İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - -CARLOS-

325
SAĞLIK BİLGİLERİ / "Sıfır beden" için 10 altın uyarı
« : 03 Haziran 2008, 15:20:49 »
"Sıfır beden" için 10 altın uyarı
"Sıfır beden" için 10 altın uyarı
Yaz aylarının yaklaştığı bu günlerde düşük kalorili diyetlerden uzak durun...

01.06.2008 00:15
Sağlık Bakanlığı, güzelliğin "sıfır beden" gibi ölçülere indirgenmesi nedeniyle yaz aylarının yaklaşmasıyla birlikte hızlı kilo kaybına neden olacak çok düşük kalorili ve sağlıksız diyet uygulamalarına karşı 10 altın uyarıda bulundu.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün halkı bilgilendirmek amacıyla hazırladığı bilgilendirme yazısında, bir yanda değişen beslenme alışkanlıkları, diğer yanda güzelliğin "sıfır beden" gibi ölçülere indirgenmesi nedeniyle, bireylerin bilinçsizce sağlıksız zayıflama diyetlerini uygulamalarının pek çok sağlık sorunun gelişimine neden olduğu belirtildi. Ayrıca bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetlerinin; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk, kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk ve saç dökülmesi gibi pek çok sorunu da beraberinde getirdiği bildirildi.

ZAYIFLAMA BANTLARI, ZAYIFLAMA İLAÇLARI DOKTOR KONTROLÜ DIŞINDA KULLANILMAMALI

Yaz aylarının yaklaştığı günlerde düşük kalorili diyetlerden uzak durulması gerektiğine dikkati çeken Sağlık Bakanlığı, hızlı kilo kaybına neden olacak çok düşük kalorili ve sağlıksız zayıflama diyet uygulamalarının yaygınlaştığını ve piyasada satılan zayıflama bantları ile bitkisel karışımların kontrolsüzce kullanıldığını bildirdi. Bakanlık, bu tür ürünlerin kontrolsüzce kullanımının sağlık açısından sakıncalara neden olduğu ve ağırlık kaybının sağlanmasında sadece geçici çözümler yarattığının unutulmaması gerektiğine işaret etti.

Ayrıca bireylerin yeterli ve dengeli beslenmeye özen göstermelerinin, hareketli bir yaşam tarzını benimsemelerinin, sağlıklarının korunması ve geliştirilmesi ile yaşam kalitelerinin arttırılması açısından büyük önem taşıdığı da belirtildi.

Öte yandan vücut ağırlığının denetiminin sağlanmasında, bireye özgü, diyetisyen tarafından hazırlanacak olan zayıflama diyetlerinin, mutlaka sağlık kontrollerinden geçtikten sonra doktor kontrolü altında uygulanması ve hızlı kilo vermeye yönelik zayıflama ilaçları, bantları, bitkisel karışımların bilinçsizce ve kontrolsüzce doktor tavsiyesi olmadan kesinlikle kullanılmaması gerektiği bildirildi.

Sağlık Bakanlığı'nın uyarı yazısında, çok düşük kalorili diyetlerin, bireyin bazal metabolizma hızının düşmesine, diyetin bırakılması sonrasında hızla verilen kiloların geri alınması nedeniyle de bireylerin sürekli zayıflama diyeti uygular hale gelmesine neden olduğu ifade edildi.

İŞTE 10 ALTIN UYARI

Sağlık Bakanlığı, "sıfır beden"e ulaşmak için bilinçsizce yapılan diyetlere karşı hazırladığı yazısında 10 altın uyarıda bulundu:

-Vücut ağırlığının kontrol altına alınmasında temel ilke; besinlerle vücuda alınan enerji ile günlük harcanan enerjinin dengede tutulmasıdır. Vücut ağırlığının azaltılmasına yönelik zayıflama diyetlerinde ise, besinlerle sınırlı enerji alınması ile birlikte vücudun ihtiyacı olan besin öğesi gereksinimlerinin karşılanması temel alınmalıdır.

-Sağlıklı zayıflama diyetleri bu ilkeyi göz önünde bulunduran diyetlerdir ve doktor kontrolü ve diyetisyen gözetimi altında uygulanmalıdır. Zayıflama diyetleri tamamen kişiye özgüdür ve bireyin yaşı, beden yapısı, boy uzunluğu, cinsiyeti, mesleği, mevcut hastalıkları, beslenme alışkanlıkları gibi faktörler göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır.

-Sağlıklı zayıflamak için kısa sürede hızlı kilo kaybı sağlayan, çok düşük enerjili şok diyetler ve tek tip besine dayalı diyetlerden kaçınılmalı, sağlık kontrolleri yaptırıldıktan sonra diyetisyen tarafından bireye özgü olarak hazırlanan ve haftada 0.5-1 kilogram ağırlık kaybına yol açan, yavaş ve uzun sürede zayıflamayı hedefleyen, zayıflama diyetlerinde mutlaka besin çeşitliği sağlanmalı, tek tip beslenmeye dayalı diyetler uygulanmamalıdır.

-Öğün atlamamaya ve düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketmeye özen gösterilmelidir.

