Gönderen Konu: GUN  (Okunma sayısı 539 defa)

Çevrimdışı Force23

  • 1. SINIF ÜYE
  • *****
  • İleti: 32.652
  • Puan 334
  • Cinsiyet: Bay
  • !!ƒяєєѕтуℓєя!!
    • Profili Görüntüle
GUN
« : 10 Ağustos 2007, 19:24:14 »
Vahşi batının yalnız ve acımasız insanları kovboylarla ilk defa Amerikan filmleri ve Red Kit isimli çizgi roman ile tanıştık. Özellikle Lucky Luke (Red Kit ne berbat bir çeviridir!)'ın "Ben yalnız bir kovboyum.." diye başlayan şarkısı hepimizin aklında kovboyların yalnız yaşayan, karizmatik silahşörler olduğu fikrini yerleştirdi. Özellikle adamın bir işi hallettikten sonra kimseye haber vermeden kırmızıya kaçan hava eşliğinde atı Düldül ile huzurlarımızdan ayrılışı çok şekil bir olaydı. Gerçi aynı şeyi sevdiğim biri yapsa ona fena çatarım ama nedense kendim yapsam 5 dakika sonra "Uff çok pis şekil yaptım lan hehe" diye düşünürüm. Bu ortadan kaybolma geyiğini çok sevdiğim gizemli bir yazar olan Jerome David Salinger da yapmıştır ve gönlümde taht kurmuştur. Adam 3-4 gizemli ve etkileyici kitap yazdıktan sonra ortalıktan kaybolmuş ve onu bir daha da gören olmamış. Şu an yaşayıp yaşamadığı bile bilinmiyor ve belki de hâlâ sakladığı hikâyeleri olduğu iddia ediliyor. Çok karizmatik valla. (Nereden nereye geldik yahu!) Her neyse, oyunumuz da karizmatik bir kovboyu canlandırdığımız GUN isimli aksiyon oyunu arkadaşlar. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, "kovboy" ismi İngilizce bir kelime olan "Cowboy"dan gelmiştir. "İnek çocuk" yani.

   Henüz çıkmadan önce görüntüleriyle ve ön incelemeleriyle oyuncularda küçük bir heyecan oluşturan Gun, senaryosu ile göz dolduruyor arkadaşlar. Tecrübeli bir kovboy olan Sam isimli babamızdan öğrendiğimiz taktikler ve oyun oynanışı ile asıl senaryoya giriş yapıyoruz. Tutorial diyebileceğimiz "Sam ile kovboyculuk" bölümünde önce birkaç kuş avlıyoruz, sonra buffalo avlıyoruz, sonra da üstümüze gelen kurtları hallederek eğitim bölümünü tamamlıyoruz. Daha sonra emektar babamız Sam ile birlikte tuhaf bir gemiye biniyoruz ve derede ilerlemeye başlıyoruz. Saygıdeğer babamız gemide bir hatunla karşılaşıyor ve onunla bir odaya girip tartışıyor. Ardından odadan çıkıyorlar, hatun geminin alt katına doğru kıvıra kıvıra ilerliyor ve biz de babamıza tam onun kim olduğunu soracakken arkamızdan ucube tipli bir herif çıkagelip bize hoşgeldin diyerek kıvıran hatunun arkasından gidiyor. Sam bize "Onu izle!" diyerek başka bir yere gidiyor ve biz de o elemanı izleyerek hatunu "Mallar nerde lan!" edasıyla tehdit ettiğini görüyoruz. Allah'ı varmış kadın Sam'i ele vermiyor fakat o ele vermeyince de ucube kılıklı herif adamlarına işaret veriyor ve gemi talan edilmeye başlanıyor. İşte görev: Gemiye saldıran kim varsa Sam ile birlik olup onları öldür! Temizliği yapıyoruz fakat zalim kader tam düşmanlar azalırken babamızı alıkoyuyor. Sam, tam ölecekken bize kolyeye benzeyen birşey verip bir kadını bulmamızı söylüyor. Denize atlıyoruz ve Gülliver gibi kıyıya vuruyoruz. Babamız, gemideki tüm yolcularla birlikte öbür taraftaki yerini almıştır... Kıyıya vurduğumuzda bizi fakir görünüşlü bir tip karşılıyor ve biz de babamızın gitmemizi söylediği kadının bulunduğu kasabaya nasıl gideceğimizi soruyoruz. Her ne kadar fakir görünüşlü olsa da yardımsever biri olan eleman bize ata binmeyi öğretiyor ve oyun boyunca kullanacağımız ulaşım aracını kullanmayı da öğrenmiş oluyoruz. Tam heriften diplomayı almış hedefimizde olan kasabaya doğru ilerleyecekken, adam yamuk yapıyor ve "Savaşmadan atımı verir miyim lan!" diyor. 3-4 atlı ile dövüşüp atlara zarar vermeden herifleri yere indirdikten sonra Sam'in söylediği kadını bulmak üzere yola çıkıyoruz. Sam'in söylediği kadın, bir barda dansçı ve Sam ile çok samimiymiş. Sam oğluna verilmesini istediği tüm ganimeti bu kadına bırakmış. Daha sonra barı kötü adamlar basıyor, biz hatunu korumaya çalışıyoruz, falan filan.. Senaryo gayet akıcı ve zevkli yani.

