İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Sinoplu57

1261
SAĞLIK BİLGİLERİ / Bunamada zorluk yaratan ruh halleri
« : 31 Mayıs 2008, 12:24:12 »
Bunamada zorluk yaratan ruh halleri
Bunamada zorluk yaratan ruh halleri
Bunama kısaca demans, zihinsel ve sosyal becerilerdeki ilerleyici geriliktir. Yaşlılığın değil anormal beyin süreçlerinin bir sonucudur.


Demans hastalığı olan kişinin günlük yaşantısı bozulur, özellikle yakınları ile mantıklı ilişkiler içine giremez. Ne yazık ki demanslı hasta bu durumun farkında değildir. Bu durumdan etkilenenler demanslı hastanın sorumluluğunu üstlenen ve ona bakan yakınlarıdır. Ben bu yazımda demans hastalığının tanımı ve belirtilerinden bahsetmek yerini bu hastalıkta, özellikle hastaya bakmakla yükümlü kişiler etkileyecek ve tedavisi şart olan demanslı hastalarda görülen davranış ve ruh bozukluklarından bahsetmek istiyorum.Bu bozukluklar, şunlardır:

1-SALDIRGANLIK: Saldırgan davranış,bir kişi veya herhangi bir olaya karşı hareket ve karşı koymayı kapsar.Hastada ki öfke ve moral bozukluğu,saldırganlığa yol açabilir.

2-ÖFKE VE SİNİRLİLİK: Öfke,yoğun duygusal bir tepkidir.Sinirlenmek,biraz daha ılmlı bir tepkidir. Eğer hastanın kaygı ve moral bozukluğu yakınları veya bakıcısı tarafından fark edilmezse, bu duygular öfkeye doğru tırmanır.

3-LAKAYTLIK VEYA DEPRESYON: Bu tür hastaya bakanların en sık yakındıkları zorluk hastalarda görülen lakayt davranışlardır. Hastalarda,motivasyon eksikliği,oturup boş boş bakma periyodları, ve dünyadan kopma duygusu , vardır.Demanslı hastalarda depresyon da sık görülen bir semptomdur.Depresyonun belirtilerini,öfke, sinirlilik,sık sık ağlama nöbetleri,iştah ve uyku düzeninde değişiklikler … olarak kısaca sıralıyabiliriz.

4-PEŞİNDEN AYRILMAMA VEYA TALEPTE BULUNMA: Bu durum sıklıkla terk edilme korkusu nedeni ile ortaya çıkar.Hasta gün boyunca yaşamını yönlerdirmesi için,yakınına yönlenir ve daima bir şeyler talepeder.

5-TAKINTI, ŞÜPHE VE PARANOYA: Takıntıda ,ne kadar mantık yürütüp,ikna edilmeye çalışılsa da hastada değiştirilemeyen ve düzeltilemeyen yanlış inançlar vardır. Şüpheciliğin özelliği ikna olmamak ve güvensizliktir. Demanslı hastada ”birilerinin kendisini takip ettiği…vs” gibi ,paronayalar da sıkça görülür.

6-UYGUNSUZ CİNSEL DAVRANIŞ: Cinsel ihtiyaçlar,bir erişkinin yaşamının doğal bir parçasıdır.Cinsel istek, hastalık hastalık süresince ortadan kalkmayabilir.Hastada kendini engelleme duygusu zayıfladığı için, cinsel organı elleme,cinsel ağırlıklı konuşma, toplum içinde soyunma….vs. gibi anormal davranışlar görülebilir

7-EŞYALARI SAKLAMA: Hastalar eşyaları olmadık yerlere saklayabilirler.Bunun sebebi ,eşyalarının çalınma korkusudur.Genellikle hasta sakladığı eşyaları daha sonra bulamaz ve bazen maddi manevi kayıplar olabilir.

8-UYKU BOZUKLUĞU: Uyku bozukluğu çok sık görülür.Demanslı hastada uyku sorununun altında başka hastalıklar da aranıp ekarte edilmelidir .En büyük sorun verilen uyku ilaçlarının, sersemlik ,baş dönmesi, hafıza bulanıklığı gibi demanslı hastayı daha da zora sokacak bulguların görülme olasılığıdır.

Demanslı hastalarda yukarıda saydığım semptomlar dışında bir çok semptom görülür.Bunların tedavisi ile hastanın yaşam kalitesi arttığı gibi hastaya bakan yakınları da rahat ve huzura kavuşur .

Saygılarımla.

1262
Saç dökülmesinin ardında yatan gerçekler
Saç dökülmesinin ardında yatan gerçekler
ERZURUM (AA)- Yaşadıkça rengini ve formunu kaybeden saçların dökülmesinde, stresten ateşli hastalıklara, gebelikten diyet yapmaya kadar birçok nedenin etkili olduğu bildirildi.

Sağlık Vakfı tarafından yapılan ''Saç Dökülmeleri'' isimli araştırmada, saç dökülmesinin nedenleri ve tedavi şekilleri hakkında önemli bilgilere yer veriliyor.

Baş bölgesinde yer alan ortalama 100 bin saç telinin her ay 1 santimetre uzandığı ve her gün ortalama 100 saç telinin dökülmesinin normal karşılanması gerektiği belirtilerek, yaygın ve bölgesel saç dökülmesi veya seyrekleşmesinin günümüzde birçok insanın karşılaştığı önemli bir sorunlardan biri olduğuna dikkat çekiliyor.

Yaygın saç dökülmesine neden olan hastalıklar arasında ateşli hastalıklar, demir, protein ve çinko eksikliği, tiroid hastalıkları, gebelik, şeker hastalıkları, karaciğer ve böbrek hastalıkları, anemi, aşırı diyet, kanser hastalıklarının seyrinde kullanılan bazı ilaçlar, kimyasal madde kullanımı, merkezi sinir sistemi hastalıkları ve stres gibi nedenlerin ilk sıralarda yer aldığına dikkat çekiliyor. Bunların dışında, hormonal bozukluklar ve andrenal tümörler de saç dökülmesine sebep olduğu belirtiliyor.