-Zayıflama diyetlerinin uygulanması esnasında sıklıkla ortaya çıkan kabızlık probleminin önlenmesi açısından lif içeriği yüksek besinlerin tüketimi arttırılmalıdır. Tatlı, pasta gibi şekerli besinlerin tüketimi azaltılmalı, kuru baklagiller grubuna giren nohut, mercimek, kuru fasulye gibi kan şekerini dengeleyici besinlerin tüketimi arttırılmalıdır.

-Tokluk hissini uyandıran sinyallerin yaklaşık 20 dakika içinde beyine ulaştırılması nedeniyle hızlı yemek tüketiminden kaçınılmalı, besinler iyice çiğnenmemeli ve yavaş yemek yemeğe özen gösterilmelidir.

-Yemek yerken başka bir işle meşgul olmak farkında olmadan fazla besin tüketimine neden olabilir. Bu yüzden yemek yemek başlıbaşına bir olay olarak algılanmalı ve yemek yerken başka bir işle meşgul olunmamalıdır. Yemekleri mümkün olduğunca küçük tabaklarda porsiyonlayarak tüketmeye özen gösterilmelidir.

-Yemeklerde kullanılan yağ türüne de dikkat edilmeli, aşırı yağlı besinler ve kızartmalardan kaçınılmalıdır. Yemekler pişirilirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemler tercih edilmelidir.

-Vücutta oluşan zararlı maddelerin atımı ve barsak sağlığı için günde en az 2 litre su tüketmeye özen gösterilmelidir.

-Haftada en az 3 kez ve 30 dakika süreyle düzenli fiziksel aktivite yapmaya özen gösterilmelidir.

326
Meme Kanserİ Tedavİsİnde 'bİyolojİk Ajan'
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkkan Evrensel, organizmayı yabancı moleküllerin zararlı etkisine karşı koruyan antikor yapısına sahip ve "biyolojik ajan" olarak nitelendirilen yeni nesil ilaçların, meme kanserinin tedavisinde devreye girdiğini belirtti.
Prof. Dr. Evrensel, aşıya benzer antikor yapısına sahip bu ajanların tümorlü hücrelere bağlandığını ve kanser hücrelerini yok ettiğini söyledi. Antalya’da düzenlenen 16’ncı Ulusal Cerrahi Kongresi’nde "erken evre meme kanseri" konulu panelde tedavide güncel uygulamalar hakkında bilgi veren Prof. Dr. Türkkan Evrensel, Türkiye’de kadınlarda görülen kanser türleri arasında meme kanserinin birinci sırada yer aldığını söyledi. Yaşam koşulları ve beslenme şeklinin meme kanserine yakalanmada belirleyici olduğunun altını çizen Prof. Evrensel şöyle devam etti: "Kilolu olmak başlı başına bir handikap. Düzenli alkol tüketmek, egzersiz yapmamak meme kanserine yakalanma riskini artırıyor. Özellikle genç yaşlarda düzenli egzersiz, kadınları meme kanserinden ciddi şekilde koruyor. Türkiye’de meme kanserine karşı toplumsal bilinç de son yıllarda oldukça yükseldi. Kadınlara hekimleri ile görüşerek, yıllık mamografi çektirip kendilerini düzenli kontrol etmelerini tavsiye ediyoruz."

327
SAĞLIK BİLGİLERİ / Kemİk İlaci Kanserİ Engelledİ
« : 03 Haziran 2008, 15:13:14 »
Kemİk İlaci Kanserİ Engelledİ
Osteoporoz’un (kemik erimesi) tedavisinde kullanılan bir ilaç, menopoz öncesi meme kanserine yakalanan kadınlarda bunun tekrarlanması riskini yüzde 35 azaltıyor.
İlacın İsviçreli üreticisi Novartis firması tarafından ABD’nin Chicago kentinde düzenlenen 44. Amerikan Onkoloji Konferansı’nda sunulan klinik araştırmanın sonucuna göre, kemik metastazı ve osteoporoz tedavisinde kullanılan ve yeni bir tür bisfosfat olan "Zometa" (zoledronik asit), kanseri tedavi edici özellikler taşıyor.

328
2008'de 25 Bİn Yabancinin GÖzÜ TÜrkİye'de İyİleŞecek
2007’de 15.000 yabancı hastayı Türkiye’ye getirerek tedavi eden Dünyagöz, 2008’de 25.000 yabancı hasta hedefi koydu. Grubun İş Geliştirme Direktörü Selin Yıldırım Peker, yılın ilk 5 ayında sağlık turizmi alanındaki çalışmaların geri dönüşünün çok hızlı gerçekleştiğini belirterek "Son olarak Hollanda, Belçika, İngiltere, Almanya ve Danimarka’dan gelen 95 kişilik bir grubun tedavileri 7 yıldızlı otel konforuna sahip Dünyagöz Etiler Hastanesi’nde gerçekleştirildi. Bu hastalar, Avrupa’da bulunan tedavi merkezlerinden daha kaliteli ve teknolojik olarak daha gelişmiş olanaklarından faydalanırken, VIP hizmetimiz ile arp müziği eşliğinde ameliyata hazırlanarak tedavi olmanın ve net bir görüşe sahip olmanın mutluluğuyla İstanbul’u gezme fırsatı da buldular. Bu bizi ülke turizmine katkı sağlama noktasında mutlu ediyor. Çünkü normal bir turistin aynı süre içinde bıraktığı döviz 600 dolar düzeyindeyken sağlık amacıyla gelen turistin bıraktığı döviz bunun 5-6 katına ulaşıyor" dedi.

