip çıkmak için söyledim. Zaten başkanımız da bunu anladı.

Seçimden sonra kazanan tarafa kazandığını küçümsemediğimi, ancak kazanma nedenlerini gözden geçirmesi gerektiğini belirttim. Bu çok önemli bir mesajdır. Yani çok çalışıp kazandığını, bundan sonra mağrur olmaması gerektiğini, kazandığı yerin önemli bir yer olduğu ve çalışmayı bırakmaması gerektiğini belirttim. Diğer tarafa ise kazanması çok yüksek bir ihtimali olan bir seçime girdiğini, ancak bu ortamda kazanamıyorsa bunun sebepleri üstünde durması gerektiğini söyledim.

Beşiktaş'ta 2007-2010 dönemlerinde Divan Başkanlığı’nı yürüten ve geçtiğimiz Mart ayında yapılan seçimlerde ikinci kez Divan Başkanlığı’na seçilen Yalçın Karadeniz, 20 milyon taraftarı, 20 bin de üyesi olan bir kulübün divan başkanı olmanın çok önemli bir olay olduğunu, Divan Kurulu üyelerinin de teveccüh göstererek kendisini yeniden seçtiklerini dile getiriyor. Divan Yönetim Kurlu seçimlerinde İlyas Tunaoğlu ve Ali Rıza Dizdar dışındaki bazı isimlerin, alttan alta adaylık çalışması yaptıklarını ama gerekli desteği göremedikleri için çıkmaya cesaret edemediklerini söyleyen Karadeniz, Divan Kurulu üyelerinin istifade edeceği bir lokal açma çalışmalarının bu dönemde de süreceğini belirtiyor. Yıldırım Demirören başkanlığındaki yeni yönetim kurulundan oldukça umutlu görünen Divan Başkanı Yalçın Karadeniz, her iki seçim sürecinde yaşananları Serencebey’den Ergin Aslan’a anlattı.

Divan başkanlığındaki ilk döneminizde yapmak istediklerinizi yapabildiniz mi?
Düşünceyle tatbikat çok farklı olabiliyor. Yeni başlanan bir yerde insan çok şey gerçekleştirmenin vaadi içerisinde olabiliyor. Benim de o düşünce içerisinde söylediklerim oldu. Tabi başaramadıklarım da oldu. Bunların en başında geleni bizim Divan Kurulu’nun istifade edeceği sosyal lokal oldu. Orada başarılı olamadık. Başarılı olamadık derken o konuyla ilgili çalışmadım anlamı çıkmasın. Yani çalıştım ancak o devre içerisinde onu realize edemedim. Türkiye’deki bürokratik engeller, siyasi otoritelerin meselelere bakışı bizi orada biraz durağan kıldı. Ama konu yine takibim altında. Gerçekleştiremediğimiz ve bu dönem çalışmalarını yürüteceğimiz ilk konulardan birisi budur.