1263
Türklere özgü hastalık: ''alveoler mikrolitiazis''
Türklere özgü hastalık: ''alveoler mikrolitiazis''
Gaziantep -AA- İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rasim Küçükusta, dünyada en çok Türklerde görülen tek hastalığın, ''alveoler mikroalitazis'' olduğunu söyledi.

Küçükusta, bu hastalığın Türklerde sık görülmesinin nedeninin bilinmediğini, hastalığın, akciğer dokusunda hava kesecikleri (alveoller) içinde sayısız, minik
küçük taşların oluşumu ile meydana geldiğini belirtti.

Hastalığın en fazla Türklerde görüldüğünü, onları İtalya ve Amerikalıların izlediğini ifade eden Küçükusta, hastalığının, en sık 30-50'li yaşlarda ve özellikle erkeklerde ortaya çıktığını söyledi.

Küçükusta, hastalığın yaklaşık 80 yıldan bu yana bilinmesine rağmen nedeninin bilinmediğini dile getirerek, şunları belirtti:

''Akciğerlerde oluşan minik taşlar büyük ölçüde kalsiyum ve fosfordan oluşur. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Birçok hastaya herhangi bir nedenle çekilen akciğer röntgeninde saptanan belirtilerle teşhis konur. En çok rastlanan belirtiler öksürük ve ilerleyici nefes darlığıdır, ancak bunlar hastalığın ilerlemiş evrelerinde ortaya çıkarlar.''

Hastalığın çok yavaş ilerlediğini anlatan Küçükusta, teşhisi 80 yaşında konulan hastaların, bu durumun en iyi kanıtı olduğunu kaydetti. Küçükusta hastaların, genellikle teşhis konduktan ortalama 30 yıl sonra solunum ya da sağ kalp yetersizliği nedeniyle kaybedildiğine dikkati çekti.

Hastalığın kesin bir tedavisi olmadığını ifade eden Küçükusta, son yıllarda, kristalleşmeyi önleyici etkisi olan 'disodium etidronat' isimli ilaçla hem hastaların şikayetlerinde ve hem de röntgen bulgularında gerilemeler olduğunun saptandığını kaydetti.

1264
SAĞLIK BİLGİLERİ / ranıyor: Kayıp empati
« : 31 Mayıs 2008, 12:23:00 »
ranıyor: Kayıp empati
Aranıyor: Kayıp empati
Bu da son yıllarda hayatımıza girmiş, lakin en çok yoksunluğunu çektiğimiz kavramlardan biri.

Şimdilerde uygun olsun olmasın herkesin diline pelesenk empati, aslında şu bildiğimiz kendini başkasının yerine koymak, acıları sevinçleri paylaşmak, halden anlamak filan demek. Psikoloji sözlüğündeki karşılığı aynen şöyle: “Başkalarının düşünce ve duygularının ve bunların olası anlamlarının, objektif bir şekilde farkında olma; karşısındakinin duygu ve düşüncelerini temsili olarak yaşama.”

Bu tanımların hepsi doğru ama ben en çok anneannemin lafını seviyorum. O hep, insanlar arasında bir sorun, bir anlaşmazlık olduğunda “evladım, insan acıkanı yanağından, susayanı dudağından anlamalı” der. Onların ömürleri uzun olsun; zira halimize bakılırsa, onlara ne kadar çok ihtiyacımız olduğu ortada! Çünkü bizler büyük laflar edip, küçük şeyleri bile ifade edemez, anlatamaz, anlayamaz olduk.

Son zamanlarda anneannemin bu sözüyle yaşar oldum iyiden iyiye aklımın bir tarafında. Böyle bir dünyanın yoksulluğu ve yoksunluğunu çok belirgin, çok vahşice yaşadığımızdan olsa gerek. Bırakın susayanı dudağından anlamayı, “ölüyorum” dese dönüp bakmıyoruz neredeyse. Hatta – mümkünse- öldürüvereceğiz oracıkta! Aşkla yeni tanışan gençler kendileri gibi gençleri, küçücük çocuklar birbirlerini doğruyor. Daha “dünya neresi, ben kimim, burada ne işim var, var olmak ne?” sorularını sormadan “yok etme”ye başlıyorlar. Erkeğin kadını, kadının çocuğu dövmesiniyse çoktan kanıksamıştık zaten!

Şu kocaman “dış güçler”, öteki’leştirme berikileştirme hikayelerini filan bir yana bırakalım arkadaşlar; önümüze, kendimize bir bakalım! Bu ülkede hep hırstan dövdü birbirini insanlar, o yüzden öldürdü. Belki istediğince yaşayamamanın/ olamamanın hırsından, belki sevilmemişliğin, gönlünce sevememişliğin hırsından… ama hep hırstan. Yetersizlikle, itilip kakılmışlıkla, zavallılıkla yoğruldu durdu benlikler, yokluğun, yoksulluğun aşağılanmasıyla kavruldu. Soruyorum size, böyle biri başkasının halinden anlamaya uğraşır mı!? Hele de kendi devlet adamlarından başlayarak herkesin şamar oğlanına dönüşmüş bir toplumda… Her şeyin, hatta herkesin pazarlandığı bir dünyada, beş para edemeyen bir toplumun genci, kimi anlamaya çalışabilir hırsını yenip de!? Ne yani, oyuncak diye eciş bücüş ve öldürücü(!) yaratıklarla oynayan, televizyonda her saniye sille tokat, patlama, ölüm ve uçuşan cesetler gören çocukların, saklambaç ya da evcilik oynamalarını mı bekliyoruz!

Beynimi patlatır, yüreğimi buruştururcasına olup bitenlerle uğraşırken, işte böyle bir coğrafyaya düştüm. Yine fena halde kendimizden ve sahicilikten uzaklaşıp, koca laflar eden büyümüş de küçülmüş sevimsiz bebelere dönmüştük. Sürekli ona buna dil çıkarıp “aptaaal bak n’aaptırttın!” diyorduk! Camı kıran, canları kıran, hayatları kıran bizdik ama “başkaları” yaptırttırıyordu hep! İyi de biz niye yapıyorduk, buna bakan yoktu hiç.