329
  'Türkiye kök hücre için yasa çıkarmalı'
İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr Erkut Attar, kök hücre çalışmalarının insanlığın geleceği olduğunu belirterek, ''Kök hücre çalışmalarında yasaların daha zamana ve ülkenin koşullarına uygun olarak gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyorum'' dedi. Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi'nde başlayan "3'üncü Ulusal Klinik Pratikte Kök Hücre ve Gen Tedavisi" Kongresi hakkında bilgi veren Prof. Dr. Attar, "Artık klasik tedaviler yetersiz kalıyor. Kanserde kemoterapi, radyoterapi yetersiz kalıyor. Biz 5-10 yıl sonra bütün tedavileri unutacağız. Bütün tedaviler biyolojik tedavi ağırlıklı olacak." diye konuştu.

Attar, kongreye 300'ün üzerinde katılımcının geldiğini ve 10'u yurtdışından olmak üzere 70 öğretim üyesinin katıldığını kaydetti.

Kongrenin 3 ana unsuru bulunduğunu belirten Attar, bunların değişik branşlardan bilim adamlarını bir araya getirmek, eğitim ve hukuksal ve etik konuları ele almak olduğunu ifade etti.
Kök hücre konusunun çok geniş bir alan olduğunu ve farklı branşları ilgilendirdiğini kaydeden Prof. Dr. Attar, hematologların (kan hastalıkları uzmanı), biyologların ve doku mühendislerinin yakın çalışma içerisinde olması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. Attar, embriyotik kök hücrenin, tüp bebek laboratuvarlarından, hayvanlardan, anne karnında gelişmekte olan bebekten ve kordon kanından elde edildiğini belirterek, Sağlık Bakanlığının 2005 yılında aldığı bir kararla embriyotik kök hücre araştırmalarını sınırlandırdığını hatırlattı.

Türkiye'de 2004 yılından önce kordon kanı konusunda bir kaos bulunduğu ve bu konuda ciddi sömürülerin olduğunu kaydeden Attar, "Halk yanlış bilgilendirildi. Kordon kanı sanki bebeğin sigortası gibi ifade edildi" dedi.

"Kök hücre her derde deva gibi sunuldu"

Embriyotik hücre araştırmalarına sınırlama getirilmesine rağmen, kök hücre tedavisi konusunda sömürülerin devam ettiğine dikkati çeken Prof. Dr. Attar, "Kök hücre her derde deva gibi sunuldu.
Özellikle dejeneratif beyin hastalıkları, Alzheimer, EMS hastalığı, omurilik yaralanmaları, bu gibi hastalıklara sanki kök hücre verildiği zaman tedavi edilecekmiş gibi, diyabeti hemen giderecekmiş gibi, karaciğer yetmezliklerinde çok yeni bir tedavi alternatifi gibi ön plana çıktı.

Kısırlık konusunda yumurta bulunmayan, sperm bulunamayan olgularda işe yaradığı konusunda bilgiler üretildi. Kök hücre tedavileri Türkiye'de durduruldu, ama el altından yapılmaya devam etti. Eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen ve bu işi yapan kimseler olduğu söylendi.

Bunların yüksek paralar karşısında bu hastaları tedavi ettikleri söylendi. Bu hastalar büyük paralar karşılığında Çin ve Rusya gibi ülkelere götürülerek denek oldular ve ne olduğu bilinmeyen tedavilere maruz kaldılar."

Embriyotik hücre araştırmalarında sınırlama

Prof. Dr. Erkut Attar, kongrenin bir amacının da insanlara doğru şekilde kök hücre tedavisinin nerelerde uygulandığını anlatmak olduğunu bildirdi.

Türkiye'de kök hücre çalışmaları konusunda sağlıklı olarak tartışılmadan çok acil karar verildiğine inandığını belirten Attar, "Etik ve çeşitli düzenlemelerin olduğu bir ortamda bence bu çalışmalar çok sakıncalı değil. Bunun bir ortasını bulmak lazım. Bu konuları akademik ortamda tartışıp öyle değerlendirmek lazım" dedi.
Prof. Dr. Attar insandan elde edilen embriyotik kök hücrelerinin özellikle ilaçların toksitesini test etmede, farmakolojik bazı maddelerin denenmesinde son derece önemli olduğuna dikkati çekti.

