İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - LeGeND-MæN

Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 ... 497
49
FENERBAHCE / Hasret bitiyor
« : 28 Mayıs 2008, 09:10:39 »
Hasret bitiyor

Silah altına alınmamak için kiralık giden milli yıldız, yasanın yürürlüğe girmesiyle yeniden sarı-lacivertli formayı giyecek.


Başbakan onay verdi
Askerlik sorunu nedeniyle futbol hayatına yurt dışında devam eden Tümer'in, hükümetin askerlik yaşını 38'e yükseltmek için girişimlere başlaması üzerine F.Bahçe'ye dönmesi gündemde. Başbakan Erdoğan ile bir araya gelen Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, konuyu masaya yatırdı, 38 yaş
için mutabakata varıldı.

Yasanın kapsamı geniş
Hazırlanacak kanun teklifiyle A Milli Takım kadrolarında yer alan, olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonları ile uluslararası müsabakalarda ilk 3'e giren ve aktif spor yaşamını sürdüren sporcuların askerlikleri 38 yaşına kadar tecil edilecek. 34 yaşına giren ve tecil süresi dolan Tümer, futbol oynayabilmek için Yunan Larissa ekibine kiralık gitmişti.

50
FENERBAHCE / Fener'de Maniche sürprizi
« : 28 Mayıs 2008, 09:10:15 »
Fener'de Maniche sürprizi


İspanya'nın AS gazetesi "Maniche, F.Bahçe'nin teklifini kabul etmedi" diye yazdı.

***

Maniche 'olmaz' dedi

İspanyol AS gazetesi, Atletico Madrid'den ayrılacak olan Portekizli yıldızın Fenerbahçe'den aldığı cazip transfer teklifini kabul etmediğini ileri sürdü.

Transferde gizliliği esas alan Fenerbahçe'nin geçen sezon ortasında İnter'e kiralık giden Atletico Madrid'li orta saha oyuncusu Maniche'ye transfer teklifinde bulunduğu ileri sürüldü. İddiayı İspanyol AS gazetesi ortaya attı. Ancak 30 yaşındaki yıldızın teklifi nazikçe reddettiği belirtildi.

Asıl adı Nuno Ricardo Oliviera Riberiro olan Portekizli
oyuncunun tercihinin İngiliz veya Fransız takımları olduğu vurgulandı. Madrid ekibinin, Scolari tarafından Portekiz Milli Takımı'nın EURO 2008 kadrosuna davet edilmeyen Maniche için 8 milyon euro bonservis ücreti istediği ifade edildi.

51
FENERBAHCE / Şimdi yandı
« : 28 Mayıs 2008, 09:10:01 »
Şimdi yandı

Kalmasına sıcak bakılmayan Şilili futbolcunun rahatsızlığının ciddi olduğu öğrenilirken, bu durum F.Bahçe'de kalmasını güçleştirdi.


Alex'te de var
Fenerbahçe, bir türlü isteneni veremeyen Maldonado ile yolları ayırmak istiyordu. Teknik direktör Zico bu oyuncuya kefil olduğunu söyleyince, yönetimden Şililinin kalması yönünde karar çıkmıştı. Ancak Brezilya'dan gelen şok haber bu oyuncuya gönülsüz "evet" diyen yönetimin elini güçlendirdi. Maldonado'nun tıpkı Alex gibi
kasık bölgelerinden sorunlu olduğu, PUBİS denilen rahatsızlığın, sık sık oynamaya engel bir durum yarattığı belirtildi.

Appiah ayrı dert!
Şu anda Roberto Carlos'un da tedavisini üstlenen Palmeiras'ın sağlık ekibine muayene olan futbolcu için menajeri Figer'le temasa geçildi. Yönetimin Figer'e "Zico kalmasını istiyor. Ancak sakatsa hesaplarımızı bozar" diyerek bu konuda net bir cevap beklediklerini söylediği öğrenildi. Appiah'ta da benzer sorun yaşanıyor. Sahalara dönmesinin altı ayı bulacağı söylenen Ganalı ile ilgili ne tür bir karar alınacağı merakla bekleniyor. Bu sorunlar aşılmadan yabancı transferleri netleşmeyecek.

52
FENERBAHCE / Baptista pazarlığı
« : 28 Mayıs 2008, 09:09:39 »
Baptista pazarlığı


Ünlü menajerle Baptista'nın şartlarını görüşen Fener yönetimi, istenen rakama inilirse transferi bitirecek

***

Baptista pazarlığı

Yıldırım istiyor
Fenerbahçe, İspanya şampiyonu Real Madrid'in 'komple' özellikleriyle tanınan Brezilyalısı Baptista için seferber oldu. Her sene büyük yıldız sözü veren başkan Aziz Yıldırım'ın Adriano, Shevchenko ve Kanoute'den sonra Baptista için de daha ciddi çalışma yapmaları için transfer komitesini harekete geçirdi. Bu amaçla futbolcunun
menajeri Juan Figer, pazarlık yapılmak üzere İstanbul'a davet edildi.

Bonservisi uçuk!
Geçen pazar gününden beri İstanbul'da olan Figer'le sambacının şartları görüşüldü. Fenerbahçe bu transferde, önce Baptista ile anlaşıp kozları ele geçirmek istiyor. Bir sonraki aşama olarak 27 yaşındaki futbolcunun kulübü Real Madrid'le masaya oturulacak. İspanyol kulübü, Baptista'nın bonservisi için 15 milyon euro istiyor. Sambacının, takımdaki Brezilyalılar nedeniyle Fener'e sıcak baktığı belirtiliyor.