Özünde insan şiddeti kendisi için tehdit oluşturana yönlendirir. Siz kendinizi ne kadar “zavallı” hissederseniz, tehdit algınız da o kadar artar, çoğalır. Gün gelir “vay, yan baktın, çamura yattın!” noktasına gelir ki, bugün o gündür. İşte bu yüzden hemen, şimdi hatırlamalıyız. Yüreğimizi ısıtacak, aklımızı salimleştirecek, bedenlerimizi gevşetecek en sahici şeyleri hatırlamalı ve bebelerimize de belletmeliyiz. Yani ki aşkı, bilgiyi ve toprağı, üretmeyi… Çünkü “güç”, bunların toplamıdır.

1265
Rahim ağzı kanseri aşıyla önlenebilecek
Rahim ağzı kanseri aşıyla önlenebilecek
MANİSA (İHA) - Manisa Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Fen Edebiyat Fakültesi'nde "Rahim Ağzı Kanserlerinden Korunmada Aşının Yeri" konulu bir seminer düzenlendi.

CBÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Faik Koyuncu ve Prof. Dr. Semra Oruç Koltan tarafından verilen semineri öğrenciler ve öğretim elemanları ilgiyle dinledi. Prof. Dr. Faik Koyuncu rahim ağzı kanserlerinden korunmada aşının çok önemli bir yeri olduğunu belirterek, "Dünyada yılda 275 bin kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle ölüyor. En etkili virüsü tıp dilinde "Human Papilloma" virüsü olarak adlandırıyoruz. Bunun 60'tan fazla çeşidi var. Bunlardan 16 ve 18 olarak adlandırılan, rahim ağzı kanserine yol açıyor. 6 ve 11 ise siğillere neden oluyor. Aşı, hem 16 ve 18'i hem de 6 ve 11'e karşı koruyor. Koruması yüzde 100'e yakın. Bu çok önemli konuda gençlerimizi bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amacıyla bu semineri gerçekleştirdik." dedi.

1266
Yetişkinlerin yüzde 20'sinde bağırsak hastalığı var
Yetişkinlerin yüzde 20'sinde bağırsak hastalığı var
İZMİR (İHA) - Erişkinlerin yüzde 20'sinde Fonksiyonel barsak hastalıklarının görüldüğünü belirten Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.Serhat Bor, "Bu hastalık gelişmiş ülkelerde sık olup görülme oranı yüzde 25-40 arasındadır. Yine bu ülkelerde gastroenteroloji uzmanlarına en sık başvuru nedenidir. ABD'de de yılda 3 milyon kişinin bu nedenle doktora başvurduğu düşünülmektedir. Ülke çapında yapılan çalışmalar da benzeri sonuçları ortaya koymaktadır" dedi.

Bu hastaların çoğu kere hekim hekim dolaştıkları veya aynı hekime birçok kere başvurdukları düşünüldüğünde olayın boyutlarının daha da büyüyeceğini açıklayan Prof.Dr.Bor, "Hastalığın kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğü iddia edilmiş ise de bu daha çok kadınların yakınmalarını ciddiye alarak hekime başvurmalarından kaynaklanmaktadır" diye konuştu. Hastalığın başlıca belirtilerinin barsak alışkanlıklarında ortaya çıkan ani değişimler, kilo kaybı, rektal kanama, geceleri ortaya çıkan yakınmalar, anemi, ateş olduğunu kaydeden Prof.Dr.Bor, "Nedeni bilinmeyen bu hastalık konusunda üzerinde fikir birliğine varılmış tedavi yöntemi yoktur. Yapılan araştırmalar ilaçların etkinliğinin yüzde 10-25 kadar olduğunu ortaya koymuştur. Yüzde 5-10 arasında bir grup tedaviden yarar görmez. Hastalık hakkında daha başarılı tedavilerin geliştirilebilmesi ancak hastalığı ilerletici faktörlerin daha iyi anlaşılabilmesi ile çözülebilir" dedi.

1267
SAĞLIK BİLGİLERİ / Fazla sarımsak sperme zararlı
« : 31 Mayıs 2008, 12:21:47 »
Fazla sarımsak sperme zararlı
Fazla sarımsak sperme zararlı
Ankara (AA)- Kimi zaman şifa bulmak, kimi zaman güzelleşmek, kimi zaman vücut direncini artırmak için tüketilen bitkisel ürünler, bilinçsiz kullanıldığında insan sağlığını tehdit ediyor.

Bitkisel ürünlerin kullanımı konusunda bilgi veren Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı ve Farmakognozi ve Fitoterapi Derneği başkanı Prof. Dr. Ömür Demirezer, ''Doğal olan her şey zararsızdır'' görüşünün asla kabul edilemeyeceğini belirterek, bu tür ürünlerin doktor tavsiyesi olmadan tüketilmesinin insan sağlığını tehdit ettiğini söyledi.Bitkisel ürünlerin fazla tüketilmesinin zararlı olduğuna dikkati çeken Demirezer, ''Örneğin sarımsak çok faydalı diye bilinir. Gerçekten çok faydalıdır ancak fazla alındığı zaman karaciğer enzimlerini etkilediği için sperm hareketliğini azaltıyor. Bu da üremeyi olumsuz etkiliyor'' dedi.
Demirezer, son yıllarda en çok tüketilen bitkilerden sinamekinin de yanlış kullanıldığına işaret ederek, ''Sinameki ürünleri kesinlikle 2 haftadan fazla kullanılmamalı. Kullanıldığı durumlarda potasyum azalabilir, potasyum azalınca kalp kaslarına etki eder. Sonuç, kalp hastalığına kadar gidebilir'' diye konuştu.

