Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir. Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu, Kur�an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için, önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lazımdır. Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
İman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için gönderdi.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]
Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce biraz uyumak âdet-i şerifesi idi.
Mesela Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emir-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; �Geceleri sabaha kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır� deyince, Emir-ül-müminin; �Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu� buyurdu.
İslamiyet�ten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini körletiyor ise de, İslamiyet�e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır. Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet�e tâbi olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet�e uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran suresi, otuz birinci âyetinde mealen; �Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allah�ı seviyorsanız ve Allah�ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allah bana tâbi olanları sever� buyuruyor.
İslamiyet�e uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenab-ı Hak, Kur�an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat�i ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; �Elbette muhakkak böyledir� buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur�an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan, hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah�ın Peygamberinin ve Onun Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan, Ehl-i sünnet âlimleridir.
Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a�zam Ebu Hanife Nu�man bin Sabit�tir (radıyallahü teâlâ anh).
Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
�Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a�zam Ebu Hanife gibi bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa dönmezdi.�
Muhammed aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet�in kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.
Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu derecededir. Bunların nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun �vilayet-i hassa� dediği makamda ele geçer. Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler, Kur�an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri iman etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid�atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyayı bid�at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid�at deryasından kurtulmak çok zordur. Bid�atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan, lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.