Seçim sürecinde yeniden devam etme fikriniz nasıl oluştu?
Divan başkanlığı, Beşiktaş’ın en yüksek danışma organıdır. Dolayısıyla 20 milyon taraftarı, 20 bin de üyesi olan bir kulübün divan başkanı olmak önemli bir olaydır. Oraya herkes talip olabilir. Kolayca bırakıp ‘Ben devam etmeyeyim’ gibi bir durum da olmadı. Dediğim gibi arzu edilmeyip de bırakılacak bir yer değil orası. Ben arzu ederek buraya girdim. Zaman zaman kamuoyu yoklaması için soran üyelere ‘3 sene yaptık, bundan sonra da gelen biri yapar’ dediğimiz zaman üyelerimin buna mani olmalarının ve ‘Aman Başkan, bırakmayın’ demelerinin de etkisi büyük oldu tabi. Seçim sürecinde çeşitli adaylar çıktı. Bunlardan ikisini ayrı tutuyorum. İlki İlyas Tunaoğlu diğeri de Ali Rıza Dizdar. Bu ikisi müracaat ettiler kulübe, yani adaylıklarını ilan ettiler. Girmeme sebepleri kendi takip ettikleri yöndür, kendi bilecekleri iştir. Ama en azından girmek için o cesareti gösterdiler. Onları hariç tutuyorum. Ama birtakım insanlar çıktı, kamuoyunun bildiği isimler. Bunlar alttan alta Divan Başkanlığı’na aday oldular, divan üzerine kamuoyu araştırması yaptılar. Orada bir netice çıkmadığını anladıkları için aday dahi olamadılar. Aday olma cesaretini gösterememelerine karşın kamuoyunu oyaladılar. Sordular, soruşturdular. Kendilerini kazanma zemininde göremedikleri için aday dahi olamadılar. Benim o bakımdan divan üyelerime sonsuz şükranlarım var. Benim arkamda durdular, başka aday çıkarmadılar. Onlar kamuoyu yoklaması yaparken, benim üyelerim onlara mani oldu. Mevcut başkanla devam edeceklerini belirterek onlara o cesareti vermediler. Bu yüzden üyelerime müteşekkirim. Beni benle yarışır hale getirdiler. Aday olup seçime girmeyen o 2 isme de saygım var. Onlar seçime girselerdi sandıkta kaybetme ihtimalimiz de vardı. Onlar da girebilir; belki kazanır belki kaybederlerdi. Hiç cesaret göstermeyen, sadece isimleri dolaşan insanlar çıktılar oyaladılar herkesi ama Beşiktaş Divan Heyeti onlara o fırsatı vermedi.

Sözünü ettiğimiz bu cesaret gösteren isimlerin bir serzenişi söz konusu oldu. Ali Rıza Bey’in listelerin verildiği güne dair bir serzenişi oldu. İlyas Bey’in yakın çevresine Demirören ailesinin divan seçimlerine etki ettiğini söylediği konuşuldu. Sizin de kulağınıza gelmiştir. Gerçekten bu durumlar yaşandı mı?
Benim de kulağıma geldi ama İlyas Bey, ertesi gün onu tekzip etti. Öyle bir şey yok. Demirören söylemiş mi kendisine ‘girme’ diye. Söylememişse liste üzerinde farz-ı misal böyle bir durum var; Ahmet çıkar, Mehmet girer. Demokratik sistemi bozacak böyle bir teklife bende karşı dururum. Şuna inanın ki ben kendimle yarıştım ve mutlu olmadım. Ben seçimlere yapım ve karakterim itibarıyla mücadele ederek girip o şekilde kazanmakla daha çok mutlu olurum. Bazıları ‘Sen güçlüsün, kimse çıkamadı’ falan diyor ama hayır ben bu durumdan mutlu olmadım. Elbette ki 3 sene sonunda hiç kimsenin çıkmamasının gururunu da yaşamak lazım ama samimi söylüyorum ben bu durumdan mutlu olmadım. O biraz kendime olan güvenimden ve Beşiktaş Divanı’na olan güvenimden kaynaklanan bir husus olarak ortaya çıkabilir. Onlara o kadar güveniyorum ki kim çıkarsa çıksın ne fark eder, ben nasıl olsa bunu alırım diyorum. Onun zevkini de yaşamak isterim. O ayrı bir şey. O bakımdan dolayı bunları tevatür olarak görüyorum. Bahanedir ve bana göre de yanlıştır. Yani İlyas Bey ciddi bir adamdır, böyle bir şey yapacağını düşünemiyorum. Ali Rıza Bey’in erken oldu demesi de belki seçime girmemenin etkisiyle söylenmiş olabilir. İyi arkadaşlarımdır benim. Listelerin verilme günü kimsenin keyfiyle ilgili bir olay değildir. Listelerin verilme işi tüzükte belli. Tüzüğümüz diyor ki seçimden 3 gün önce verilir. Seçimden 3 gün öncesinin hesabında bizim tüzüğe uygun davrandığımızı görürsünüz. Çarşamba günü liste verilmelidir. Bu, kimsenin emrinde olan bir şey değil ki, tüzük böyle. Anayasamız bunu emrediyor. Ali Rıza Bey onu tebligat yasası içerisinde değerlendirdiği için hukukçuluğun getirdiği bir olgu içerisinde o şekilde mütalaa ediyor. Perşembe günü deseydik liste verilecek miydi onu da bilmiyorum. O bakımdan işin o kısımlarına girmek istemiyorum, değerli arkadaşlarım çünkü.