Julio Baptista kimdir?
Doğum tarihi: 1 Ekim 1981
Doğum yeri: Brezilya
Boyu: 1.83 m Kilo: 74 kg
Mevkii: ForvetKariyeri: 207 maç / 61 gol
Milli Takım: 35 maç / 10 gol
Sözleşme bitiş tarihi: 2010

53
FENERBAHCE / Gelin alın
« : 28 Mayıs 2008, 09:08:59 »
Gelin alın

Fotomaç'a konuşan menajer Rinaldi, "F.Bahçe, Adriano'yu istiyorsa bizimle görüşebilir ve bu transfer kolayca gerçekleşir. Çünkü koşullar çok uygun" dedi.


F.Bahçe, başkan Aziz Yıldırım'ın 2 Haziran'da FBTV'de yapacağı konuşma nedeniyle bu tarihe kadar en az bir transferi bitirmeye çalışırken, listedeki yıldızlardan Adriano'nun menajeri Gilmar Rinaldi çok önemli açıklamalarda bulundu. Fotomaç'ın sorularını yanıtlayan Rinaldi, F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım'a açık çağrıda bulunarak "Adriano konusunda harekete
geçmek için en uygun zaman. Transfer için koşullar çok müsait. Eğer F.Bahçe, Adriano'yu almak istiyorsa gelip bizimle görüşebilir ve bu transfer kolayca gerçekleşir" dedi.

Adriano'nun, bonservisini elinde bulunduran İnter'de forma giyme şansının çok az olduğunu açıkyürekli bir şekilde dile getiren menajer Rinaldi, "Biz Adriano için en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Zico'nun onu çok istediğini biliyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse F.Bahçe, Adriano için de çok iyi bir seçenek olur. Çünkü F.Bahçe, Avrupa'da yükselme trendinde olan bir kulüp. Hedefleri var. Adriano da kendini tekrar kanıtlamak istiyor. Eğer transfer gerçekleşirse her iki taraf da bundan maksimum oranda fayda sağlar" ifadesini kullandı.

54
DİNİ BİLGİLER / Ruhların hazır olması
« : 27 Mayıs 2008, 21:02:21 »

Sağ veya ölü bir velinin ruhunun hazır olup yardım etmesi Allah�ın izni ile olur. Şu meşhur menkıbeyi bilen çoktur:

Ebu Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkışınca benden yardım isteyin) buyurur. Yolda talebelerini, eşkıya yakalar. Onlar, kurtulmaları için Allahü teâlâya dua ederler; fakat kurtulamazlar. Bir talebe Ya Ebel Hasan, imdat! der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, (Biz Allah�tan yardım istediğimiz halde soyulduk. Fakat şu arkadaşımız, sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da, (Allahü teâlâ günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, (Ya Rabbi bu talebemi kurtar!) dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbimizdi) diye cevap verdi. (Tezkiret-ül-evliya)

Sizin dediğiniz gibi, bir kimse, (Ben hayattayım, diriyim, ben bilirim, işitirim, görürüm, iradem vardır, konuşurum) dese, bu sıfatlar Allah�a mahsustur böyle söyleyen kâfir olur denmez. İnsanın bilmesi, görmesi, işitmesi, Allahü teâlânın, bilmesi, görmesi ve işitmesi gibi değildir. Enbiyanın ve evliyanın ruhlarının hazır olması da böyledir. Hazır olmaları daimi değildir. Bir kimse, Allah her yerde hazır ve nazırdır dese, tevilini bilmese, Allah�a mekan gösterdiği için tehlikelidir. Her yerde demekle Ona mekan isnat edilmiş olur. Bir hadis-i şerifte, (Allah her yerde hazır ve nazırdır) buyuruluyor. Âlimler, bu hadis-i şerifi açıklarken, (Bu ifade mecazdır, zamansız ve mekansız hiç bir yerde olmayarak hazır ve nazır demektir) şeklinde açıklamışlardır. Enbiya ve evliyanın ruhlarının hazır olması ise zamanlı ve mekanlıdır.

Gaybı da yalnız Allahü teâlâ bilir. Ama Allahü teâlâ Peygamberine veya evliyasına bildirirse o da bilebilir. Bir Peygamber veya bir veli zat, (Allah bana şu gaybı bildirdi) derse, ona kâfir denmez. Enbiya ve evliya ruhlarının hazır olması ise gaybdır. Bir kimse, görmeden, (Şu anda şeyhimin ruhu hazırdır dese küfür olur. Çünkü ben gaybı bilirim demek oluyor. Enbiya ve evliya ruhların anılan yerde hazır olması farklı şeydir. Bir kimse, (Ben evliya zatları hürmetle anarsam ruhları hazır olur) derse bunun mahzuru olmaz.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, bu kısmı gayet güzel açıklayarak buyuruyor ki:

