Dolayısıyla sosyal güvenliğin idame ettirilmesi sağlık hizmeti sunumunu da doğrudan etkilemektedir.Sosyal güvenlik açığımızın milli gelirimizin %5'ini üstüne çıkması "sosyal devlet" prensibi çerçevesinde önemli bir problem olarak karşılanmayabilir.Fakat bu açıkların özelliği ve gittikçe artan karakteri tüm ekonomik parametreleri etkilediği gibi "sosyal güvenliğin sürdürebilirliliğini de" bozabilir."Sosyal güvenliğin sürdürebilirliliğinin" bozulması ise sağlık hizmetini sunumunda ciddi problemlerin ortaya çıkışına yol açacaktır.
Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu açısından problemlerin tespiti ve bunlara yönelik çözüm önerileri ;
1. Sağlık hizmetlerinin tedavi hizmetlerin olarak algılanması veya tedavi hizmetleri alanına yönelinmesi veya yönlendirilmesi :
Sağlık Bakanlığı kendisini son yıllarda tamamen tedavi hizmetlerine alanına yönlendirmiştir.SSK hastanelerinin devriyle beraber bakanlığı hastaneler sahibi devasa bir kurum haline getirmiştir.
Bakanlık, koruyucu hekimlik , birinci basamak sağlık hizmetleri , çevre sağlığı , halkın eğitimi gibi ve laboratuar hizmetleri konulardan uzaklaşmaktadır.İşlevi itibariyle özel hastane işletmecisi durumuna düşmektedir.Ayrıca bu tanımlanma sonucu tüm ilgisi “ döner sermaye “ hizmetlerini artırılmasına yönelmiştir.
Yataklı tedavi kurumlarında 1994 yılında 19 bin olan uzman hekim sayısı 2005 yılında iki katına çıkarak 38 bine ulaşmıştır. Bunun 23 bini Sağlık Bakanlığı hastanelerinde (% 60) 9800'ü de (% 26) üniversite hastanelerinde çalışmaktadır.Özel hastanelerin de içinde olduğu diğer hastanelerde çalışan uzman sayısı 5500 olup toplam uzmanların % 15'i dolayındadır. 2006 yılı sonunda üniversite hastanelerindeki profesör, doçent ve yardımcı doçentlerin de içinde olduğu uzman hekim sayısı 9 bin, üniversitelerdeki asistan hekim sayısı ise 10 bindir. ( Kaynak: Sağlık Bakanlığı Verileri 2006)
Sağlık bakanlığı başta olmak üzere üniversite veya özel hastaneleri “ döner sermeye” alanına ilgilerini yönlendirerek bu davranış biçimleriyle sosyal güvenlik sisteminin zafiyetinden sorumlu en önemli kurumlar haline gelmektedir.
Her biri kâr amaçlı işletmelere dönüştürülen ve baş döndürücü biçimde artan sağlık harcamalarında temel rol oynayan faktörlerin başında gelen üniversite ve devlet hastanesi döner sermaye sistemi ile özel hastaneler, özel tanı-tedavi merkezleri arasında mahiyet itibarıyla bir fark kalmamaktadır.Bahsedilen durumun vahameti 15 haziran tarihinden sonra yürürlüğe giren ve sorgusuz ve sualsiz şekilde istenilen hastaneye başvuru yapılabilme uygulamasıyla ortaya çıkacaktır.Tablonun vahametini şu anda tahmin etmek dahi mümkün değildir.Bu uygulama özellikle sağlığın finansmanı ve bütçe kaynakları açısından da çok ciddi problemlere yol açabilir.
Ağırlıklı olarak tedavi hizmetleri giderleri içerisinde değerlendirilebilecek olan Sağlık giderleri 2003 -2006 arasında iki katına çıkarken ilaç giderleri bu rakamlar içerisinde ciddi yer tutmaktadır.Bu Rakamlar tartışılırken gelişmiş ülkelerin giderleriyle karşılaştırmakta fakat genel olarak bu ülkelerin kişi başın düşen geliri veya gelişmişliğinden söz edilmemektedir, Amaç bu rakamları da daha yukarı çekmektir.