Yeni Yönetim Kurulunuzdan bahseder misiniz?
Ben liste yaparken ihtisas üzerinde, kriterler üzerine durdum. Herkes tabi kendi devresini biraz daha öne çıkarır. Ama bir realite var. Beşiktaş Divanı 2007’de ki divan değil, çıtası biraz yüksekte. Son kongrede onu gösterdi. Bunu sağlayan faktörler var. Yoksa seçim almak için rey alabileceğin insanları alırsınız, hiç de uğraşmazsınız, seçimi de alırsınız. Ama ben ihtisas üzerine fazla durdum. Geçen sefer de onu yapmıştım. Geçen sefer Denetleme Kurulu’nun verdiği raporları incelemek için, yirmi sene denetleme kurulu başkanlığı yapmış arkadaşlarım vardı, halen de var. Yani şu anda Sedat Piroğlu iktisat doktorudur. Yirmi sene denetleme kurulu üyeliği yaptı, benim yöneticiliğim zamanında da denetleme kurulu üyesiydi. On dört sene de başkanlığını yaptı. Yani iktisat doktorunu aldım. Oğuz Anter uzun süre Beşiktaş Kulübü’ne disiplin kurulu başkanlığı yapmış, devletin üst bürokrasisinde bulunmuş, müsteşarlık yapmış değerli bir arkadaşımdır. Divan Kurulumuz’un genel sekreterliğini yapan Avukat Vedat Cem bürokrasinin, emniyetin en üstü seviyesine çıkmış değerli bir arkadaşımız. Serdar Keskin benim yöneticiliğim zamanında voleybol takımının kaptanıydı. Cemil Cengiz Satar hentbol şubemizin unutulmaz sporcusu, spor akademisi tıp dalından mezun değerli bir arkadaşımız. Diğer bir üyemiz de Doktor Osman Akalın… Üyelerimizin çoğu yaşlı üyeler, rahatsızlıkları var. Bir doktor üyem olsun, Divan Kurulu üyelerini doğru yönlendirsin istedim. Kendisi Böbrek Vakfı Hizmet Hastanesi’nin başhekimidir. Uzun süre İstanbul’da İl Sağlık Müdürlüğü yapmış değerli bir arkadaşım. Listem bu yönden iyi bir listedir, güçlü bir listedir Beşiktaş’a hizmet edebilecek bir listedir.

Divan Kurulu’nun gerektiği kadar etkili bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır, düşünmüyorum. Etkin olabilmeniz için yaptırım gücünüzün olması lazım. Divan Kurulu tüzükten kaynaklanan şeylerden dolayı yaptırım gücüne sahip değil. Şimdi bunun tersini de söyleye biliriz. Acaba yaptırım gücü olsa ne olur? O da karmaşaya sebep olur, iki başlılık yaratır. Şimdi Beşiktaş Kulübü’nün icra organı Yönetim Kurulu’dur. Yönetim Kurulu o icra görevini yaparken o icrayı başkasıyla bölüşmek istemez, herkesin doğasında bu var. Ben kendi yetki ve sorumluluklarımı başkalarıyla bölüşmek istemem. Yani ona hak veriyorum. Beşiktaş Divanı diğer kulüplerde olduğu gibi, denetim mekanizması, kulüplerin idari ve mali hareketlerini, denetleme kuruluna aldıkları raporlar doğrultusunda müzakeresini yapan, denetleyen, lazım olduğu zaman tavsiyede bulunan, tepkide bulunan farklı bir yer. Ama Beşiktaş Divan Kurulu Başkanı mevcut personel içerisindeki bir odacıyı bir yerden alıp bir yere verme yetkisine sahip değil. Şöyle bakın Cumhurbaşkanı Türkiye’nin bir numarası, icranın içinde mi? Kendisi Çankaya bünyesinde icraatını yapıyor. Ben de kendi divanımla ilgili, benim personelimle ilgili gerekli işleri yapıyorum ama kulübün genel politikası ile ilgili benim telkinim olur, tavsiyem olur, tenkidim olur. O bakımdan çok etkili diyemem ama lazım olan bir müessesedir. Neden lazım? Bakın şimdi, ben devlette de çalıştım. Devlet bana bir bölgenin başmüdürlüğünü verdi. Trilyonlarca varidatı toplama yetkisi verdi ama 21 yaşındaki müfettişi beni denetlemeye gönderdi. Neden yaptı? O caydırıcılık vasfını taşısın diye yaptı. Beni yanlıştır, kötüdür diye değil, o caydırıcı vasfı olsun diye gönderdi. Yani divanın caydırıcılık vasfı var. Ama yeterince etkili olamıyor. Tüzüğün değişmesi gerekir ama değiştirilmesi gerekir dediğin zaman Beşiktaş Divan Başkanı olarak şunlar şunlar bana verilsin gibi bir durum içinde değilim. Bunu genel olarak yapmak lazım. Beşiktaş Divanı’na farklı mesuliyetler yüklemek lazım.