(Kıymetli kitaplarda, �Meşayıhın ruhları hazırdır, bilirler dese kâfir olur; çünkü ruhların hazır olması gaybdır; gaybe hükmettiği için kâfir olur� deniyor. Görülüyor ki, küfre sebep olan şey, ruhların hazır olacağına inanmak değil, ruhların hazır olduğunu söylemektir. Yani ruhların hazır olduklarını bilmediği halde, hazırdır diyerek, gaybden haber verdiği için kâfir olmaktadır. Allahü teâlâ hazırdır ve nazırdır. Böyle olduğunu bildirmek için, Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hazır ve nazırdır derler. Halbuki, Allahü teâlâ, zamanlı ve mekanlı değildir. O halde, bu söz, görünüş üzere kalmaz, mecaz olur. Yani zamansız ve mekansız, yani hiçbir yerde olmayarak, hazırdır [yani bulunur] ve nazırdır [yani görür] demektir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekanlı bilmek olur. Allahü teâlâ, hayy, âlim, kadir ve mütekellim olarak ve sonsuz zamanlarda, hep hazır ve nazırdır. Hayat, ilim, kudret ve kelam sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ile ve mekan ile değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir. Böylece, hiçbir şey, Onun gibi değildir. Allahü teâlânın sıfatları, hep vardır. Önleri ve sonları, yokluk değildir. Mesela, hazırdır ve bu hazır olmaktan önce, gaib değil idi. Bundan sonra, bir hayatsızlık, yani ölüm, cahillik olmayacağı gibi, gaib olmak da, olmaz. Çünkü sıfatları da, kendi gibi ezeli ve ebedidir. Yani, hep vardır. Hiçbir kimsenin sıfatları, Onun sıfatlarına benzemez. Melekler ve Peygamberlerin ve Evliyanın ruhları ve salih müminlerin ruhları, herkim nerede ve ne zamanda ve her ne halde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Fahri âlemin (sallallahü aleyhi ve sellem), ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselamın, can almak için her anda, her yere gelmesi de, böyledir. Her Mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekanlıdır. Ezeli ve ebedi olarak değildir. Devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan tekrar yok olurlar. Allahü teâlânın hazır olması ile, ruhların hazır olması arasında çok fark vardır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi de böyledir. Ne bir melek, ne bir nebi ve ne de resul ve veli ve salih, cenab-ı Hakkın hiçbir sıfatına ortak değildir. Büyüklerin ruhları, her nerede ve her ne zaman çağrılırsa, imdada yetişir. Ruh, orada hazır olmadan önce, yok idi. Bir zaman sonra, orada yine bulunmaz. Cenab-ı Hak, ruhların hazır olduğu gibi hazır olmaz. Çünkü, böyle hazır olmak, zamanlı ve mekanlıdır. Ruhlar da, Allahü teâlânın hazır olduğu gibi hazır olamaz. Çünkü, cenab-ı Hakkın hazır olması, zamanlı ve mekanlı değildir, ezeli ve ebedidir.)

55
DİNİ BİLGİLER / Vefat eden velinin tasarrufu
« : 27 Mayıs 2008, 21:01:47 »
Vefat eden velinin tasarrufu
Sual: Vefatlarından sonra da, tasarrufu devam eden evliya var mıdır?
CEVAP
Her velinin tasarrufu görülebilir. Ebu Abdullah el-Kureşi hazretleri buyuruyor ki:

(Vefatlarından sonra kabirde, kerametleri ve tasarrufları devam eden Evliyadan dördünü gördüm. Bunlar, Maruf-i Kerhi, Abdülkadir-i Geylani, Ukayl-i Münbeci ve Hayat bin Kays el-Harrani hazretleridir.)

Bazı Velilerin bazı özellikleri ön plana çıkar, mesela filan zat, çok cömert idi denir. Bu, diğerleri cömert değil anlamına gelmez. Bu da onun gibidir. Öldükten sonra kerametleri, tasarrufu çok görüldüğü ve çok meşhur olduğu için dördü söylenmiştir. Yoksa bu söz, diğer Evliyanın vefatından sonra tasarruf ve keramet sahibi olmadıklarını göstermez. Din kitaplarında buyuruluyor ki:

Veli, dünyada iken, kınındaki kılıç gibidir. Ölünce, kınından çıkan kılıç gibi olup, tasarrufu, tesiri kuvvetlenir. (Berika)

İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebede olur. Allahü teâlâya manevi olarak yakındır. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, Allahü teâlâdır. Her şey, Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)
 

56
DİNİ BİLGİLER / Resulullaha selam vermek
« : 27 Mayıs 2008, 21:01:26 »
Resulullaha selam vermek
Sual: Vehhabiler, (Peygamber ölüdür, işitmez, ona salevat getirmek faydasızdır) diyorlar. Peygamber efendimiz salevatları işitmez mi?
CEVAP
Elbette işitir. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar dünyadaki her müslümanın her mescide girişlerinde kendisine salevat okumalarını istemekte ve ben salevatlarınızı işitirim buyurmaktadır.

Birkaç hadis-i şerif meali:
(Mescide giren kimse, Peygamberinize [Esselamü aleyküm ya Resulallah diyerek] selam versin!) [Müslim, Ebu Davud, Nesai]

(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, ancak diri olana bildirilir.)