Türkiye'de 2005 yılında üretici fiyatlarıyla eczaneler kanalıyla 6.7 milyar dolar ilaç tüketilmiştir. Tüketici fiyatlarıyla ilaç tüketimimiz ise hastane ilaç harcamalarımız da dahil 10 milyar dolar dolayındadır. Cari fiyatlarla 2005 yılında milli gelirimiz 365 milyar dolardır. Aynı yıl kişi başına ilaç tüketimimiz üretici fiyatlarıyla 95 dolardır, yani ABD'nin kişi başı ilaç tüketimi Türkiye'nin yaklaşık 6.5 katı, İngiltere'nin kişi başı ilaç tüketimiyse Türkiye'nin yaklaşık 2,5 katıdır.
ABD ve AB ülkelerine göre düşük gibi görünen Türkiye, ilaç tüketimin ulusal gelire ulusal gelire oranında 1.85 oranıyla dünyalideridir
. Tablo-2 Kişi Başı Ulusal Gelir ve Kişi Başı İlaç Tüketimin Kişi Başı Ulusal Gelire Oranı
Ülkeler (2005 Yılı)
Kişi Başı Ulusal Gelir (Cari Fiyatlarla $)
Kişi Başı İlaç Tüketimi (Üretici Fiyatları-$)
Kişi Başı İlaç Tüketimi / Kişi Başı Ulusal Gelir (%)
ABD
41 900
625
1.50
Fransa
33 900
390
1.15
Almanya
33 900
310
0.90
İtalya
30 100
250
0.80
İngiltere
36 600
250
0.70
Meksika
7 3000
70
1.00
Türkiye
5 000
95
1.85
Kaynak: OECD in Figures 2006-2007, IMS Health Aralık 2006
İlaç ticaret açığımız 2006 yılında 3 milyar doları geçmiş, ilaç ihracatımızın ithalatı karşılama oranı ise % 8'lere gerilemiştir.Bu rakamlar sağlık bakanlığının harcamalarının sosyal güvenlik kurumunu ciddi olarak etkilediğini göstermektedir.İlaç giderlerini son üç yılda yaklaşık iki katına çıktığı düşünülürse bu alanda ciddi tedbir alınması gerekmektedir.
Bu alanda önümüz çıkacak bir başka uygulama ise zincir eczanelerdir.Bu konunun da önümüzdeki dönemde rekabet yaratması veya tekelleşme açısından iki farklı yönden değerlendirilip hukuki düzenlemesini yapılması gerekmektedir.
Burada yapılacak işlem özelikle Sosyal güvenlik Kurumu vasıtasıyla çok ciddi şekilde geri ödeme listelerinde düzenleme yapılmasıdır.Bu alanda alınacak bir başka önemli tedbir ilaç giderlerinin kontrolünün reçete başına yapılmasını sağlayacak sistemin kurulmasıdır. Bu sistem kurulamaz ve geri ödeme listeleri düzenlenemez ise ilaç ve buna bağlı olarak sağlık giderlerinin çok ciddi rakamlara ulaşması mümkündür.İlaç tüketimini bu anlamda ciddi kontrol altına alınması esnasında malzeme ve sarf maddeleriyle ilgili düzenlemelerde bu alan içerisinde değerlendirilmelidir.
Genel olarak Sosyal güvenlik açıklarının 2006 yılı itibariyle 43 milyar YTL ve bunun milli gelire oranının %7.7 olduğunu göz önüne alırsak ülke olarak toplam gelirimizin faiz ödemesi ve personel ödemesinden sonra üçüncü gider kalemi olarak sosyal güvenliğin olması çok vahim bir durumu yansıtmaktadır.Bu açıkların artarak devam etmesinde temel sebep sağlık açısından değerlendirildiğinde SSK hastanelerinin devri ve yeşil kart ödemeleridir . Bu rakamlar bize artık sağlık bakanlığı ve sosyal güvenlik konususun ayrı ayarı değerlendirilmesini yanlış olduğunu göstermektedir.Yeni dönemde bu anlayışın hakim kılınması sağlanmalıdır.
2. Aile hekimliği uygulaması ;
Yeni dönemde sağlık alanında ciddi bir dönüşüm olarak algılanabilecek konu aile hekimliği uygulamasıdır. Bu konu ; ciddiyeti açısından hem Sağlık Bakanlığını hem de sosyal Güvenlik alanı yönünden incelenmiştir.