2007 seçimlerinde göreve geldiğinizde “Kör kuruşun hesabını soracağım” demiştiniz. Ama 2007–2010 döneminde büyük harcamalar oldu. Dolayısıyla sizin bu söyleminiz çok tartışıldı. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Kör kuruşun hesabı genel bir deyimdir. Ben bir hedef göstererek söylemedim. Kör kuruşun hesabını sormak Beşiktaş Divan Başkanı’nın olduğu kadar her üyenin hakkıdır. O bunun ifadesidir. Yoksa ben spesifik bir adres göstererek bir şey söylemedim. Şimdi kulübün resmi denetleme organları varken benim asli görevim olmayan bir konuya müdahil olursam, yerine geç derler. Ben zaten öyle bir yetki tecavüzünde bulunmam. Bu kulübün denetleme organı var, Denetleme Kurulu var. Denetleme Kurulu’nun önemli görevleri var, bana bağlı olarak çalışır. Yani bütün kurulların koordinasyonu divan kuruluna bağlanmış. Ama Divan Kurulu olarak benim genel kurulu toplama yetkim yok. Yolsuzluk yapan bir adamı mahkemeye verme yetkim yok ama Denetleme Kurulu’nun var. Ben yönetim kuruluna şu defteri bana ver dediğim zaman nezaketen verirler. Vermiyorum dediği zaman benim yapabileceğim bir şey yok. Ama Denetleme Kurulu “ver” dediği zaman vermezse suç işler. Yani bu üç sene zarfında bana Denetleme Kurulu’ndan gelen spesifik bir konu yok. Gelse bu kör kuruşun hesabını sorarım, olay o.

Genel anlamda kulübün masrafı çok diyebilirsin, bu bir tarzdır. Yani şimdi benim cebimde para olsa, sen de borç istesen, sanki cebimdeki para bağırırcasına ben o parayı veririm, öyle enteresan bir yapım var. Ama bir başkası cebi para dolu olduğu halde “Vallahi yok” der. Yani kör kuruşun hesabı bu. Eğer yanlış yapılıyorsa, işler iyi gitmiyorsa demokratik kurallar içerisinde onun çözümü ne? Sandıktır. Sandık geldi, yirmide sıfır çıktı. Demek ki yanlış olan bizmişiz, yani eğer demokratik kurallara inanıyorsak yanlış demek ki bizmişiz. Objektif bir kural değil, subjektif bir kuraldır. Sana göre lüzumsuz denen bana göre olmayabilir. Mesela Tabata’nın transferi çok konuşuluyor, bana da soruyorlar. Ben de “çok doğal, çok normal” diyorum, neden? Tabata oynadığı devrede Antep’in en iyi oyuncusuydu. Herkesin Tabata dediği bir ortamda bize adam lazım olmuş, teknik heyet demiş ki “biz bunu istiyoruz” ve Beşiktaş Kulübü onu almış. 8,5 milyon eder mi? Antep niye ucuz versin ki, kendisinin en iyi elemanı değil mi? Evet niye ucuz versin? Burada niye son güne kalmışın diyebilirsin. İşte bunu bilen Gaziantep niye ucuz versin? Onun müeyyidesi de sandık. Yani kör kuruşun hesabının takibi her an yapılmaktadır. Bir şey bulundu mu? Onu bulması gereken kişiler benim önüme bir şey koymadı.

