Gönderen Konu: World in Conflict  (Okunma sayısı 517 defa)

Çevrimdışı Force23

  • 1. SINIF ÜYE
  • *****
  • İleti: 32.652
  • Puan 334
  • Cinsiyet: Bay
  • !!ƒяєєѕтуℓєя!!
    • Profili Görüntüle
World in Conflict
« : 10 Ağustos 2007, 22:15:23 »
“Yok böyle oyun, yiyesi geliyor adamın, kıymetini bil abi.” dedi Yiğit. Bu adamın bile bu düşüncelere sahip olması, oyun hakkında hemen araştırma yapmaya başlamam gerektiğinin sinyallerini veriyordu. E3’ün üzerinden çok uzun bir zaman geçmemişti; ama ben bu oyunu unutmuştum. Belki de fuarın arkasından cebelleştiğimiz birçok oyun arasında kaynamış, kaybolmuştu World in Conflict. Bu nedenle, neredeyse bir ay önce niyetlendiğim bu ön inceleme için geyik bölümünü (ki burası genelde giriş olarak anılır) kısa kesiyorum. Direkt olarak konuya dalmak istiyorum, sabırsızlanıyorum. Belki de acele ediyorum…

İlk olarak, oyunun tek kişilik bölümünde kendini daha çok hissettiren senaryoyu incelemek istiyorum. Konu klasik bir 1. Dünya Savaşı ya da garip makinelerin ve canlıların bulunduğu, mitolojik diye nitelendirilebilen çağların öyküsü değil. Yakın geçmişin devletlerinin var olduğu, etkileyici sayılabilecek bir konusu var oyunun. Olay Batı Almanya’da, 9 Kasım 1989’da geçiyor. Sovyetler inanılmaz zor bir durumun içerisinde ve yıkılmasına, dağılmasına kesin gözü ile bakılıyor. Fakat Sovyet Kuvvetleri, kimine göre küstahça, kimine göre aptalca, kimine göre ise cesurca Avrupa’nın içerisine ilerlemeye başlıyor. Bu sırada NATO’nun gözleri başka tarafa çevirmek için yürüttüğü plân işe yarıyor ve Amerika darbe alıyor. Biz, Sovyetlerin bir komutanıyız. Görevimiz, Amerika’nın şehirlerini, banliyölerini geri almak. Bunun için çağın en güçlü askeri birliklerini, makinelerini, inancını kullanıyoruz; ya da kullanmalıyız.

Meslektaşları içerisinde en çok satanlardan biri olan ve Cold War’un yazarı Larry Bond tarafından önümüze sunulan bu güzel senaryo sayesinde çok oyunculu takılmayan arkadaşlar için sürükleyici bir konu ile oyuna bağlanım da sağlanmış olmalı. Arkası gelecek olan oyunun artılarının ilki bu hâliyle. Soğuk Savaş, Berlin Duvarı, Larry Bond gibi sözcük grupları iyice harmanlanıyor ve World in Conflict doğuyor. Ya da insanoğlu bir kargaşanın, anlaşmazlığın, savaşın içinde buluyor kendini… “Felsefe yapma lan” diyorsanız geçelim; peki geçelim.

Oyuncuların bu oyuna bağlanmalarını sağlayacak en önemli etken grafikler… değil arkadaşlar. Çünkü günümüz şartlarında, ya da bir diğer deyişle zevklerinde, takım-tabanlı oyunlar, kesin sûretle çok oyunculu oynanır. Herkes için olmasa da bu birçok oyuncu için geçerli. Bazı internet sahipleri de ellerindeki nimeti bu şekilde değerlendiriyor. Hâl böyle olunca oyun yapımcıları da ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Oyuncular için hazırlanan bu son pasta ise oldukça hoş. Hele ki sanal ortamdaki kapışmaların içerisine katiyen dalan arkadaşlar için… Başlığa uygun devam edelim; dediğim gibi, grafik bu tür sanal ortam müsabakalarında geri plânda kalır, önemsenmez. Mühim olan yenmektir, kalitenin bir önemi yoktur. Öyle ki, ‘Single Player’ bölümüne bakmadan oynayan kişiler de var. Bu tip durumlarda, dediğimiz gibi, oyunun atmosferi ön plâna çıkıyor. Hazır konusu açılmışken, oyunun E3’te oynanabilen demosundan biraz bahsetsek, oyunun genel yapısını biraz olsun aktarabilmiş oluruz
diye düşünüyorum.