  Gun nedense bana çok kolay geldi arkadaşlar. İnanın, size yukarıda anlattığım bölüme kadar bir defa dahî ölmedim. Size anlattığım yerde de ölmedim, sadece "Yeter bu kadar yazısını yazayım." deyip oyundan çıktım. Ayrıca düşmanları öldürmek de çok kolay, topuklarına iki defa sıksanız bile ölüyor herifler. Sırf bu yüzden kendimi İbrahim Tatlıses gibi hissettim hâtta bir ara ekran başında ayağa kalkmış halay çekerek "Şappi şappi!" nidâlarıyla el çırpıyordum. Düşmanların ölüş stilleri pek çeşitli değil, nerelerine vurursanız vurun yere yığılıyorlar fakat kellelerine vurursanız başları boyunlarından ayrılıyor ve ortam kan revan oluyor. Keşke yapımcılar bu konunun üzerine biraz daha gitseydi. Oyundaki silahlar eski kovboy silahlarından oluşmakta. Zaten bu tip bir oyundan sniper gibi gelişmiş silahlar beklemek hıyarlık olurdu, elimizdeki basit tabancalar ve tüfeklerle idare etmek zorundayız. Oyun boyunca sol elimizden asla çıkaramadığımız bıçak ise kurşunumuz bittiğinde tek yardımcımız hâline geliyor. Zaten senaryo entrikalarla dolu olduğu için her an herşey olabilir, bugün yanımızda olan kadın yarın beynimize silahı dayayabilir tereddütleriyle kendimizden başka kimseye güvenemiyoruz. Ne demişler, bu devirde babana bile güvenmeyeceksin. Ayrıca şunu da unutmayın ki, denizden babamız çıksa yemeliyiz. O söz çok saçma lan Marmara Denizi'nde yüzmüş biri asla öyle bir şey söyleyemez. Gun'ın en çok hoşuma giden yanı aksiyon dolu sahnelerde C tuşunu kullanarak çalıştırdığımız "ağır çekim nişan" modu. Bu moda girdiğimiz anda silahımız zoom yapıyor ve oyun yavaşlıyor, biz de arka fondan gelen gaz verici mohikan müziğiyle birlikte saldırganları bir güzel avlıyoruz. Ancak bu modun da bir sınırı olduğunu ve onu her an kullanamayacağımızı bilin, sonra faka basmayın.