(Cuma günü bana çok salevat getirin, çünkü salevatlar bana ulaştırılır ve ben onları işitirim.) [İbni Mace, İ. Şâfiî, Hâkim, Beyheki]

Resulullah, (Cuma günü bana çok salevat getirin. Çünkü, salevatınızı işitirim) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, salevatımızı nasıl işitirsin ki, sen artık kabrinde toprak olmaz mısın?) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ toprağın Peygamberleri çürütmesini haram etti, Onlar öldükten sonra da diridir, rızıklandırılır.) [Ebu Davud, Nesai, Beyheki]

(Bir kimse bana selam verince, Allahü teâlâ, ruhumu bana geri verir. Onun selamını işitir, cevap veririm.) [Ebu Davud]

(Yanında ben anıldığım halde bana salevat getirmeyenin burnu sürtülsün.) [Tirmizi]

(Meclislerinizi bana salat ve selam getirmekle ziynetlendirin. Salevatınız size kıyamette nur olur.) [Deylemi]

(Namazda [Ettehıyyatüden sonra], bana salevat getirmeyi ihmal etmeyin. Çünkü bu, namazınızın zekatıdır.) [Dare Kutni]

(Nerde olursanız olun, salat ve selamınız bana ulaşır.) [Ebu Davud, Taberani, Dıyâ]

Resulullah efendimize her zaman salevat getirmek, selam vermek, rahmetin gelmesine, duanın kabulüne vesiledir. Namazı bitirip sağa sola selam verirken meleklere ve Resulullaha da niyet etmelidir.

57
DİNİ BİLGİLER / Şehitler ve âlimler
« : 27 Mayıs 2008, 21:01:11 »
Şehitler ve âlimler
Sual: Âlimler mi üstün şehitler mi? Kur'anda şehitlerin ölü olmadığı bildiriliyor. Peygamberler şehitlerden üstün değil mi? Peygamberlere ölü demek caiz midir?
CEVAP
Herhangi bir Müslüman bile şehit olabilir. Hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâdan sıdk ile ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse de, şehiddir.) [Müslim]

Şehitler, âlimlerden üstün değildir. Âlimin kıymeti büyüktür. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Bu örnekleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]

(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]

(Allah�tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi ağır gelir.) [Hatib, İ. Neccar, İ, Rafii]

(Âlimler, yeryüzünün kandilleri, Peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym, İbni Adiy]

(Kıyamette şefaat edecek olanların ilki, Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehitlerdir.) [Deylemi, Ebu-ş-şeyh, Hatib]

(Âlimler, dünyada Peygamberlerin halifeleridir, ahirette ise şehitlerdendir.) [Hatib]

Şehitler, bu kadar yüksek rütbeye sahip olan âlimlerle, nasıl mukayese edilebilir?

Şehit ölü olmayınca âlim nasıl ölü olur? Hele Peygamber için nasıl işitmeyen ölü denebilir? Peygamberler elbette âlimlerden, şehitlerden üstündür. Şehitlere ölü denmeyeceğine göre, Peygamberlere hiç denmez. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberler, mezarlarında diridir. Fakat, onların hayatları, bizim hayatımız gibi değildir. Yiyip içmeleri, ibadet etmeleri gerekmez. Meleklerin hayatına benzer. Lezzet almak için ibadet ederler. Çünkü, kabir hayatında cenab-ı Hakkı müşahedeleri, dünyadakinden daha mükemmeldir. (Fetava-i fıkhiyye s.125)

Peygamberlerin kabir hayatları, dünya hayatı gibi değildir. Onlar, ahirete gitmişlerdir. Ahirete mevt olmadan gidilmez. Onun için Peygamberlere emvat denilmiştir. Yoksa işitmeyen ölü demek değildir. Kabirlerinde namaz kılarlar. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Peygamberler kabirlerinde diridir, namaz kılarlar.) [Ebu Ya�la, Beyheki]

(Mirac gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.) [Buhari, Müslim]

(Peygamberler kabirlerinde, Sura üfürülünceye kadar namaz kılarlar.) [Hâkim]

(Cuma günü bana çok salevat getirin, çünkü salevatlar bana ulaştırılır ve ben onları işitirim.) [İbni Mace, İ. Şâfiî]

Resulullah, (Cuma günü bana çok salevat getirin. Çünkü, salevatınız bana arz olunur) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, salevatımız sana nasıl ulaşabilir ki, sen artık kabrinde toprak olmaz mısın?) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ toprağın Peygamberleri çürütmesini haram etmiştir.) [Ebu Davud, Nesai, Beyheki]

Âlimlik, şehitlik gibi rütbeler hatta iman nimeti yani Müslümanlık, hep Peygamberlik makamına bağlıdır. Rütbe sahipleri, kendilerine bu rütbeyi verenden, rütbesi onun tasdikine bağlı olandan üstün olamaz.

58
DİNİ BİLGİLER / Selefiyeciler kör ve sağır mı?
« : 27 Mayıs 2008, 21:00:56 »
Selefiyeciler kör ve sağır mı?
Sual: Selefiyiz diyenler, (Sen ölülere işittiremezsin) âyetini delil getirerek, Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Ruhun ölmediği, şehitlere ölü denmeyeceği, onların diri oldukları, Allah�ın onları rızıklandırdığı, yiyip içtikleri Kur�anda apaçık yazılı iken, şehitlerden üstün olan Peygamberimizi nasıl ölü kabul ediyorlar? Nasıl o işitmez diyebiliyorlar?
CEVAP
İngiliz Casusunun itiraflarına göre, selefiyeciler [vehhabiler] dinimizi İngilizlerden öğrenmiştir. İngilizlerin kurdurduğu dinde böyle iddiaların olması yadırganmamalıdır.