Yıllar boyunca yaklaşık 6000 sağlık ocağı ve 6000 sağlık evini işletemeyen bir bakanlık sistemi tamamen değiştirerek bu işi yine kişi başına 3000 hekim mantığıyla yaklaşık 24.000 – 25000 hekimle yürütmeye çalışacaktır.Bu hekimleri idare ederken birde sisteme ilave edilecek “ toplum hekimliği” birimleri ayrı bir muamma kaynağıdır.Sitemde ortaya çıkacak karmaşanın yanı sıra her ne kadar ret edilse dahi olay ” sağlığın özelleştirilmesine yol açacak ve “ sağlık hizmet sunumunu “ pahalı hale gelmesi ve ” kamu giderlerinin artışı” ile sonuçlanacaktır.Uygulanmaya çalışılan sisteme göz atıldığında özellikle uygulama ve finans boyutuyla çok ciddi problemler gebe oluğu görülmektedir.
Aile hekimi kendisine yüklenen “ koruyucu hekimlik” görevini nasıl yerine getirecektir.Aşılama , gebe takibi , çocuk sağlığı takibi işleri pratikte “ tedavi edici” hizmet sunumu içerisinde kaybolup gidecektir.Rehabilitasyon işlemlerini nasıl yürütecektir. Bu durumda uygulamada aile hekimi “ özel poliklinikte hizmet veren ” bir hekim statüsüne düşecektir.
Tanımlamalarda geçen “ sözleşmeli “ ifadesi yine “ özelleştirmeyi” çağrıştırmaktadır.Yaklaşık 20 bin aile hekimi ve bir o kadarda sözleşmeli hemşire ebe mi olacaktır. Bunların özlük hakları “bakanlıkça görevlendirilenlerden “ farklımı olacaktır. Bakanlık buna benzer bir problemi “ sözleştirilmeli personel” gerçeğinde yaşamasına rağmen hatasında hale ısrar etmekte ve sistemi daha karmaşık bir duruma itmektedir.
Bu sistemde aile hekimleri 4 ile 5 bin YTL arasında ücret alacağı düşünülürse ve buna bağlı olarak laboratuar ve diğer giderlerin aratacağı düşünülürse bu bahsedilen artışın esasen hangi boyutlara ulaşacağını tespit etmek çok zor olacaktır. Maaşların bütçe giderleriyle karşılandığı varsayılırsa “ primleri” kim karşılayacak “ Bu durumda sosyal güvenlik kurumu” üzerine nasıl bir yük gelecek bilinmemektedir. Şimdiye kadar sağlık ve sosyal güvenlik giderlerinde hep yanlı hesaplamalar yapıldığı ve her şeye rağmen sürekli olarak sağlık giderlerin artığı düşünülürse bu uygulama sadece sağlık bakanlığının inisiyatifine bırakılamaz. Ne yazık ki bu durumla ilgili olarak hazine , maliye veya sosyal güvenlik kurumundan ciddi bir açıklama bulunmamaktadır. Bu hal ise daha vahimdir.
Tanımlarda geçen Aile sağlığı merkezi zaman içerisinde birer ikişer adet hekimin çalıştığı çok kötü birer “ özel “ poliklinik “ haline gelebilir. Zaman içerisinde sistem içinde çıkılmaz bir poliklinikler bataklığına dönüşebilir. Ayrıca bu sistem ülkemizde batık halde bulunan “poliklinikçiklerin“ yanı sıra yine kalitesiz bir takım “ laboratuarların ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Ayrıca “mecburi hizmet uygulaması “ çerçevesinde uygulama daha karışık ve problemli hale gelecektir.Tüm bunların yanı sıra hizmetin acil hizmetler kısmı veya mesai sonrası hizmet sunum şekli ve bunun kalitesi sitem içerisinde çözülmeyecek problemler yaratabilir.
Sonuç olarak yaklaşık olarak 6000 sağlık ocağına ve 6000 sağlık evine zorla hekim , hemşire veya ebe göndermesine rağmen bu durumu çözemeyen bakanlık , tüm bunların yerine yukarıda değinildiği gibi daha karışık , uygulaması daha zor küçük “ klinikçikler” ortaya çıkararak sistemi daha karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma getirebilir.Yukarıdaki cümlelerden olarak aceleyle uygulama konulan sistem kadük kalarak yeni bir karmaşanın habercisi olarak durmaktadır. 6000 sağlık ocağını kapatarak yerine bunun üç dört katı sayıda aile hekimliği merkezleri açma konusu yeniden değerlendirilmelidir.