Sağlık Bakanlığının hiçbir şekilde embriyotik kök hücresine dokunmaya müsaade etmediğini ifade eden Attar, Türkiye'nin esasında gerek hücre tedavileri gerekse biyoteknoloji konusunda oldukça iyi noktada olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Attar özellikle tüp bebek konusunda Türkiye'nin yayın üreten 5'inci ülke olduğunu belirterek, "Eskiden biz yurt dışına hasta gönderirdik. Şimdi tüp bebek alanında bize İngiltere'den, İtalya'dan, Almanya'dan hasta geliyor. Kliniklerimizde başarı oranlarımız çok yüksek" diye konuştu.
"Klasik tedaviler yetersiz"

"Kök hücre çalışmaları insanlığın geleceği" diyen Prof. Dr. Attar, şöyle devam etti:

"Çünkü biliyoruz ki artık klasik tedaviler yetersiz kalıyor. Kanserde kemoterapi, radyoterapi yetersiz kalıyor. Biz 5-10 yıl sonra bütün tedavileri unutacağız. Bütün tedaviler biyolojik tedavi ağırlıklı olacak. Kanser tedavisi tamamen laboratuvar ağırlıklı olmaya başlayacak, hatta bireysel olacak.
Tıp bir süre sonra şekil değiştirecek biz bunların gerisinde kalamayız. Dolayısıyla bu tip çalışmaları kısıtlarken veya bunların etik kurullarını oluştururken, bu kurulların homojen olarak oluşturulması, sağlıklı düşünerek karar verilmesi, acele edilmemesi gerekir.

O dönem belki bu sınırlama doğruydu ama bundan sonraki dönemlerde kök hücre çalışmalarında yasaların daha zamana ve ülkenin koşullarına uygun olarak gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyorum."

330
 Organ bağışının artırılması için büyük adım
Sağlık Bakanlığı, organ bağışının artırılması ve bununla ilgili hizmetlerin daha sistemli yürütülmesi için düzenlemeler yaptı.

Bakanlık tarafından hazırlanan "Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Sistemi Yönergesi" yürürlüğe girdi.
Buna göre organ ve doku dağıtımı, ilgili kanun ve yönetmelik çerçevesinde, bilimsel kurallara, tıbbi-etik anlayışa uygun ve adaletli bir şekilde gerçekleştirilecek.
Organ ve doku dağıtımında acil organ talepleri öncelikle değerlendirilerek, acil talepler için Acil Bekleme Listesi oluşturulacak.
Sağlık Bakanlığı uzun süredir üzerinde çalıştığı "Ulusal Böbrek Nakli Bekleme Listesi"ni tamamladı. Yayımlanan yönergeye göre, artık böbrek nakilleri bu listeye göre yapılacak.
Buna göre, nakil merkezleri, kadavradan böbrek nakli olmayı bekleyen hastalarını "Ulusal Böbrek Bekleme Listesi"ne kayıt yapmakla yükümlü tutuldu. Listede kaydı olmayan hastaya kadavradan böbrek nakli yapılamayacak.
Böbrek dağıtımı, Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Merkezi (UKM) tarafından Ulusal Organ Nakli Bekleme Listesinde yapılan eşleştirme ve puanlamaya göre yapılacak.
Nakil merkezi tespitine yönelik yapılan puanlamada, merkezler, en yüksek puanlı 3 hastanın toplam puanına göre sıralanacak.
Bekleme süresinin başlangıcı olarak, hastanın diyalize ilk giriş tarihi veya böbrek naklinden sonra diyalize yeniden girmeye başladığı tarih kabul edilecek.
Eğer hasta nakilden sonraki 6 ay içinde böbreği kaybederse, bekleme süresi sıfırdan başlamayacak, kaldığı yerden devam edecek. Nakil merkezi hastayı tekrar bekleme listesine kaydederken diyalize başlama tarihini buna göre belirleyecek.
Yönergeye göre canlıdan organ ve doku nakli, alıcının dördüncü dereceye kadar (dördüncü derece dahil) kan ve kayın hısımlarından yapılabilecek. Bu kapsam dışında kalan organ ve doku verici adaylarının durumları, ilgili organ ve doku nakli merkezindeki Yerel Etik Kurullar tarafından değerlendirilerek, uygun bulunması halinde nakil gerçekleştirilecek. Kemik iliği, kök hücre ve kordon kanı nakillerinde hısımlık bağı şartı aranmayacak.

aa

331
SAĞLIK BİLGİLERİ / Sezaryan mı suda doğum mu?
« : 03 Haziran 2008, 15:05:26 »
Sezaryan mı suda doğum mu?
Uzmanlar anne adaylarına öncelikle normal doğumu, bunu tercih etmemeleri durumunda sezaryen yerine suda doğumu öneriyor.

Suda doğum çok yeni bir doğum tekniği mi?


• Bilinen ilk suda doğum, 1803 yılında Fransa'da, doğumu çok uzun süren bir kadının doğumunu kolaylaştırmak amacıyla sıcak su dolu bir küvete girmesiyle gerçekleşmiş.

• 1970'lerde Rusya ve Fransa'da başlayan suda doğumun gerçekleşmesi akımı 1980 ve 1990'larda İngiltere, Kanada ve diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaştı. 1983 yılında ünlü İngiliz tıp dergisi Lancet'de yayınlanan bir makale, konunun İngiltere ve kıta Avrupa'sında birden popüler olmasına yol açtı.


Anne daha az mı ağrı hissediyor?


• Doğum sırasında anne daha rahat ve ağrısız bir doğum süreci geçiriyor. Suyun sıcaklığı ve kaldırma gücü nedeniyle rahme giden kan akımı artıyor, rahmin kasılmaları etkinleşip, artan oksijen nedeniyle ağrılar azalıyor.