  Gelelim oyunun en ilgi uyandırıcı yönü olan ata binme geyiğine. Son zamanlarda çıkan oyunlarda, hâtta daha önce çıkan oyunlarda da; "ata binme" gibi tuhaf bir olay yok. Gun, bu konuda oyuncuları bayağı doyuruyor. Oyunun büyük bir bölümünde, birini kovalarken veya bir yere giderken at kullanıyoruz. Yapımcılar üşengeçlik yaparak at kullanma olayını araba kullanma işine benzetebilirlerdi fakat oyunculara ne mutlu ki öyle birşey yapmamışlar, atları çok gerçekçi bir biçimde kullanabiliyoruz. Tamam, belki ben ata sadece bir defa bindim, onda da atı koşturmadım ama yine de at sürüşünün gayet gerçekçi olduğunu kestirebiliyorum. Özellikle hiç ilerlemeden atı olduğu yerde döndürme olayını çok sevdim. Tabiî herşey bu kadar zevkli ve keyif verici değil, çünkü atı hızlı koşturayım diye bol keseden pataklarsanız atınızın zarar görmesine ve ölmesine yol açabiliyorsunuz. Ayrıca at da bir canlı olduğu için fazla koştuğunda yorulabiliyor; Hayvanları Koruma Derneği ile başınızın belaya girmesini istemiyorsanız arada sırada atınızı dinlendirmeniz ruhsal ve fiziksel sağlığınız açısından iyi olacaktır.

  Vahşi batının vahşi oyunu Gun sadece belirli görevlerden oluşmakla kalmıyor, aynı zamanda oyunculara serbest dolaşım ve görev seçme hakkını da tanıyor. Belirli kasabalarda boş boş dolaşabilir, barlara (saloonlara) girip felekten bir gece çalabilir, isterseniz de etrafa konulmuş "Wanted" ilanlarıyla ilgilenerek paranıza para katabilirsiniz. "Wanted", yani "Aranıyor" ilanlarındaki suçluları yakalamak para kazanmak için yapabileceğimiz eklenti görevler oluyor arkadaşlar. Bir ilânın yanına gidip görev aldığımız takdirde bize bir lise veriliyor ve listede suçluyu canlı yakaladığımızda ne kadar, ölü yakaladığımızda ne kadar kazanacağımız yazıyor. Her zaman diri yakalamak cebimize daha çok para sokuyor. Bunun mantığını bir türlü çözemedim yahu. Sanki o zamanlar çok demokratik bir ortam vardı, herkes rahat rahat korkusuz yaşayabiliyordu da suçluları diri yakalamamız isteniyor. Lan kısa yoldan öldürelim, dünyadan bir pislik daha temizlenmiş olur işte! Hayret bir şey..

  Özellikle son zamanlarda insanların oynanıştan daha büyük önem verdiği grafiklerden bahsedecek olursak, Gun konusunda fazla ahım şahım söylenecek bir şey olmadığını anlayıp sinir stres yaparız. Gerçi o kadar da değil, hâtta belki grafikler için iyi bile denilebilir fakat maalesef benim çenem o kadar gevşek değil. Saçmalamayı keseyim, grafikler vasat durumda arkadaşlar. Oyunu ilk açtığımda "Ulan acaba detaylar kısık durumda falan mı?" dedim ama umduğum gibi değildi, grafikler son günlerde çıkan oyunlarla kıyaslandığında bayağı vasattı. Yine de ağır çekim moduna girdiğimizde bize doğru koşan kurtların yelelerinin görünüşü çok hoşuma gitti. Oyunun giriş videosu da karakter modellemeleri haricinde gerçek gibiydi, hâtta belki de gerçekti. Silahların, doğanın falan ses efektleri grafiklerin aksine gayet kaliteli olmuş fakat seslendirmeler konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sanki ses karakterler ağzını kıpırdattıktan çok sonra geliyormuş gibi. Müzikler ise tam oyunun havasına uygun blues'a kaçan müziklerden oluşuyor. Ee yalnız kovboylar böyle karizmatik müziklerle takılır tabiî. Nedense bana bu tür müzikler hep kavurucu sıcakları ve vahşi batıyı hatırlatır zaten.. (Çok gittim sanki!)

    "Ah bir gitsek A.B.D.'ye!" hayalleriyle yanıp tutuşan özenti gençliğin A.B.D.'nin nereden nereye geldiğini görmesine vasıta olabilecek, kovboyluğu hissetmek isteyenlere biraz olsun bu hissi verebilecek olan "GUN"'ı tüm insanoğluna öneriyorum.. Hayvanlar da tadabilir!

  Yiğit "yasagh" Tokgöz
Only God Can Judge Me !!
They''ll Never Take Me Alive