3.Personel problemleri;
A.Mecburi hizmet konusu ;
05.07.2005 gün ve 25876 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5371 sayılı "Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile Sağlık Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen ek madde 3, 4, 5 ve 6. madde ile zorunlu hizmet uygulaması yeniden getirilmiştir.Mecburi hizmet özellikle 15 hazirandan sonra yürürlüğe giren uygulamadan sonra genel anlamıyla personel dağılımı ve istihdamı bakımından en önemli araç haline gelmiştir ve devam ettirilmelidir.
B. İthal hekim tartışması :
İlgili kanunu iptalinden sonra rafa kalsa bile önümüzdeki dönemde en önemli tartışmalardan bir tanesi olacaktır. Hazırlanan kanun tasarısında ise düzenlemenin gerekçesi olarak; Türkiye’de doktor açığı bulunduğu ve bu açığı kapatmak için yabancı doktorların gelmesi gerektiği, gelecek yabancı doktorların Ülkemiz sağlık hizmetlerine katkıda bulunacağı ve A.B sürecinde emeğin serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırmak için yabancı doktorların Türkiye’ye gelmesini sağlayıcı düzenleme yapılması gerektiği belirtilmektedir.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yabancı doktorların Türkiye'de çalışmasına olanak sağlayan; Tıpta Uzmanlık Kurulu oluşturulmasını öngören 5581 sayılı ''Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun''u, bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmesi için TBMM'ye geri gönderdi.İade gerekçesinden ana başlıklar şöyle: ''Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı doktorların henüz istihdam sorunu çözülmemişken, yabancı uyruklu doktorların Türkiye'de çalışmasını olanaklı kılmanın yerinde olmayacağı değerlendirilmektedir.'' ''Bir doktorun, toplumsal gerçekleri ve koşulları bilmeden sağlık alanında hizmet vermesi, nitelikli hizmet üretilmesi yönünden sakıncalıdır. Yabancı doktorların dil sorunları da bu olumsuzluğu artırıcı bir öge olarak değerlendirilmektedir.”demektedir.
1990 yılında 56.5 milyon olan nüfusumuz 2006 yılında 72.5milyona olmuştur.Nüfusumuz 1990 yılı ile karşılaştırıldığında % 28 artış gösterirken aynı dönemde hekim sayısındaki artış % 100 'ün üzerindedir. Hal böyleyken yalnızca AB ülkelerinde yüz bin kişiye düşen hekim sayısı parametresi üzerinden büyük bir hekim açığımız olduğu bunun da yabancı hekim ithal edilerek kapatılacağı savı temelsiz kalmaktadır.
Yabancı hekim ithalatının en önemli sonucu AB ülkelerinde oldukça yaygın olan hekim işsizliği sorununun ülkemize de sirayet etmesi ve sağlık işletmecileri açısından kıran kırana rekabet ortamının kızıştırılarak hekim emeğinin değerinin düşürülmesi olacaktır.
Ülkemizdeki sağlık personeliyle ilgili genel rakamlar aşağıdaki gibidir.
2006 tıp fakültesi öğrenci sayısı; 4697
2004 05 okuyan 31 803 mezun ; 4397
Tus kadrosu 2003 - 2006 arası ; 23 428 dir.
100.000 kişiye düşen hekim sayısı
Türkiye 123
Romanya 189
Kırgızıstan 272
Porteki 318
Bulgaristan 344
Fransa 330*
Norveç 383
Yunanistan 430
İtalya 450
Uzman hekime düşen nüfus ; 1282 en iyi il - 6188 en kötü durum .
Pratisyen hekim başına düşen nüfus ; 1690 en iyi il - 4426 en kötü il
Son 4 yılda Uzman sayısı 4000 pratisyen sayısı 1700 kişi artmıştır.
Hekim sayısını artırmak sadece sağlık bakanlığını görevi değildir. Bu alanda özellikle YÖK ile geniş iş birliğine başvurulması gerekir.
Avrupa’nın bir çok ülkesinde hekim başına düşen nüfus daha azdır.Fakat hekim başına düşen nüfusun fazlalığı tek başına Türkiye’nin daha fazla hekime ihtiyacı olduğunu göstermez.Hekim kullanım düzeyine bakılarak ve hekimlerin iş yükü analizleri yapılarak gerçek hekim ihtiyacın saptanması gerekir.Her ülkenin gerçekleri dikkate alınarak hekim ihtiyacı saptanmalıdır.Sadece hekim başına düşen nüfusa bakılarak karar verilmesi en kaba,en kolay yöntemdir.