• Su vajenin ağzını, yani bebeğin çıkış noktasını daha gevşek hale getiriyor. Bu da o bölgenin doğumda yırtılması olasılığını azaltabilir. Bebek için ise, bilimsel verilerden çok suda doğumu gerçekleştiren tıbbi personelin ve annelerin gözlemleri söz konusu.

• Bu kişiler bebeğin kesenin içindeki sıvı bir ortamdan yine sıvı bir ortama doğarak daha yumuşak ve stressiz bir geçiş yaptığını ve bu bebeklerin daha az ağlayan, daha sakin bebekler olduğunu savunuyor.

Ne kadar güvenli?


• Bu konuda yapılmış olan en kapsamlı ve güvenilir çalışma 1999 yılında British Medical Journal adlı İngiliz tıp dergisinde yayınlandı. R. Gilbert ve P. Tookey'in yaptığı bu çalışma, 1994-96 yılları arasında İngiltere ve Galler'de gerçekleşmiş olan 4029 suda doğumu kapsamaktaydı.

• Bu çalışmaya göre, o yıllarda yapılan her bin doğumdan altısı suda doğum olarak gerçekleşmişti. Araştırmacılar suda doğan bu bebeklerin ölüm ve yeni doğan yoğun bakım ünitelerine yatırılış oranlarını, normal olarak karada doğan bebeklerin oranlarıyla karşılaştırdılar.

• Çıkan sonuca göre suda doğan bebeklerde görülen ölüm oranıyla karada doğan bebeklerin oranları arasında bir fark yoktu. (Her ikisi de binde 1,2-1,4 civarındaydı). Yenidoğan yoğun bakım ünitelerine yatırılma riski açısından da her iki grubun oranları aynı bulundu. Suda doğum adaylarının gebelikleri boyunca bir sorunlarının olmaması gerekiyor.

Suda doğumun riskleri neler?


• Bilim adamları, bilimsel verilere henüz ulaşılmadığı gerekçesiyle suda doğumun faydaları üzerine net bir açıklamada bulunmuyor. Bu, tamamen tıbbi bir etik ve bekleme kaynaklı. Risklerden biri, çocuğun doğduktan sonra kafasını küvete çarpması. Bu riske karşın bebeğin kafası çıkar çıkmaz tutuluyor.

• Su yutma riskine karşı da bebek bir saniye içinde sudan çıkarılıyor. Bugüne kadar gerek Avrupa gerekse ABD'de binlerce suda doğum gerçekleşti. Sadece bir yerde, bebeğin ölümüyle sonuçlanan üzücü bir olay yaşandı.


Kimler suda doğuramaz?


• Kadınların yüzde 85'i dilerse suda doğum yapabilir. Bu oran sağlıklı ve normal doğum oranıdır. Kısacası herhangi bir tehlike arz etmeyen tüm gebeliklerde suda doğumun uygulanması mümkündür. Ancak bazı kadınlar özellikle de riskli hamilelik yaşayanlar suda doğum yaptırmamalıdır.

Bu kişiler şunlardır

• Diyabet ve kalp hastası kadınlar
• Sinirli ve aşırı duyarlı ve sudan hoşlanmayanlar
• AİDS, Hepatit B gibi ciddi hastalığı olanlar
• Erken doğum yapanlar
• Bebeğin anne karnındaki pozisyonu riskli olanlar
• Aşırı kan kaybedenler ve kanı zor pıhtılaşanlar


Doğum havuzunun temizliği önemli!


• Doğum eylemi sırasında havuz suyu; amniotik sıvı (bebeğin kesesindeki sıvı), kan, idrar ve benzeri maddelerle kirlenir. Bu, hem bebeğin hem de annenin doğum sonrası enfeksiyon riskini artırabilir.

• Bu nedenle, havuzun suyu belli aralıklarla değiştirilmeli, havuzdaki yabancı maddeler süzgeç araçlarla çıkartılmalı ve havuz suyu enfeksiyonlara karşı korunmalı.

• Suda doğum uygulaması henüz ülkemizde yaygın değil! Ankara'da bulunan Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi konu ile ilgili hastanelerden biri.http://ztb.gov.tr/

332
SAĞLIK BİLGİLERİ / Kısa aralıklarla egzersiz
« : 03 Haziran 2008, 15:04:53 »
 Kısa aralıklarla egzersiz
Yağların en fazla yandığı egzersiz türü 30 dakika egzersiz ve 20 dakikalık aralardan oluşan çalışma.

Japonyalı araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, 20’şer dakikalık aralarla yapılan 30’ar dakikalık egzersizlerin, hiç ara vermeden yapılan egzersizlere göre yağların daha fazla yakılmasını sağladığı belirlendi.

Yapılan araştırmalar doğruluyor
Yapılan çalışmada, yaş ortalamaları 25 olan yedi erkek katılımcının egzersiz bisikletinde yaptıkları çalışmalar sırasında ve sonrasında kan testleri yapıldı. Yapılan aktiviteler üç kategoriden oluşuyordu. Birinci egzersiz, bir saat çalışma ve bir saat mola, ikinci egzersiz 30 dakika çalışma ve 20 dakika mola, üçüncü egzersiz ise 30 dakika çalışma ve bir saat ara verilerek yapıldı.