Son günlerde özellikle zayıflamak için kullanılan yosun haplarının da yan etkileri olduğuna dikkati çeken Demirezer, ''Lida isimli yosun hapının içinde 'sibütramin' maddesi olduğu tespit edildi. Bu, yağ atıcı ilaçların içindeki sentetik bir madde. İnsanlar, sadece yosunla zayıfladıklarını sanıyorlar, oysa resmen ilaç kullanıyorlar'' dedi.

1268
SAĞLIK BİLGİLERİ / Bebek emzikleri de AB uyumlu oldu
« : 31 Mayıs 2008, 12:21:23 »
Bebek emzikleri de AB uyumlu oldu
Bebek emzikleri de AB uyumlu oldu
ANKARA (İHA) - Sağlık Bakanlığı, Avrupa Birliği'ne (AB) uyum çalışmaları kapsamında bebeklerin kullandığı emziklere de standart getirdi. Bakanlık, üzerinde, 'CE' işareti olmayan emziklerin satışına izin vermiyor.

Sağlık Bakanlığı başta Avrupa ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de anne sütü muadillerinin gereksiz ve hatalı kullanımının önlenmesi, emzirmenin korunması, özendirilmesi, bu kapsamda yalancı emziklerin pazarlanması ve dağıtımına düzenleme getirdi. Sağlık Bakanlığı, bebek ve çocukların dengeli ve sağlıklı beslenmelerini güvence altına almak amacıyla emziklerde 'CE' işareti uygulaması başlattı. Böylece emziklerle ilgili mevzuatta yapılan uyumlaştırma sonucunda; yüksek standartlarda üretilmiş emziklerin bebeklerde kullanımı sağlandı. Emzikler ile ilgili yetkili otoriteye tüketiciden şikayet gelmesi halinde söz konusu ürünler inceleniyor, gerekli görülürse ürünün piyasadan toplatılmasına karar verilebiliyor. Bu amaç doğrultusunda tüketici şikayetlerine gerek olmaksızın oluşturulacak kayıt ve denetimlerle etkili bir Piyasa Gözetim Sistemi oluşturuldu.

Öte yandan, kaplıcalarda tedavi gören hastaların tedavi giderlerinin devlet tarafından karşılanması uygulaması bu yıl da devam edecek. 2006 yılı Bütçe Uygulama Talimatı'nda ilgili uzman doktor tarafından önerilmesi halinde kaplıcada yapılan tedavilerin bir kısmının devlet tarafından karşılanmasına izin verildi. Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanan yönetmeliğin 28. maddesine göre, sağlık kurulları tarafından kaplıcalarda tedavilerine gerek görülenler, Sağlık Bakanlığınca tespit edilen kaplıcalarda tedavi
olabilecekler. Bunlara, 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri gereğince yol masrafı ve gündelik ile buralarda görmüş oldukları tedavi giderleri ve raporlarında belirtilen gün sayısını aşmamak üzere banyo giriş ücretleri, Bütçe Uygulama Talimatı'nın Fiyat Tarifesinde yer alan fiyat tarifesindeki miktarlar kadarı ödenecek. Ancak hastanın yatak ve yemek bedeli karşılanmayacak. Söz konusu yönetmeliğin 28. maddesine göre kaplıca tedavilerine gerek görülenlerin; buralarda yaptırmış oldukları tedavilerinde kullanılan ilaç bedellerinin ise yüzde 20'si ilacın temini sırasında usullere uygun olarak hastalardan peşin olarak alınacak.

1269
Fındığın İnsan Sağlığına Yararları
Fındığın İnsan Sağlığına Yararları




Kanser ve Kalp Damar Yetersizliğine Karşı Fındık ve Fındık Yağı

Saglıklı beslenme ve gıda teknolijisi alanlarında kamu ve özel sektör kuruluşlarının kısa ve uzun vadeli sorunlarına iyi donatılmış labaratuar ve teknoliji gücü ile uygulamaya dönük çözümler bulmak amacıyla kurulan TÜBİTAK MARMARA MERKEZİ. Beslenme ve Gıda Teknolijisi Bölümü birim Başkanı Prof.Dr.Mehmet Pala ve çalışma arkadaşları Fındık ve Fındık Yağının saglık açısından degerlendirilmesi proje dahilinde araştırarak sonuçlarını kamuoyuna sundular.
Prof.Dr.Mehmet Pala ve Dr.Filiz Açkurt yaptıkları açıklamada; Fındık ve Fındık yağının ulusal ekonomiye yaptığı 1 milyar doları aşkın katkının yanında besleyici özellikleri ile en önemli besinlerimizden biri oldugunu açıkladılar.
Elde edilen sonuçlar degerlendirildiginde; Enerji degeri 639kcal/100g olan fındıgın protein içerigi % 8.2 olarak bulunmuştur.Bu deger bitkisel kaynaklı proteinler için önemli sayılmaktadır. İncelenen fındık çeşitlerinde ortalama yağ oranı % 62.7 olarak saptanmıştır. Bu yagın, yağ asitleri bileşimin %82 sini oleik asit oluşturmaktadır.
Son yıllarda yapılan çalışmalarda fındıkta çok yüksek düzeylerde bulunan tek çift baglı doymamış yağ asidi oleikasidin kanda kolestürün yükselmesini önledigi ve böylece kalp-damar hastalıklarına karşı korucu etki gösterdigi belirtilmektedir.
Fındıgın ve Fındık yağının bu açıdan önemi Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya eyalitinde yapılan 6 yıl süreli bir araştırma ile de belirlenmiştir. Bu çalışmaya göre günde en az bir kere fındık yiyen veya fındık yağı kulanan bir insanın, hiç fındık yağı kullanmayan insana göre enfarktüsten ölme riski yarı yarıya azalmaktadır.
İncelenen fındık ve fındık yağı örneklerinde ortalama vitamin içerikleri;

B1 vitamin 0.33,
B2 vitamin 0.12,
niasin 1.75,
B6 vitamini 0.24,
E vitamini 31.4 MG/100GR`dır.