İller arasında veya bölgeler arasındaki hakim sayısı farklılığı yanlış uygulamalarının sonucudur.Türkiye’deki göreceli hekim eksikli sorunun esas nedeni hekim dağılımındaki bozukluk ve mevcut hekimlerin verimli çalıştırılamamasıdır. Sadece nüfusa dayalı sağlık insan gücü planlama yöntemi tek başına iyi, yeterli bir yöntem değildir. Hizmet hedefleri, ihtiyaç gibi kriterler ve iş yükü durumu dikkate alınmalıdır. Sağlık Bakanlığı’nın doktor dağılımındaki bozukluğu düzeltme yerine, doktor sayısını arttırma telaşına girmesi yanlış üzerine yanlış eklemektir.Doktor dağılımını bozan uygulamalar devam eder iken, doktor sayısını arttırmanın bir anlamı olmayacaktır. Doktor sayısı iki katına çıksa da bu yaklaşımla sorun çözülemeyecektir.Yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı bu yasanının tekrar gündeme getirilmemesi gerekmektedir.
C.Sözleşmeli hekim Çalıştırılması ;
Yeni bir uygulama olan sözleşmeli hekim uygulamasında uzman 7400 ve pratisyen 3600 maaş + ek ödeme almaktaydı. Yüksek ücret olarak algılanan bu rakamlarla dahi istenilen sonuç alınamamıştır. Sebebi ise Bakanlığın uyguladığı döner sermaye dağıtım kriterleridir. Yeni işe başlamış bir asistanın çalıştığı klıniğe göre 1500 ile 2550 YTL döner sermaye aldığı bir sistemde sözleşmeli personel istihdamı yapmak zordur.Dolayısıyla hekim veya diğer sağlık personelinin genel özlük hakları dışında sözleşmeli çalıştırılması istenilen sonucu vermemiştir.Bu uygulamadan vazgeçilmelidir.
D) Birinci basamak sağlık hizmetleri bir çıkmazın içindedir.
Yukarıda bahsedildiği gibi içerisinde çok ciddi sıkıntılar taşıyan Aile Hekimliği uygulaması özellikle birinci basamağı tamamen ortadan kaldırabilir.Sağlık ocaklarındaki pratisyen hekim sayısı 15 binin altındadır ve hekim başına 5115 kişi düşmektedir, oysa ki 2002 yılında hekim başına 4400 kişi düşmekteydi. Aile hekimliği ile tasfiye edilmesi planlanan ve uzun yıllardır atıl bırakılarak çürümeye terk edilen sağlık ocaklarında çalışan hekimlerin oranı 105 bine ulaşan toplam hekim sayısının % 15'inden de azdır.
(Kaynak: Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri İstatistik Yıllığı 2005, Tablo 6 Sağlık Ocaklarında ve Sağlık Evlerinde Çalışan Bazı Personel Başına Düşen Ortalama Nüfusun Yıllara Göre Dağılımı, Türkiye, 2001-005,http://www.saglik.gov.tr/istatistikler/temel2005/tablo-6-7.htm )
Yıllarca uygulanan politikalar sonucu ortaya çıkan tabloya bakıldığında bölgelere göre pratisyen hekim dağılımı da oldukça ilginçtir. Sağlık ocaklarında pratisyen hekim başına düşen nüfus, İstanbul'u da içine alan Marmara Bölgesinde 7370'ken Doğu Anadolu'da 6754'tür.
(Kaynak: Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri İstatistik Yıllığı 2005, Tablo 7 Sağlık Ocaklarında ve Sağlık Evlerinde Çalışan Hekim, Hemşire ve Sağlık Memuru Başına Düşen Ortalama Nüfus, Türkiye, 2005,
http://www.saglik.gov.tr/istatistikler/temel2005/tablo-6-7.htm ).