Mazbata töreninde çok konuşulan bir konu oldu. “Oyumu Murat Aksu’ya verdim” dediniz. Bu bir durumun altını çizmek için miydi?
Seçimde oyunuzu gizli bir şekilde kullanırsınız. O anda oy atarken Allah ile sizin aranızda olan bir konudur. Ben çıkıp oyumu kimden yana kullandığımı söylemem. O söylediğim sözleri Sayın Demirören’in söylediği “Oyunu bana verenin de, vermeyenin de başkanıyım” sözleri üzerine Murat Aksu’ya oy verenlere temsilci olmak, onlara da sahip çıkmak için söyledim. Yoksa 1700 oy fark olan bir seçimden sonra oyumu vermediğimi belirtmemin zaten bir önemi olmaz. Ben versem ne olur, vermesem ne olur? Sarf ettiğim sözler birlik ve beraberliğin temini için söylenmiş sözlerdi. Zaten başkanımızda bunu anladı.

Kongre’de bu kadar farkın çıkmasını bekliyor muydunuz? Kulüp içinde olan birisi olarak bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi nedenlere bağlıyorsunuz?
Bu konu hakkında değerlendirme yapmak istemem. Eğer bir değerlendirme içine girersem taraf olurum. Ancak seçimden sonra her iki tarafa da bir takım şeyler söyledim. Kazanan tarafa kazandığını küçümsemediğimi, ancak kazanma nedenlerini gözden geçirmesi gerektiğini belirttim. Bu çok önemli bir mesajdır. Yani çok çalışıp kazandığını, bundan sonra mağrur olmaması gerektiğini, kazandığı yerin önemli bir yer olduğu ve çalışmayı bırakmaması gerektiğini belirttim. Diğer tarafa ise kazanması çok yüksek bir ihtimali olan bir seçime girdiğini, ancak bu ortamda kazanamıyorsa bunun sebepleri üstünde durması gerektiğini söyledim. Bunun üzerine çok da konuşmaya gerek yok. Tabi ki taktik hatalar oldu. Mesela ibra konusu çok önemli, bugüne kadar hiçbir başkan adayı ibra konusunu dile getirmedi. İbra etmemek ne demek? Yapılan hesapların yanlış olduğuna inanmak. Peki, bu sadece el kaldırmakla mı olur? Sonuca gidilmesi gerekmez mi? Bir sonuca varılmadıysa demek ki inanmadan bunu savundunuz. O zaman neyin kavgası yapıldı? Bunu sormak gerekir. Seçimden bir gün önce, kimin kazanacağı belli değilken, Genel Sekreterlik sözü almışken Faruk Pala “Ben ayrılıyorum” diyor. Herkesin girmeye can attığı listeden kendisini çıkarmasının bir sebebi var. Onun için kaybedenin şapkasını önüne koyup bunun üzerine düşünmesi, kazanan tarafında bunların görüp seçimi ona göre değerlendirmesi gerekir.