(Sen ölülere işittiremezsin) demek, (Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın) demektir. Bunun gibi, kinaye, mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir.) (Beydavi)

(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler. Yahut, onların hâli, karanlıkta, gök gürlemesi ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölüm korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayana benzer. Allah, kâfirleri [ilim ve kudretiyle] çepeçevre kuşatmıştır.) [Bekara18, 19] (Kâfirler, burada da sağır, dilsiz ve körler ile karanlıkta korku içinde yaşayanlara benzetilmiştir.)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72] (Bu âyette de, yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.)

(Bir bela gelmez zannettiler de, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fakat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.) [Maide 71] (Kâfirlerin küfrü, kör ve sağır kesilmekle ifade ediliyor.)

(Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatılınca, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.) [Furkan 73] (Tevbe eden müminler, kör ve sağır davranmazlar, yani hakkı işiterek ve doğruyu görerek hakka bağlanırlar.) (Celaleyn)

(İşte bu kâfirler, Allah'ın lanetlediği, sağır ve kör ettiği kimselerdir.) [Muhammed 23]
(Hakkı işitmedikleri için sağır, gerçeği görmedikleri için kör denmekte ve böyle inatçı kâfirler lanetlenmektedir. Yoksa normal sakat olan kör ve sağır kimse lanetlenmez.)

(Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalan sağır ve dilsizlerdir.) [Enam 39] (Kâfirlerin küfür karanlığında kaldıkları, hakkı işitmedikleri ve söylemedikleri bildiriliyor.) (Şeyhzade)

(De ki: Ben sizi ancak vahiy [Kur�an] ile uyarıyorum. Ama, sağırlar [kâfirler], bu çağrıyı duymazlar.) [Enbiya 45] (Bu âyette de kâfirlerin sağır oldukları hakkı işitmedikleri, yani kabul etmedikleri açıklanıyor.) (Hazin)

(Rabbiniz size basiret [kalb gözü, idrak kabiliyeti] vermiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir.) [Enam 104] (Hakkı görmemeye körlük deniyor.)

(Onu [Nuh�u] yalanladılar. Biz de onu ve gemidekileri kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise, suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idi.) [Araf 64] (Kâfirler, hakkı görmedikleri için, kör deniyor.)

([Kâfirler] yeryüzünde dolaşmadılar mı? [helak edilen yerleri, o yerlerin harabelerini görüp ibret almadılar mı?] Eğer [ibretle] dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46] (Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalblerinin kör olduğu, yani kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğu bildiriliyor. Öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde onlar kör, sağır ve dilsiz deniyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmaz.)

(Bu iki zümrenin [kâfir ve müminin] durumu, körle sağır ve görenle işiten gibidir. Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?) [Hud 24] (Bu âyette de kâfirlerin kör ve sağır oldukları, yani hakkı göremeyip işitmedikleri bildiriliyor.)

(Sağırlara işittiremez, körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40] (Sen işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir.) (Beydavi)

(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman sen değil, Allah attı.) [Enfal 17]
Savaşta mücahitler düşmanı öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah kum atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor. Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [cennetle cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn] (Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52,53] (Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari�deki hadis-i şerifte (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

(Bir şeyi çok sevmek insanı kör ve sağır eder.) [İbni Mace] (Bu hadis-i şerifte de, baş gözü kör olur, kulağı sağır olur demek değildir. Gerçekleri göremez, doğru nasihatleri duyamaz demektir.)

Bu kadar vesikadan sonra, Resulullah efendimize hâlâ (O ölüdür işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir) diyenlere yazıklar olsun.

59
DİNİ BİLGİLER / Resulullahı yalanlayanlar
« : 27 Mayıs 2008, 20:46:23 »
Resulullahı yalanlayanlar
Okuyuculardan e-mailler geliyor. Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur�an diyorlar ama Kur�ana da inanmıyorlar. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Allah�a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah�ın yolu ile, Peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur�ana inanmış sayılmaz. Bir sapığın ibret vesikası olacak yazısı:

Sayın hocam, şunu peşinen söyleyeyim ki ben hiçbir gruptan değilim. Bana hizb-ul-Kur�an derler. Kur�an ne diyorsa o benim yolumdur. Ben mezhep meşrep tanımam. Kur�ana aykırı kim ne söylerse ret ederim. Babam bile olsa teper atarım. İmam-ı a�zam dediğiniz Ebu Hanife olsun, İmam Buhari olsun, İmam Gazzali olsun Kur�ana aykırı ise hiçbirisini kabul etmem. Hatta Resulullah bile Kur�ana aykırı söylese asla kabul etmem. Rivayetleri sahih de olsa Kur�ana aykırı olan hiçbir hadisi kabul etmem. Mesela Buhari�de, aynı zamanda Müslim�de senedi sahih, rivayeti kuvvetli olmasına rağmen Kur�ana aykırı olan şu hadis naklediliyor. Resulullah kâfir ölülerine seslenmiş, Hazret-i Ömer de leşlere mi söylüyorsun demiş. Resulullah da, onlar sizden daha iyi işitir demiş. Bu rivayet istendiği kadar sahih olsun, isterse Resulullah bizzat benim yanımda söylesin, bu hadis Kur�ana aykırıdır. Birçok âlim bunu kitabına almışsa da hepsi Kur�ana aykırı hareket etmiştir. Çünkü Kur�anda, (Sen ölülere, kabirdekilere işittiremezsin) deniyor. Resulullah da diğer ölülerden farksızdır. O da ölüdür. Ona şefaat ya Resulallah diyen müşrik olur. Sahabe kabirleri yıkıldığı gibi, Resulullahın kabri de yıkılması gerekirdi. Çünkü onun kabrinden şefaat isteyip müşrik oluyorlar. Onun kabrini yıkmayanlar milletin müşrik olmasına sebep oldukları için sorumludur. Peki onlar sorumlu oluyor da sizler bu hadisleri nakletmekle sorumlu olmuyor musunuz?
CEVAP
Sen inkâr etsen de, düşünce olarak tam selefi fikirlisin. Bunlara cevap vermek için bir kitap yazmak gerekir. Zaten bu konularda kitaplar da yazılmıştır. Kıyamet ve Ahiret kitabının Müslümana Nasihat kısmında vesikaları ile gerekli cevaplar verilmiştir. Diğer maddelerdeki yazılarımızda da yeterli cevap vardı.