Fındık ve fındık yağı vucutta karbonhitrat protein ve yağ metobolizmasında düzenleyici olarak görev yapan bazı B gurubu vitaminler için önemli bir kaynaktır. B1 ve B2 vitaminleri için iyi, B6 vitamini içinse çok iyi kaynak oldugu saptanmıştır TÜBİTAK tarafından ülke çapında 960 okul çoçuyla yapılan bir tarama çalışmasında Türk çocuklarının %90'nı B2, %84'ünün de B6 vitamin yönünden yetersiz beslendikleri gözlenmiştir.Kan yapımı ve ruhsal sağlık açısından gerekli olan B2 ve B6 vitaminleri fındık ve fındık yağında önemli düzeylerde bulundugundan bu besinin her gün düzenli olarak tüketilmesi ülkemiz çocuklarının iki ana beslenme sorununa pratik bir çözüm olarak düşünülmektedir.
Fındık ve fındık yağı E vitaminin bilinen en iyi kaynagıdır. Bu vitaminin kalp ve diger kasların sağlığı ve üreme sisteminin normal çalışması için gereklidir. Alyuvarların parçalanmasını önleyerek yine ülkemizde yaygın olan kansızlıga karşı koruyucu etki oluşmasını önleyerek veya oluştuktan sonra onları etkisiz hale getirerek kanser hastalıgına karşı korumasıdır.
Fındıkta ve fındık yağında E vitamini yüksek, çok çift baglı doymamış yağ asidinin az olması vucutta özellikle kalp dokularındaki hücrelerin korunmasını sağlamaktadır.
Fındık ve fındık yağının kemiklerin ve dişlerin yapımı için gerekli olan kalsiyum kan yapımında görev alan demir büyüme ve çinsiyet hormonalrının gelişmesinde rol oynayan çinko için en iyi kaynaklarında birisidir. Ayrıca sinirlerin uyarımı ve kas dokusunun çalışması için gerekli olan potasyumda zengindir. İşte bu yüzden fındığın ve fındık yağının insan yaşamında degerli bir yeri oldugu görülmektedir.
Fındık ve Fındık Yağı

Fındık Dünya üzerinde 36-41 enlemlerinde yetişebilen ve kendine özgü iklime ihtiyaç duyan bir bitkidir . Kıyılardan en çok 30 km içerlerde ve yüksekliği 750-1800m yi geçmeyen yerlerde yetiştirilir. Dünyada en önemli fındık dikim bölgeleri; Türkiye, İtalya ve Amerikada dır. Fındık dikimine ve yetiştirilmesine en ungun koşullara sahip ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye fındık rekoltesinin hemen hemen tamamına yakın bölümünü en uygun toprak ve iklim koşullarına sahip Karadeniz Bölgemizden elde edilir. Bugün Ülkemizde başta Doğu kesimleri olamk üzere tüm Karadeniz yöresinde 300 bine yakın aile yaklaşık 600 bin hektar alanda fındık yetiştiriçiligi yapmakta ve yine yaklaşık 8 milyon kişi doğrudan veya dolaylı olarak geçimini Fındık tarımından sağlamaktadır.
Fındık tarımında biyolojik, fizyolojik ve cografi faktorler dogrudan dogruya Rekolteye etki etmektedir. Bu nedenle gerek Ülkemiz ve gerekse Dünya fındık üretimi yıldan yıla degişiklikler gösterir. Dünya fındık üretmi son yıllardaki alan artışları ile hemen her yıl 500-600 bin ton dolaylarında gerçekleşmektedir. Türkiye `nin bu üretimdeki payı; İtalya, İspanya, ABD, Yunanistan ve diger ülkelerin önünde %65-75 arasında degişmektedir. Fındık eski çağlardan beri besin degeri yüksek olan insana güç ve kuvvet veren bir ürün olarak bilinir. Gerçekten fındık sağlıklı beslenme açısından büyük dönem taşıyan besin ögelerini taşımaktadır. TÜBİTAK Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Merkezi Gıda ve Sogutma Teknolijileri Araştırma Bölümünde bu konuda yürütülen kapsamlı çalışmalar sonuçlanmıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına göre Fındıgın genel kimyasal bileşimi (g/100g)esas alınarak şöyle oluşmaktadır.
Fındıgın genel kimyasal bileşimi (g/100g)

NEM 4.6
YAĞ 62.7
KARBONHİDRAT 11.6
PROTEİN 16.2
SELULOZ 2.7
KÜL 2.2

Fındığın içindeki Vitaminler (mg/100)

B1 Vitamini :0.33
B6Vitamin :0.24
B2 Vitamini :0.12
E Vitamini :31.4
NİASİN :1.75

Fındığın içindeki Minareller (mg/100)