SAVAŞ EVE GELİYORMUŞ, KAÇIN!

Oyunun E3 demosunda 8 kişiden oluşan iki takımın savaşı var. ‘Savaş’ belki yanlış bir kelime oldu; ‘muharebe’ daha doğru. Sebebi ise, üs kavramının olmaması. Oyun sürekli hareket hâlinde ve sabit yerde durmak, oyun içinde yapılabilecek belki de en saçma hareket oluyor. Ayrıca takımlar da sınıflara ayrılmış durumda. Hava birliği, piyade, zırhlılar gibi sınıflar var. Ve herkes bir sınıfı yönetiyor. Bunun en büyük getirisi, ortak bir iş yapma mecburiyetinde kalmamızı sağlaması olmuş. Yani bir kişinin hatası, tüm takımı derinden etkiliyor ve kimse o hatayı yaparak rezil olmak istemiyor. Böylece ortaya tam anlamıyla bir muharebe çıkıyor.

Koordinasyonu anlattım ve “şöyle bir oyun kurgusu var…” diyerek söze başlıyorum. Hava birliğini aldığımızı varsayalım. En başta pek zorlanmıyoruz, özellikle piyadeler tam bir çerez. Ama ilerideki roketler ağır darbe almamıza sebep oluyor. Az önceki “takımı sırtlayan adam” yerini “takımı batırmak üzere olan adam”a bırakıyor. Bizim roketlerden aldığımız darbeye, bir de karşı hava birlikleri eklenince durum içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Bu noktada bizim zırhlılarımız devreye giriyor; böylece karşı birliklerin baskısından biraz olsun kurtulmuş oluyoruz. Yine de az önceki darbeden dolayı temkinli ilerliyoruz. Stratejik noktaları ele geçirmek için biraz daha hızlanıyoruz. Ama biz farkında olmadan oyun az önceki temposuna geri dönüyor ve nefes kesici bir şekilde ilerlerken Destek Birliği Puanı’nız ve Strateji Puanı’nız doluyor. DBP, yardımcı kuvvet için gerekli iken SP, oyun sizin aleyhinize bir sonuca doğru giderken “sürpriz” şeyler yapabilmenizi sağlıyor.

- Nükleer enerji mi?! Hadi canım.

Evet, gaza geldiniz mi bilmiyorum ama bu tarz bir oyun sistemini duyunca şaşırdığınızı, afalladığınızı, kendinizi kaybettiğinizi saklamayın lütfen. Her şeyi ile mükemmel bir strateji oyunun geldiğini duymak, başta strateji sevenler olmak üzere bütün oyun camiası için hayırlıdır. Oyunun grafiksel açıdan oldukça doyurucu olduğunu söyleyebilirim bu arada. Ses, oynanabilirlik gibi konularda ise kesin bilgiler yok. Ama sadece oyun içi görüntülere bakmak bile, insanın iştahının kabarmasına yetiyor.
Only God Can Judge Me !!
They''ll Never Take Me Alive

Çevrimdışı Hamza

  • Osc Kurucu
  • 1. SINIF ÜYE
  • ********
  • İleti: 161.413
  • Puan 13008
  • Cinsiyet: Bay
  • Dünyanın En Çok Mesaj Gönderen Üyesi :))
    • Profili Görüntüle
    • Hosting
World in Conflict
« Yanıtla #1 : 08 Aralık 2007, 21:15:26 »
paylaşım için saol