O yazılarımızda deniyordu ki:
(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn]
Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abesle iştigal olmaz mı? Hâşâ Peygamberimiz cahil mi de kabirdekileri hidayete kavuşturmaya uğraşsın? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

Müfessirlerin şahı imam-ı Beydavi�ye, en kıymetli iki hadis kitabı olan Buhari ve Müslim�e inanmayana söylenecek söz olmaz ki! Üç âyet meali:
(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]

(Bilmiyorsanız âlimlerden sorunuz.) [Nahl 43]

(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]

(Âlimler vârislerimdir.) [Tirmizi]

(Âlimler birer rehberdir.) [İ.Neccar]

Kur�an ve Sünneti inkâr
Sual: Peygamberin hadislerine niye bu kadar önem veriyorsunuz?
CEVAP
Allahü teâlâ, Resulüne Kur�anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor:
(Kur�anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(İhtilaflı şeyleri insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu Kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]

(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah�tan [Kur�andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]

(Allah�a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]

(Allah�a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]

(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

(Allah�a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]

(Allah, dilediğine hikmeti verir. Hikmet verilene de, çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]

(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151]

İmam-ı Şafii, (Bu âyetteki hikmet, Sünnettir. Önce Kur�an, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyurdu. (Risale s.78) Kur�an ile birlikte bir de hikmet [Sünnet] getirildiği, bu âyet ile de bildirildi.

Yukarıdaki yazıda, yalnız Kur�an diyenlerin, Kur�ana inanmadıklarını, Kur�an ve Sünneti kabul etmedikleri için kâfir olduklarını âyetlerle bildirmiştik.
Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur�an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.) [Darimi]

(Bana Kur�anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed]

(Yalnız Kur�andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah�ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi]

(Bana uyan Cennete girer, bana isyan eden ise giremez.) [Buhari]

(Kur�ana ve sünnete uyan hiç sapıtmaz.) [Hakim]

(Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim]

(Kur�andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]

(Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, �Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur�andan söyle� der.) [Ebu Ya�la]

(Sünnetimi öldürüp dini bozmaya çalışanlara lanet olsun.) [Deylemi]

(Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim]

(İhtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi]

(Bize yalnız Kur�andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri: (Ey ahmak! Mesela Kur�anda, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur�anda bulamadık diyenlere, (Allahü teâlâ, bize, Resulullahı gönderdi. Kur�anda bulamadığımızı, Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekatlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)

Yalnız Kur�an mı, yalnız sünnet mi?
Sual: (Yalnız Kur�an, Kur�andaki din) diyenlerin kâfir olduklarını kim bildiriyor?
CEVAP
Bizzat Allahü teâlâ bildiriyor. Kendisi ile birlikte Resulüne uyulmasını, iman edilmesini, isyan edilmemesini, isyan edenlerin kâfir olduklarını bildiriyor. İşte âyet-i kerime mealleri:

(Allah�a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Sadece Allah�a değil, Resulüne de itaat şarttır.)
(Resule itaat eden, Allah�a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Resule uymak, Allah�a uymak demektir.)

(Allah�a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah�ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] (Sadece Allah�a denmiyor, Resulüne de karşı gelen buyuruluyor.)

(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Sadece Allah�a denmiyor, Resulüne de buyuruluyor.)

(Allah�a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36] (Sadece Allah�a denmiyor, Resulüne de karşı gelen buyuruluyor.)

(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah�tan [Kur�andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin, pis şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Haram etme yetkisini Allah, Resulüne de vermiştir.)

(Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet'i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]

(Aralarında hüküm verilmek üzere Allah�a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: �İşittik, itaat ettik� demek, ancak müminlerin sözüdür.) [Nur 51] (Mümin olan, sadece Allah�a değil, Resulüne de uyar.)

(Allah�a ve Resulüne itaat edin! [uymayıp] yüz çeviren [kâfirdir] Allah da kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32] (Demek ki sadece Allah�tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.)

(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151] (Yalnız Allah�ın değil, Resulünün emrine uymayan da kâfirdir.)

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] (Sadece Allah değil, Resulü de bir hüküm verince, kimsenin söz söylemeye hakkı kalmaz.)

(Allah�a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] (Demek ki Resule de iman şart.)