DEMİR :5.8
POTASYUM :655.3
BAKIR :1.3
KALSİYUM :160.0
SODYUM :2.1
MANGANEZ :5.1
ÇİNKO :2.2
MANGNEZYUM :16.2

Fındık vucutta karbonhidrat protein ve yağ metabolizmasında düzenleyici görevleri olan bir kısım B grubu vitaminler yönünden zengin bir kaynaktır. B1, B2 ve özellikle B6 vitamini fındıkta bol miktarda bulunur. Kan yapımı ve ruhsal sağlık için gerekli olan B2 ve B6 vitaminleri, gelişme çagında okul çocuklarının beslenmesinde büyük önem taşımaktadır. Bu yönüyle okullarımızdaki günlük beslenme programlarında, fındığa yer verilmesi çecuklarımızın sağlıklı beslenmeleri açısından pratik ve ekonomik çözüm olarak düşünülmektedir. Bu gerçek A.B.D de californiya eyalitinde yapılan altı yıl süreli bir araştırma ile de kanıtlanmştır. Bu çalışmaya göre günde en az bir avuç fındık yiyen bir insanın enfarktüsten ölme riski hiç fındık yemeyen bir kimseye göre yarı yarıya azalmaktadır.
Evet, fındıkta yağ vardır. Hem de %60-70 oranında. Yağların organizmada enerji saglamalarının yanı sıra vücut ısısının korunması dış etkenlere karşı korunma ve yagda eriyen vitaminlerin taşınması gibi önemli foksiyonları vardır. Ayrıca yağların bileşimde organizmamız için çeşitli görev ve yararları olan Yağ Asitleri bulunmaktadır.
Fındık yağındaki yağ asitleri bileşimini %83 Oleik Asit oluşturmaktadır. Son yıllardaki Tübitak Yıldız Teknik Üniversitesi ve 19 Mayıs Üniversitesinde ve Refik Saydam Hıfzısına Merkezi Başkanlıgınca yapılan Bilimsel araştırmalar da; Oleik Asitin kanda kollestrolün yükselmesini önledigi Kolestrolü %26.2 oranında düşündügünü kan şekerini düzenledigini ve kalp-damar hastalıklarına karşı koruyucu etkiye sahip oldugunu ve kalp hastalıklarında koruyucu Apapratein A-1'i % 28 artırdıgı riskli Apapratein B yi %7,5 azaltıgını ortaya koymuşlardır.
Fındık yağının bileşimde (mg/100) baz alındıgında E vitamini :11.29 Kalsiyum : 450.00 Demir :2.69 ve bakır :0.75 oranında bulunmaktadır Ayrıca fındık yağında %12 oranında Linoleik Asit vardır Esansiyesl bir yağ asidi olan Linoleik asit vücut tarafından yapılanmakta vücudumuz bu maddegi dışarıdan yani gıdalarla almaktadır. Organızmanın büyümesi ve sağlıklı gelişmesi için son derece gerekli olan bu asit fındık yağında bol miktarda bulunmaktadır. Dolasıyla Fındık yağı oleik asit ve linoleik asit gibi 2 önemli yağ asidini bileşimde bulunduran ender besinlerden birisidir.
E vitamininin bilinen en iyi kaynagı fındık yağıdır. Bu vitamin kalp ve diger kasların sağlığı ve üreme sisteminin normal çalışması için gereklidir. Alyuvarların Parçalanmasını önleyerek kansızlıga karşı koruyucu etki yapmaktadır. E vitaminin son yıllar da ortaya konan bir başka özelligi de kanser yapıcı etmenlerin oluşmasını önleyerek veya oluştuktan sonra onları etkisiz hale getirerek bu korkunç hastalıga karşı vücudu korumasıdır. Görülüyor ki içeriddigi zengin vitamin yapısıyla fındık yağı kalp damar hastalıklarıyla Kansere karşıda koruyucu etkiye sahiptir.
1986 Yılı Çernobil Nükleer patlamsından en çok etkilenen bölgelerden 1. Trakya ve 2.derece etkilenen Dogu Kradeniz bölgesi oldugunu hepimiz bilmekteyiz, ancak 1968 yılında türkiye Atom Enerji Kurumunca yapılan tetkiklerde de diger illerde örnegin Bursada kanserli hasta oranı binde 2 iken Kradeniz Bölgemizde bu oran on binde bir olarak belirlenmiştir, bu durumda fındıgın kansere karşı kouruyucu etki yaptığını göstermektedir.
Bileşimdeki minarellere gelince fındık yağı kemiklerin ve dişlerin güçlenmesi için gerekli olan kalsiyum kan yapımında görev alan demir büyüme ve çinsiyet hormonlarının gelişimde rol oynayan çinko için en iyi bitkisel kaynaktır. Ayrıca sinirlerin uyarımı ve kas dokusunun çalışması için gerekli olan potasyumca zengin dir. Bu açıdan da bakıldıgında fındık yağı saglıklı yaşamda yeri olan degerli bir yağ oldugu görülmektedir.

1270
SAĞLIK BİLGİLERİ / Hamileler nasıl beslenmeli?
« : 31 Mayıs 2008, 12:20:36 »
Hamileler nasıl beslenmeli?
Hamilelik döneminde anne adayının enerji, protein, mineral ve vitaminlere ihtiyacı artar. Gün içinde düzenli olarak tüketilecek üç öğünde; süt ve süt ürünleri, meyve ve sebzeler, ekmek ve tahılgiller ile yüksek proteinli gıdaların bulunmasına dikkat edilmeli.

BOL BOL BALIK VE SÜT ÜRÜNLERİ

Hamilelikte artan protein gereksinimi için balık, et, süt ve süt ürünleri ile kurubaklagiller tüketilmeli. Balık yağıyla, D vitamini ve çinko ihtiyacı karşılanmalı. Bebeğin iyot ihtiyacı için iyotlu tuz kullanılmalı.

SALAM VE SUCUKTAN UZAK DURUN

Hamilelik döneminde alkol alınmamalı, sigara içilmemeli, kahve ve çay gibi kafein içeren içecekler mümkün olduğunca az tüketilmeli. Salam, sucuk ve sosis gibi katkı maddesi olan besinlerden de uzak durulmalı.

İçeriği bilinmeyen hazır gıdalar, sodyum yani tuz içeriği yüksek besinler, katkı maddelerince zengin yapay besinler başta olmak üzere fast food gıdalara da mönülerde yer verilmemeli.

1271
SAĞLIK BİLGİLERİ / Yüksek Tansiyon
« : 31 Mayıs 2008, 12:19:53 »
Yüksek Tansiyon
Yüksek Tansiyon
Kan dolaşımının sağlanması için bir basınç gereklidir. Bu basıncın normalden fazla olmasına hipertansiyon denir.

Hipertansiyon için kullanılan diğer bir isim ise, YÜKSEK TANSİYON'dur. Kan basıncı ölçülürken 2 kan basıncı değerine bakılır

Büyük tansiyon (sistolik kan basıncı)

Küçük tansiyon (diyastolik kan basıncı)



Hipertansiyonun Derecesi

Hipertansiyon az ya da çok bilinen nedenlere dayanan sınıflandırılmasına ek olarak şiddet derecesine göre de sınıflandırılabilir.