Yağların en fazla yandığı egzersiz türünün, 30 dakika egzersiz ve 20 dakikalık aralardan oluşan çalışma olduğu belirtildi. Yapılan bu egzersizin, ayrıca adrenalin seviyesinin yükselmesini, ve düşük plazma glikozunun bir sonucu olarak ensülin düzeyinin düşmesini sağladığı açıklandı. Araştırmacılar, bu kimyasal olayların yağ yıkımını gerçekleştirdiğini düşünüyorlar.

Ara verin!
Amerikan Spor Tıp Koleji, 45-60 dakikalık orta düzeyde egzersizle yağların yakılabildiğini belirtiyor, ancak yapılan bu çalışmayla egzersizlere belirli aralıklarla devam etmenin en iyi sonucu sağladığı belirlendi.

Tokyo Üniversitesi’nde araştırmacı Kazushige Goto açıklıyor: "Egzersizlerden en fazla yararın uzun süreli çalışmayla elde edileceği inancı oldukça yaygındır, ancak kısa aralarla tekrarlanan egzersizler sırasında ve sonrasında, yağların yakılması artıyor. Elde edilen bu veriler, gelecekte hazırlanacak egzersiz programları için aydınlatıcı olacaktır."

Journal of Applied Physiology’nin Haziran sayısında bu çalışmaya yer verilmiştir.

333
SAĞLIK BİLGİLERİ / Şok diyetler saçtan çalıyor!
« : 03 Haziran 2008, 15:04:40 »
 Şok diyetler saçtan çalıyor!
Ayda 3-6 arasında kilo verdiren diyetlerde vücut derhal kıtlık moduna giriyor. Bu kıtlık modunda da ilk önce saçtan malzeme çekiyor.

Yapılan anketlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yakışıklılıkta baş sıralara çıkması, Türkiye’de de artık ABD’de olduğu gibi siyasette fiziksel görünümün prim yaptığını gösteriyor. Yakışıklılığın oyları artırdığı sinyalini alan milletvekilleri estetik operasyonlara yöneldi. Siyasilerin en çok tercih ettiği estetik operasyon ise saç nakli. Milletvekilleri de estetik operasyonlara yöneliyor.

Saç nakli dünyada ilk defa 1940’lı yıllarda kullanılmış. ABD’de yılda yüz bin kişiye saç nakli yapılıyor. Avrupa’da rakam ortalama 30 bin. Türkiye’ye ise yılda ortalama 3 - 5 bin kişiye saç nakli yapılıyor.

Transmed Saç ve Kozmetik Cerrahi Kliniği’nin Medikal Direktörü Dr. Melike Külahçı Paeffgen de saç nakline çok fazla ilginin olduğunu söyleyince konuyu gazeteci dürtüsüyle kurcaladık. Sohbet esnasında Meclis’te çok sayıda milletvekilinin müşterileri olduğunu öğrenebildik. AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Egemen Bağış’ın saç ektirdiği biliniyor.

Saç nakli yaptıran diğer ünlü bir siyasinin de CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen olduğunu öğrendik. Sanat camiasından saç nakli yaptıranlar arasında Mehmet AslantuÇ ve Tamer Karadağlı en bilinen isimler. Türkiye’de saç naklinin yurtdışına göre çok ucuza, 2 - 3 bin euro’ya yapılması hızla yaygınlaşmasını sağlıyormuş. Peki saç nakli kimlere yapılır, yan etkileri var mıdır, kadınların neden saçı dökülür? Doktor Melike Külahçı Paeffge sorularımızı yanıtladı.

İnsanlar saçlarıyla neden bu kadar çok uğraşıyor?
Erkek ve kadında bakımlı saç güzel ve cinsel yönden de sağlıklı oluşun göstergesi olarak kabul ediliyor. Saç özellikle kadında seconder seks karakteri olarak kabul ediliyor. Kalça ve göğüsten sonra en seksi bölge saçtır.

İstatistiklerde erkek dolu bir odaya güzel bir kadın girdiğinde bütün erkeklerin ilk hareketinin saçlarını düzeltme şeklinde olduğu görülmüş. Mağara adamının kadını saçından tutup sürüklemesi boşuna değildi. Çünkü saçı sağlam kadın, hormonu sağlam kadın anlamına geliyor. Bol östrojen hormonu olan kadın aynı zamanda çok çocuk doğurabilecek kadın olarak kabul edilmiş.

Neden erkeklerin saçları daha çok dökülüyor?
Erkekte, görevini bitirmiş erkeklik hormonu testesteron vücuttan atılış formu olan DHT (dihidrotestosteron) dediğimiz şekle dönüşünce ciltte biriken DHT saç kökü hücrelerini zayıflatıyor ve saç köklerinin saç üretmesini durduruyor.

Kadınlarda testesteron hormonu olmadığı için kadınlar doğal olarak buna karşı korunuyorlar. Ama saç dökülmesinin nedeni erkeklik hormonunun fazla olmasıyla ilgili bir durum değildir. Bu testesteronun DHT’ye dönüşmesine yol açan enzimin vücuttaki miktarıyla ilgilidir. Genetik olarak bu malzeme sizde varsa ve fazlaysa saçınız dökülür.