Yeni döneme dair yönetime ne gibi tavsiyelerde bulunacaksınız?
Yıldırım Demirören, seçim safhasında söylediklerini realize etme sürecine girdi. Seçimden bu zamana geçen sürede verdiği sözleri tuttuğuna dair izlenimler var. Bu da iyi bir yönetim göstermek istediğini, hatalardan ders aldığını gösteriyor. Eğer böyle devam ederse kazanan Beşiktaş olur, bizde arkasında destekçi oluruz. Divan Kurulu’nun düşüncesi de bu yöndedir. Net bir şey söylemek gerekirse, seyahatlerde sürekli gördüğümüz yüzlere rastlamamamız en büyük gelişmedir. Basit bir olay gibi duruyor ancak çok önemli bir konu. Bu devam ederse niye destek olmayalım? Bu gayet iyi bir giriştir. Transfer için kurulan Serdar Adalı önderliğindeki ekibin çalıştığı yöntem çok iyi. Bu yüzden bu atılan adımlar iyi bir yönetim göstermeye aday olunduğunun, yapılan hatalardan dönüldüğünün belirtisidir. Bundan sonra yönetimin kalıcı çalışmalara yönelmesi gerekir. Kendisi de artık teknik konularda yer almayacağını, profesyoneller ile çalışıp, bu kulübün başkanı olacağını söylemiştir. Stat konusu söylendi, yapılmalıdır. Tesisler yenilenmelidir. Bunlar kalıcı çalışmalar olacaktır.

Son olarak, camianın bir büyüğü olarak vereceğiniz bir mesaj var mı?
Her şeyden evvel Beşiktaş’ın başkanlık makamının hepimiz tarafından korunması gerekir. Bugün o koltukta Sayın Demirören bulunmaktadır, yarın başkası da bulunabilir. Bizim seyircimiz vefakâr bir seyircidir. Onlar takımın 12. adamı rolündeler, peki takımın aleyhine bir harekette bulunabilirler mi? Bulunamazlar, çünkü Beşiktaş’ın başkanlık makamına herkes sahip çıkmalıdır. Kaldı ki sahada başkan top oynamıyor. Bu takım iki kupa aldığında alkışlanmadı mı Demirören? Ben onların bir ağabeyleri olarak takımı desteklerinden mahrum bırakmamalarını istiyorum. Maç esnasında desteklerini göstersinler, maçın ertesinde tenkitlerde bulunurlar elbet.

Bir de altyapı konusuyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Katıldığım bir radyo programında, genç oyuncuların Beşiktaş’ta neden oynamak istemediklerini sordular. Bende cevap olarak Mehmet Üstünkaya’nın yönetiminde genel sekreterlik yaptığım dönemde Beşiktaş Genç Takımı’nın kurulduğunu ve Türk takımlarına altyapının şart olduğunu bilen birisi olduğumu söyledim. Altyapıdan çıkan oyuncuları tenkit etmem, ancak çıkan oyuncuların da Beşiktaş’ın yapısına yakışacak düzeyde olduklarını da düşünmüyorum. Batuhan Karadeniz’i örnek göstermek gerekirse, kendisi ileride dünyanın en çok kazanan pivot santraforu olabilir. Ancak top oynamak yerine insanlara laf yetiştiriyor. Ben kendisini küçültmek için söylemiyorum bunları, doğru olanı bilmesi için söylüyorum. Neden rakiplerimizin gençleri ileri giderken, bizim gençlerimiz geriye gidiyor? Serdar Özkan’a gereken şans verildi ama karşılığını göremedik. Hâlbuki ben isterdim ki bu şansı değerlendirip Beşiktaş’ta başarılı olsun. Bir Divan Kurulu toplantısında belirtmiştim. Altyapı takımlarının durumunu gözler önüne serdim ve burada bir yanlış olduğunu, bu yanlışları düzeltmemiz gerektiğinden bahsettim. Ertesi gün bütün altyapı hocaları “bizi mahvettin” diyerek kapımı çaldı. Ben de amacımın onları kötülemek olmadığı, sistemi eleştirdiğimi belirttim. Beşiktaş altyapısında yetişen oyuncuların birçoğu liglerde top oynuyormuş. Ben diğer takımların finansörü değilim ki, ben yetiştireyim başka takımlarda oynasın. “Beşiktaş’ta oynayabilecek kapasitede mi?” mühim olan budur. Altyapı’dan çıkan oyuncuların A Takım’da oynayamamasının sebebi Denizli değildir. Hangi hoca takımı sırtlayacak futbolcuyu oynatmaz ki?

Kaynak: Ajansspor..