Arteryel hipertansiyon tipi
Kan basıncı düzeyi

Normal
120/80 mmHg ve altı

Prehipertansiyon (Hipertansiyon adayı)
120-139/80-89 mmHg

Evre 1
140-159/90-99 mmHg

Evre 2
160-179/100-109 mmHg

Evre 3
180/110 mmHg ve üstü




Buradaki sınıflandırmaya göre en sık karşılaşılan tip Evre 1 ve Evre 2 hipertansiyondur.


Hipertansiyon çok yaygın bir hastalıktır. Hipertansiyon, kalıcı sakatlık ve ölüm nedeni olan toplumsal bir sorundur. Hastaların azımsanmayacak bir kısmının kan basıncı yüksekliğinin farkında olmaması, hipertansiyonun önemini artırmaktadır. Hipertansiyon, değişik böbrek, kalp, damar hastalıklarına, felçlere ve görme kaybına yol açabilir. Tuz tüketiminin fazla olduğu toplumlarda, kan basıncı yüksekliğine daha sık rastlanır. 70 yaşın üzerinde, hipertansiyon sıklığı % 30'lara çıkabilir. Özet olarak; toplumdaki 5-6 erişkinden birinde, kan basıncı yüksekliği vardır.

Hipertansiyonun Sınıflandırılması

Hipertansiyon, sıklıkla, nedenine göre sınıflandırılır. Buna göre iki tip vardır.

esansiyel (primer - birincil) hipertansiyon

sekonder (ikincil) hipertansiyon

Hipertansiyon vakalarının yaklaşık %90'ı, nedeni bilinmediğinden primer ya da "esansiyel" hipertansiyon olarak adlandırılır.

Hipertansiyon vakalarının geriye kalan bölümüne, yani yaklaşık %10'una bu durumun nedeni bilindiğinden "sekonder " hipertansiyon denir. Böbrek kökenli olan (renal) hipertansiyon bunların en yaygın olanıdır.


Sekonder Hipertansiyon

Bu tipte yüksek kan basıncı, bilinen bir nedenden kaynaklanmaktadır. Neden olan hastalık tedavi edildiğinde hipertansiyon düzelebilir.

Böbrek hastalığı: Renal hipertansiyon olarak adlandırılır. Varolan bir böbrek hastalığı kan basıncının yükselmesine neden olur.

Endokrin hastalıkları: Endokrin sistemi etkileyen hastalıklar kan basıncını da etkiler, çünkü adrenal bezler çeşitli kan basıncını kontrol eden mekanizmaları düzenler.

İlaçlar: Bazı ilaçlar, örneğin kortikosteroidler, oral kontraseptifler (aldosteron sekresyonu ve plazma reninini arttırarak), nazal dekonjestanlar, amfetamin, tiroid hormonları, NSAID, soğuk algınlığı ilaçları, siklosporin, eritropoetin, iştah kesiciler, trisiklik antidepresanlar, MAO inhibitörleri, alkol (günde 70-100 mL civarında alkollü içki alınması hipokalemik alkalozla birlikte hipertansiyona neden olur) kan basıncının yükselmesine neden olurlar. Bu ilaçların bırakılması ile kan basıncı normale döner.


Diğer Sebepler


Aort koarktasyonu: aortun doğuştan dar olması

Gebelik toksemisi: hipertansiyon, albuminüri, ödem ile karakterize, gebeliğin ikinci yarısında oluşan bir hastalık.

Beyin tümörü ya da lezyonu: intrakraniyel basınca yol açarak kan basıncının hızla yükselmesine neden olur.



Yüksek tansiyonun oluşmasındaki faktörler

Değiştirilemez Faktörler

Kalıtım: Ailesinde yüksek tansiyon hastası bulunan kimselerde hipertansiyon gelişme riski yüksektir. Ancak bu, yüksek tansiyonluların yakınlarında da mutlaka yüksek tansiyon gelişeceği anlamına gelmez. Ancak bu kişiler daha dikkatli olmalıdır.

Yaş: Yüksek tansiyon genellikle 35 ile 50 yaşları arasında ortaya çıkar. Ancak bu hastalık daha genç yaşlarda da gelişebilir.

Cinsiyet: Yüksek tansiyon 50 yaşından küçük erkeklerde, kadınlara göre daha sık görülür. 50 yaş üstünde ise kadınlarda erkeklere göre sıklığı artar.

Şeker hastalığı: Şeker hastalarında yüksek tansiyonun ortaya çıkma riski, şeker hastası olmayanlara göre daha fazladır. Şeker hastalarında hipertansiyonun kontrolü çok daha önemlidir ve çok daha aşağılara çekilmesi gerekir.

Değiştirilebilir Faktörler

Şişmanlık: Fazla kilolar, kan basıncı üzerinde olumsuz rol oynayarak yüksek tansiyona zemin hazırlar. Bu yüzden fazla kiloların verilmesi, kan basıncının normal düzeye indirilmesine büyük ölçüde yardımcı olur.

Sigara: Sigara, yüksek tansiyonun damarlar üzerindeki zararlı etkilerini hızlandırır.

Tuz: Yüksek kan basıncı, tuzlu yiyeceklerle daha da yükselir.

Stres: Aşırı sıkıntılı bir yaşam biçimi, yüksek tansiyonun ortaya çıkması için zemin hazırlar.

Hareketsizlik: Düzenli yapılan egzersiz ve spor, yüksek tansiyonun kontrol altına alınmasını kolaylaştırır.

Fazla alkol: Aşırı miktarda alınan alkol, damar sağlığı üzerinde olumsuz etkide bulunur. Günlük alkol tüketimi en fazla 60 ml viski, rakı veya votka, 300 ml şarap veya 720 ml bira olmalıdır. Kadınlar ve zayıf olanlarda bu miktarlar daha az olmalıdır.

Hipertansiyonun belirtileri nelerdir?