Üç ay sessizlik dönemi

İnsandan insana kalp, böbrek nakli yapılabiliyor. Saçta durum nasıl?

Başkasından saç nakli yapılamıyor. Vücut reddediyor. Saç nakli yapılan alanda küçük kırmızılıklar oluşur.

Bu küçük kabuklar operasyondan sonraki günlerde yıkanmaların ardından kepek gibi baştan düşerek iyileşirler. Nakledilen saç teli kökünün uzaması için gereken süre ise 4- 6 aydır. Üç ay sessizlik dönemidir ondan sonra yavaş yavaş çıkmaya başlar saçlar.

Dökülme başlangıcında gelmek daha mı doğrudur?
Bu aşamada yapılan girişimler daha başarılı sonuç veriyor. İki kulak arasında ensenin hemen üzerindeki saç kökleri baştaki diğer saçlar ne kadar dökülürse dökülsün mutlaka kalıyor. Bu saç kökleri başka bir yere nakledildiğinde de aynı karakteristik özelliklerini koruyorlar.


Bazı kadınlarda da neden şiddetli saç dökülmesi olabiliyor?
Biliyorsunuz kadınlarda da bir miktar testesteron üretimi vardır. Daha fazla testesteron bulunan kadınlarda daha fazla DHT olunca kadınların da saçı erkek tipi dökülüyor. Türkiye’de kadınlarda saç dökülmesinin ardındaki en yoğun sebep triod bozukluklarıdır. Nodülü olanlar özellikle bu riske açıktır.

Triodin dışında saçı etkiyen faktörler var mı?
En önemli faktör genetik. Ama beslenme ve diyet biçimi de çok önemlidir. Hanımlar genellikle crash diyeti yapmayı severler. Bu diyetlerde ayda 3-6 arasında kilo verilir ama saçlar da gider bu arada. Enerji alımı bin kalorinin altına düştüğünde, vücut derhal bir kıtlık moduna giriyor.

Bu kıtlık modunda da ilk önce saçtan malzeme çekiyor. Saçlar zayıflıyor ve hızlı bir dökülme dönemine girebiliyor. Bir de vejetaryenlerin çok saçı dökülüyor. Bol protein almıyorsanız eninde sonunda daha seyrek saçlı olmanız kaçınılmaz . Saç tahıldaki proteini çok sever. Hiç olmazsa B vitamini içerikli tabletler almak lazım.

Songuül Hatısaru / Milliyet

334
SAĞLIK BİLGİLERİ / 'Yapay sperm' tartışması
« : 03 Haziran 2008, 15:04:12 »
'Yapay sperm' tartışması
Çocuğu olmayan çiftlerin "yapay spermle" çocuk sahibi olmalarına olanak tanıyacak araştırmalar tartışmalara yol açtı.

Çocuk sahibi olmak isteyen erkekten alınan embriyonik hücrenin laboratuar koşullarında sperme dönüşümünü sağlayacak tekniğe karşı çıkan çevrelerin bu durumu "insanın kendisini Tanrı’nın yerine koymaya kalkışması" olarak gördüğü belirtiliyor.

Kısır erkeklere baba olma şansı
Yöntemi savunanlar ise kanser tedavisi yüzünden kısır kalan erkeklere baba olma şansı tanıyacak bu tekniğin üzerindeki araştırmaları yasaklayan yasanın kaldırılması ve yöntemin mutlaka uygulanması gerektiğini savunuyor.

Hükümetin, bu konudaki araştırmaları yasaklayan yasayı kaldırmayı da öngören İnsan Üremesi ve Kısırlık Tedavisi yasa tasarısını çok yakında Avam Kamarası’na sunması bekleniyor.

Deneyler olumlu sonuç verdi
Laboratuar deneylerinde yöntemin farelerde başarıyla uygulandığı, farenin bu yolla 7 yavru dünyaya getirdiği, ancak yavruların doğumun ardından yaşatılamadığı bildirildi.

Uzmanlar, aynı yöntemin insanda başarıyla uygulanabilmesinin 10 yıl alacağına inandıklarını, bu konudaki araştırmaların üzerindeki yasağın kaldırılmasıyla çalışmaların hız kazanacağını ifade etti.

335
SAĞLIK BİLGİLERİ / Uyku sırasında solunum duruyor...
« : 03 Haziran 2008, 15:03:41 »
Uyku sırasında solunum duruyor...
Uyku sırasında saatte 5 defadan fazla ve 10 saniyeden uzun süren solunum durması kalp krizi, felç, depresyon ve konsantrasyon kaybına yol açıyor.

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Barlas Aydoğan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Uyku Apnesi" bilinen uyku sırasında nefessiz kalmanın, günümüzün en yaygın rahatsızlıklarından biri olduğunu ve ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.

Etkenler muhtelif...
Prof. Dr. Aydoğan, üst solunum yolu ve merkezi sinir sisteminin tembelliği ile ortaya çıkan nefessiz kalmanın, genellikle burundaki etler, kıkırdak eğirilikleri, küçük dil ile ilgili sorunlar, bademcikteki büyüme, çenenin küçük olması gibi nedenlerle ortaya çıktığını belirtti.