(Allah�a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir.)

(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Sadece Allah�a inanan değil, resulüne de inanan kurtulmuştur.)

Allahü teâlâ, Resulünü hep kendi ile beraber de bildirirken aşağıda ise sadece Resulünü bildiriyor:
(Resulüm de ki; �Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!�) [Al-i İmran 31]

(Ona [Resulüme] uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158]

(Onun sözü vahiyden başka şey değildir.) [Necm 4]

(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]

(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56] (Resulünün hadislerinden yüz çeviren kâfirdir.)

(Hayır, Rabbine andolsun ki ihtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz.) [Nisa 65] (İmanlı, Resulullahın hükmüne razı olur.)
 

60
DİNİ BİLGİLER / Dua doğru ama ağız yanlış
« : 27 Mayıs 2008, 20:46:07 »
Dua doğru ama ağız yanlış
Sual: Ruhun var olduğuna, insan ölünce ruhun ölmediğine vehhabiler inanmıyor mu?
CEVAP
Ruhun var olduğuna herkes inanıyor. Ruhun ölmediğine biz müslümanların inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Çünkü buna inanmamak insanı, tekrar dirilmeyi inkâra yol açar. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun bedende iken bulunan özelliklerine yani görmesine, duymasına, işitmesine, hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.

Ruhun ölmediğine inandıkları gibi, bu ruhun duyduğuna, işittiğine, gördüğüne de inanmalılar. Bu inanmaları hâşâ böyle mantık yoluyla da olmamalı. Çünkü dinimiz bunu açıkça bildirmektedir.

Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.

Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Buna, böylece inanmak lazımdır.

İmam-ı Muhammed bin Hasen Şeybani, Akaid-i Şeybaniyye manzumesinde, (Kabir azabı vardır. Kabir azabı, hem ruha, hem de bedene olacaktır) buyurdu. Yani, kabirde nimetler ve azaplar, ruha ve cesede birlikte olacaktır. Diriler bunu görmezse de, inanmak lazımdır. Gaybe iman etmek lazımdır. Buna inanmamak, kıyamet günü mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü, ikisi de, Allahü teâlânın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur.

Seyyid Davud bin Süleyman�ın Minhat-ül-vehbiyye fi redd-il-vehhabiyye kitabında diyor ki:
(Vehhabiler, Peygamberleri ve salih kullardan Evliyayı vasıta yaparak, onları şefaatçi kılarak, Allahü teâlâdan dilekte bulunmaya ve Allahü teâlânın keramet olarak onlara verdiği kuvvet ile sıkıntıdan kurtarmalarını istemeye ve Allahü teâlânın bir dileğe kavuşturması veya bu sıkıntıdan kurtarması için, kabirlerine gidip, onlardan şefaat istemeye inanmıyorlar. İnsan ölüp, toprak olunca, işitmez, görmez, kabir hayatı diye bir şey yoktur diyorlar. Dünyada bir şeye kavuşmak için, diriler sebep yapıldığı halde, ölülerin de, bir şeye kavuşmak için sebep yapılmasına bir türlü inanmıyorlar.

Eğer, [diğer maddelerde delilleriyle yazdığımız gibi] ölülerin kabir hayatı denilen bir hayat ile diri olduklarına ve bu hayatlarından dolayı, bildiklerine, işittiklerine, gördüklerine ve kendilerini ziyaret edenleri tanıdıklarına, selam verenlere karşılık selam verdiklerine ve birbirlerini ziyaret ettiklerine, kabirde nimet veya azap içinde olduklarına ve nimetin ve azabın, ruh ile bedene birlikte olduğuna ve tanıdıkları dirilerin yaptıkları işlerin kendilerine bildirildiğine ve iyi işleri öğrenince, Allahü teâlâya hamd edip birbirlerine müjde verdiklerine ve işi yapana dua ettiklerine, kötü işleri öğrenince, bunları yapanlara dua ederek (Ya Rabbi! Bunlara iyi işler yapmak nasip et! Bize yaptığın gibi, onlara da hidayet nasip eyle) dediklerine inansalardı, böyle inkâr etmezlerdi.

Çünkü ölmek, bir evden, başka bir eve göç etmektir. Bu bildirdiklerimizin hepsinin doğru olduklarını, Kur�an-ı kerim ve hadis-i şerifler ve icma�ı ümmet bildirmektedir. Bunlara inanmayan, iman edilmesi vacip olan bir şeye inanmamış olup, bid�at fırkalarından olur. Resulullahın sünnetinden ayrılmış olur. Çünkü, Mahşer yerinde toplanmak için dirilip, mezardan çıkmaya inanmak, imanın altı şartından biridir. Buna inanmayan kâfir olur. Ölüler için kabir hayatı olup, nimeti ve azabı duyduklarına inanmamak, küçük kıyamete inanmamaktır. Küçük kıyamet, büyük kıyametin örneğidir.)