Birinci basamak sağlık hizmetlerinde pratisyen hekim dağılımında en kötü durumda olan il İstanbul'dur . İstanbul'da pratisyen hekim başına düşen nüfus 17 bindir.Bu durum çoğunluğun gözünden kaçmaktadır.Esas olarak bu rakamlar ülkemizdeki dağılımın bozuk olduğunun ve konuyla ilgili söylemlerin ne kadar tutarsız olduğunu göstermektedir
Kaynak: Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri İstatistik Yıllığı 2005, Tablo 48,Bölgelere ve İllere Göre Sağlık Ocaklarında ve Sağlık Evlerinde Çalışan Hekim,Hemşire ve Sağlık Memuru Başına Düşen Ortalama Nüfus, Türkiye 2005,http://www.saglik.gov.tr/istatistikler/temel2005/tablo-48.htm
Sistematik olarak birinci basamak sağlık hizmetleri çökertilirken pratisyen hekimliğin sosyal statü, mesleki doyum, ekonomik beklentiler gibi koşullandırmalarla hor görüldüğü bir ortamda ne pahasına olursa olsun uzmanlık yarışına sokulan ve kapağı bir ihtisas kapısına atabilen hekimler bir yanda, diğer tarafta ise birinci basamakta kalıp uzman olacağı bilinmez geleceğin beklentisiyle mutsuz, doyumsuz, motivasyonsuz sağlık ocağı, ana çocuk sağlığı, verem savaş dispanseri gibi birinci basamak sağlık kuruluşlarındaki karamsar binlerce hekim ortaya çıkmıştır.
Koruyucu hekimlik aracılığıyla etkili bir sağlık hizmeti örgütlenmesiyle işleyen bir birinci basamak sağlık hizmetinde ekip ruhuyla diğer sağlık personeliyle birlikte pratisyen hekimlerin sağlayacağı toplumsal yarar göz ardı edilmemelidir.
Genel çözüm önerileri olarak ;
Sağlık sigortacılığının işlevsel durumunu açısından bakıldığında hukuki açıdan çok ciddi bir problem yoktur.
Esas itibariyle “ emeklilik sigortacılığında tek çatını oluşturulması artık mümkün değildir.Yapılacak temel iş Emekli Sandığı , Bağ-Kur ve SSK‘nın Emeklilik sigortacılığı kısmını ayrı ayrı yasalarla “ tek çatı olmadan “ düzenlemek ve uygulamayı sosyal güvenlik kurumuna vermektir . Sağlık sigortacılığının işlevsel durumunu açısından bakıldığında ise bütçeleme “ gelir - gider “ kalemleri dahil aynı kurumun bir alt görevi halinde düzenleme yapılabilir. Burada önemli olan her üç kurum adına tek bir yapının - “ sosyal güvenlik kurumunun - ” kural koyucu ve denetleyici olma fonksiyonu kazanabilmesidir.
Sağlık Bakanlığı bugünkü haliyle sosyal güvenlik alanını regüle eden en önemli kurumdur. İlaç geri ödeme listelerinin hazırlanması, tedavi hizmet bedellerinin belirlenmesi günümüzde Sağlık Bakanlığının görev alanı içerisinde tanımlanmaktadır. Kendisi şu anda en önemli "hizmet satıcısı" olan bakanlığın bu hizmet bedellerini belirlemesi doğru bir davranış tarzı değildir. Bu görev tanımının da yeni baştan yapılması gerekmektedir. Akıldan çıkarmamamız gereken en temel konu Sağlık Bakanlığının işleyiş biçiminin artık sosyal güvenlik kurumunu ve buna bağlı olarak ülkenin ekonomik ve sosyal parametrelerini ciddi olarak etkilediği gerçeğidir.
Bakanlığın yapısal özelliğinde vakit geçirilmeden ciddi düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Bakanlık emeğini ve bütçesinin esas bölümünü temel görevi olan koruyucu hekimliğe harcayabilir.Tüm bunların yanı sıra ;
A) ilaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun kurulması,
B) Ana Çocuk Sağlığı Genel Müdürlüğünün Temel sağlık hizmetleri içerisinde yeniden organizasyonu,
C) Hıfzıssıha Enstitüsünün yeniden organizasyonu,
Sağlık Bakanlığı'nın önümüzdeki zaman içerisinde yeniden yapılandırılması çalışmaları içerisinde değerlendirilmelidir.
Aksi takdirde özellikle sağlık harcamaların bağlı olarak ortaya çıkan sosyal güvenlik kurumunun açıklarını bir süre sonra ülkenin kaldırabilir olması mümkün değildir.Bu açıklar sadece " ekonomik problem" veya " bütçe açıklama problemi " olmaktan çıkıp çok önemli sosyal ve siyasal probleme dönebilir.