Üst solunum yolunun uyku sırasında tekrar tekrar tıkanması ile kendini gösteren apnenin, kişinin gündelik yaşamını etkileyici, hatta ölümcül riskler taşıyan sonuçlar doğurabileceğini anlatan Prof. Dr. Aydoğan, şöyle konuştu:

Konsantrasyon kaybı olur
"Uyku apnesine maruz kalan kişi, gün içinde aşırı uyku hali, konsantrasyon kaybı yaşar. Bunun yanı sıra sabah dinlenmeden kalkma, horlama, aşırı terleme, sık tuvalete gitme, ağızda kuruluk, dikkat eksikliği, konsantrasyon eksikliği, depresyon da apnenin sonuçlarıdır.

Uyku sırasında kalbe düzenli oksijen gitmemesi kalp krizlerine, beyne oksijen gitmemesi ise felçlere neden olabilir. Bu tür şikayetler, göz ardı edilmemeli, kişi mutlaka uyku testine tabi tutulmalı."

"Sayısı ve süresi önemli"
Apnenin, uyku sırasında saatte 5 defadan fazla ve 10 saniyeden uzun süren solunum durması olarak adlandırıldığını belirten Prof. Dr. Barlas Aydoğan, bu sayının artmasının ise hastalığın şiddetini de artıracağını kaydetti.

Apnenin tedavi öncesi olarak uzman doktor tarafından gruplandırılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Aydoğan, bunun için ise kişinin polisonografi denilen uyku testine tabi tutulması ve tedavisinin de test sonuçlarına göre yapılması gerektiğini bildirdi.

İlaçla tedavi mümkün!
Polisonografi ile kişinin gece boyunca, beyin dalgaları, göz hareketleri, solunum sayılarının kontrol edildiğini anlatan Prof. Dr. Aydoğan, değerlendirmeye göre cerrahi müdahale ve ilaçla tedavi yöntemlerinin uygulandığını kaydetti.

Prof. Dr. Aydoğan, uyku apnesinden korunmak için aşırı kilonun yanı sıra, alkol, sigara, kafein içeren maddelerden de uzak durulması gerektiğini sözlerine ekledi.

336
SAĞLIK BİLGİLERİ / Maskeli katil hipertansiyon!
« : 03 Haziran 2008, 15:03:16 »
Maskeli katil hipertansiyon!
Türkiye'de her 3 yetişkinden birinde görülen yüksek tansiyonun, kalp, beyin ve böbrek ile tüm atardamarlarda hasarlar yaratarak, ölümlere ya da sakatlıklara yol açabildiği bildirildi.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sıddık Ülgen, atardamarlarda dolaşan kanın damar duvarına yaptığı basınca, kan basıncı ya da tansiyon denildiğini söyledi.

Bu kan basıncı değerinin normal sınırları aşması durumunda ise yüksek tansiyonun (hipertansiyon) ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Ülgen, tüm dünyada da oldukça sık görülen bu sinsi hastalığa, Türkiye'de her 3 yetişkinden birinde rastlandığını bildirdi.

Hipertansiyonun başta kalp, beyin ve böbrek ile tüm atardamarlarda hasar yaratarak felç, kalp krizi, böbrek yetmezliği ya da damar yırtılması ile ölümlere ya da sakat bırakıcı hastalıklara yol açabildiğini belirten Prof. Dr. Ülgen, şunları kaydetti:

''Hipertansiyon, dünyada sessiz katil olarak biliniyor. Hipertansiyona birçok etken yol açabiliyor. En önemlisi genetik yapıdır. Kişi doğuştan hipertansiyona yatkın olabiliyor. Bunun yanı sıra aşırı tuz tüketimi, şişmanlık ve hareketsiz yaşam gibi birçok faktör, yüksek tansiyona yol açabiliyor. Hastalığın sadece yüzde 5 gibi az bir bölümü, ameliyatlarla tedavi edilebilen düzeydedir. Genelde hipertansiyon hastaları, tedavi edilmemesi ve yaşam biçiminin değiştirilmemesi durumunda hayatları boyunca ölüm ve ciddi rahatsızlık riskiyle karşı karşıyadır.''

-MASKELİ YÜKSEK TANSİYON

Prof. Dr. Sıddık Ülgen, bu hastalıktan korunmanın en iyi yolunun bazı alışkanlıkların bırakılması olduğunu belirterek, ''Aşırı kilodan, fazla tuz ve yağ tüketiminden kurtulmak riski azaltır. Sigara ve alkolü bırakmak da tedavide önemli rol oynar'' dedi.

Şeker hastalığı, kalp ya da böbrek yetersizliği olanların, felç ya da kalp krizi geçirenlerin ve şişmanların büyük risk altında olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ülgen, ''Son yıllarda maskeli hipertansiyon diye bir kavram çıktı. Kişinin günlük hayatta tansiyonu varken ölçümlerde normal çıkabiliyor. Bu yüzden daha ayrıntılı incelemelere ihtiyaç var'' diye konuştu.

Prof. Dr. Ülgen, hastaların önemli bölümünün hipertansiyon rahatsızlığı olduğunu bilmediğini ifade ederek, bu yüzden 6 ayda bir kan basıncı ölçümü yaptırılmasını önerdi.

(aa)