Hipertansiyon çoğu zaman belirti vermez. Yüksek tansiyon hastalığının belirtileri, sabahları ense bölgesinde hissedilen ağrı, nefes darlığı, çarpıntı, baş dönmesi, baş ağrısı, sık idrara çıkma olabilir. Daha da önemlisi; tansiyon yüksek, hatta çok yüksek olduğu halde bazı hastalarda hiç bir şikayet olmayabilir.

Bu nedenle dikkatli olmak ve aralıklı ölçüm yaptırmak gerekir. Zaman zaman bulantı-kusma, burun kanaması, uyuşukluk, yorgunluk, endişe, kulak çınlaması, bulanık görme veya gözlerde kararma ve fazla idrar çıkarma gibi belirtiler gözlenebilir.

Kan basıncı ölçülürken nelere dikkat edilmelidir.


Tansiyon ölçülmeden en az 15 dakika önce dinlenmelisiniz. son yarım saat içinde sigara veya kafeinli yiyecek almamış olmalısınız. Tansiyon aleti kolunuzun çevresini ve boyunu yeterli olarak sarmalıdır. Dinlenme cihazları (steteskop) tansiyon aletinin manşonu altına sokmamalısınız.



Hipertansiyonun vücuda zararları nelerdir?

-Ateroskleroz(Damar sertliği)
-Beyin kanaması ve felç
-Kalp krizi ve yetmezliği
-Gözlerde görme kaybı
-Böbrek hasarı gibi hastalıklar kişinin yaşam kalitesini bozar ve ömrünü kısaltır.
Bu nedenle hipertansiyon önemle tedavisi gereken bir hastalıktır.

Tedavisi nedir?

Yüksek tansiyon; kolesterol yüksekliği, şeker hastalığı, sigara, şişmanlık gibi kalp damar hastalığına zemin hazırlayan ve ilerlemesini hızlandıran önemli risk faktörlerinden biridir. Bunun için yüksek tansiyon tedavisinde diğer risk faktörlerinin de olup olmadığı araştırılmalıdır.

Kan basıncını normale indirmek için hayatınızda bazı değişiklikler yapmanız ve değiştirilebilir faktörlere dikkat etmeniz gerekir. Yüksek tansiyona karşı mücadelede atılacak en önemli adım, fazla kilolar varsa vermek ve yediklerinizi kontrol altına almaktır. Bunun için az tuzlu yemeniz (tamamen tuzsuz değil) ve katı yağlı yiyeceklerden kaçınmanız, porsiyonlarınızı küçültmeniz etkili bir önlem olacaktır. Fazla olan her 10 kilonun verilmesi yüksek tansiyonun 5-20 mm cıva düşmesini sağlar. Diyetin, meyve, sebze ve katı yağ içeriği azaltılmış süt ürünlerinden zengin olması da tansiyonun normale dönmesinde katkıda bulunur.

Düzenli spor yapmanız (veya daha da kolay olarak haftada en az 3 gün ve en az 30 dk tempolu yürüyüş) bir çok yararlı etkisinin yanı sıra yüksek tansiyonu 4-9 mm cıva kadar düşürür.

Sigarayı bırakmanız, alkol tüketimini azaltmanız ve stresle başa çıkmaya çalışmanız da yüksek tansiyonu kontrol altına almaya yardımcı olur.

Yaşam biçiminizde yapacağınız bu değişikliklere karşın kan basıncınız hala yüksekse veya tansiyonunuzun yalnızca bu önlemlerle normale dönmeyeceğini düşünüyorsa, doktorunuz size ilaç tedavisi uygulayacaktır. İlaç tedavisinde kullanılacak ilaçların cinsi, dozu ve çeşitliliği tamamen doktorunuzun kontrolü altında olmalıdır. Doktorunuz bu amaç için, bazen bir, bazen de birden fazla ilaç kullanabilir. Asla doktorunuz dışındakilerden tavsiye üzerine herhangi bir ilaç almayın. Unutmayınız ki başka bir hastada çok iyi sonuçlar vermiş olan bir ilaç sizde tam tersi zararlı sonuçlara yol açabilir.

Doktorunuz, tansiyonunuz kontrol altına alınıncaya kadar sık aralıklarla, kontrol altına alındıktan sonra ise hastalık durumunuza göre belli zamanlarda kontrole çağıracaktır. İlaç tedavisinde en önemli unsur, doktorunuzun verdiği ilaçları, kendinizi iyi hissetseniz bile kesintisiz ve düzenli olarak almaktır. Yapılan en büyük hata, tansiyon kontrol altına alındıktan sonra ilaca gerek kalmadığı düşünülerek ilacın azaltılması veya kesilmesidir. Unutmayınız ki, ilacın azaltılması veya kesilmesi durumunda tansiyonunuz tekrar yükselecektir. İlaçları düzenli almadığınız için tedavi edilemeyen yüksek tansiyonun, ölümcül sonuçlara yol açabileceğini aklınızdan çıkarmayınız.



Önümüzdeki yazıda yaygın olan başka bir hastalığı (astim hastaliği) sizlere aktaracağım insAllah. Tekrar görüşünceye dek Allah'a emanet olun ve sağlık sıhhat içinde kalın.

Saygılar

Hekim Berna Çarıkcı

1272
Patlıcan kalp hastalıklarını önlüyor
İÇİNDE A vitamini, fosfor ve esans olan patlıcan kalp çarpıntısını önlüyor ve sinirleri yatıştırıyor...

Türk mutfağının gediklisi olan patlıcan, sağlığın tadına da katkıda bulunuyor. A vitamini, fosfor ve kendisine has bazı esanslara sahip olan patlıcanın, kalp hastalıklarını engellediği ve sinirleri yatıştırdığı açıklandı. Patlıcanın pankreas, karaciğer ve böbrekleri kuvvetlendirdiği, vücuttaki fazla suyu dışarı boşalttığı ve kilo verdirdiği kaydedildi. Ayrıca şeker hastalarına da her gün patlıcan yemeleri önerildi.