Allahü teâlânın sevdiği kullarının mezarlarından şefaat ve Allahü teâlânın yaratması için vasıta, vesile olmalarını istemek caiz olduğunu gösteren delilleri diğer maddelerde de bildirdik. Bunları okuyup anlayanlar, ölülerin kendilerinin bir şey yapmadıklarını, mezhepsizlerin iftira ettikleri gibi, onlardan bir şey yapmalarının istenilmediğini göreceklerdir. Bunlar, dirilerin hareket ettiklerini, iş yaptıklarını görerek, bunlardan yardım, şefaat isteyenlerin bunların kendilerinden istediklerini sanıyorlar. Halbuki, dirilerden istemek de, bunların, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olmalarını istemektir. Her şeyi yaratan, yapan, yalnız Allahü teâlâdır. Diri de, ölü de, canlı da, cansız da, Onun yaratmasına sebep olmaktadır. Onun yaratmasına, mahlukların sebep olmalarını, yine O dilemiştir. Âlemin nizamlı, düzenli olması için, birçok şeyi, sebep ile yaratmak istemiştir. Dilediği birçok şeyi de, sebepsiz yaratmaktadır.

İbni Kemalpaşa�nın Hadis-i erbain�deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi�nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izni ile, ölülerin dirilere yardım ettiğini göstermektedir. (M. Nasihat)

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
(Evliyayı inkâr etmek, dinin bir hükmünü inkâr etmek gibi küfürdür. Evliya ve enbiya da kuldur. Harika, keramet hasıl olmasında, kulların hiç tesiri yoktur. Her şeyi yalnız Allahü teâlâ yaratmaktadır. Ancak Allahü teâlâ, enbiyasını ve evliyasını başkalarından üstün tutmuş, başkalarına vermediği keramet ve mucize gibi harikaları, bu zatlara ihsan etmiştir.) (Hadika)

Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki:
(Gökler Allah�tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur�anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)
(Buhari�de, İbni Mesud diyor ki, yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül mecid s. 201)

Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah�tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.

Demek ki, Resulullahtan başka müminler de, herkesin işitemeyeceği sesleri işitirmiş. Bu taşlar Hazret-i Ebu Bekir�in elinde iken de tesbihlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir. Hazret-i Ömer, Medine�de hutbe okurken, İran�daki ordu kumandanı Sariye�yi görerek, (Sariye, dağdaki düşmandan korun) demiş ve Sariye işiterek, dağı ele geçirmiştir. (Şevahid-ün-nübüvve)

Puta tapanlar için gelmiş olan âyet-i kerimelerle, bu sözlerini ispata kalkışıyorlar. Halbuki, Ehl-i sünnet, Peygamberlere ve Evliyaya ibadet etmez. Allahü teâlânın sevgili kulları olduğuna ve Allahü teâlânın, bunların hatırı ve hürmeti ile, kullarına merhamet edeceğine inanır. Zararı, faydayı yaratan, ancak Odur. Ondan başka ibadete kimsenin hakkı yoktur, der. Kabir ziyaretinde, kabirdeki zat vasıtası ile Allahü teâlâya dua eder.

Peygamberler ve Evliya mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. Kendiliklerinden bir şey yapamazlar. Allahü teâlâ, onlara sebep olacak kadar kuvvet ve kıymet vermiştir. Onları sevdiği için, onlara, âdeti dışında olarak ikram, ihsan yapmaktadır. Onların hürmeti için, istenileni yaratır. İstenilenin yaratılmasına sebep olmaları onlardan istenir. Vehhabilerin, Ehl-i sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri Müslümanlara iftiradır.

Mezarları ziyaret ile tevessül eden kâfir olsaydı, Peygamberimiz ile de tevessül edilmezdi. Halbuki, O, dünyaya gelmeden önce ve dünyada diri iken ve vefatından sonra, hep tevessül edilmiştir.

Şevahid-ül-hak 153. sayfada yazılı, ibni Mace hadisinde, Peygamberimiz (Allahümme inni eselüke bihakkıssailine aleyke), yani (Ya Rabbi! Senden isteyip de, verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum!) derdi ve böyle dua ediniz buyururdu. Hazret-i Ali�nin annesi Fatıma�yı kendi mübarek elleri ile mezara koyunca (İgfir li ümmi fatımate binti Esed ve vessialeyha medhaleha bi-hakkı Nebiyyike vel Enbiya-illezine min kabli inneke erhamürrahimin) buyurduğunu, Taberani ve İbni Hibban ve Hakim ve Süyuti bildirmektedir.

Eshab-ı kiramın büyüklerinden Osman bin Huneyf bildiriyor ki, iyi olması için dua isteyen bir a�maya, abdest alıp, iki rekat namaz kılmasını, sonra (Allahümme inni eselüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin Nebiyyirrahme, ya Muhammed inni eteveccehü bike ila Rabbifi haceti-hazihi, li taktıye-li, Allahümme şeffihü fiyye) okumasını emr etmiştir. Bu dua, (Merakıl-felah) ve bunun Tahtavi haşiyesi ve türkçe tercümesi olan (Nimet-i islam) kitaplarında, (Hacet namazı) sonunda ve (Şifa üs-sikam) ve (Nur-ül-islam)da ve (Dürerüsseniyye)de de yazılıdır. Eshab-ı kiram, bu duayı hep okurdu.

Hakim�in bildirdiği sahih hadiste buyuruldu ki:
Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, çok dua etti. Tevbesi kabul olmadı. Nihayet (Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et) deyince, duası kabul oldu ve (Ya Adem! Muhammed aleyhisselamın ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım) buyuruldu. Bu hadis-i kudsi, (Mevahib) ve (Envar)ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusi�nin (Galiyye) kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Bu dualarda bulunan (hak) kelimesi, hürmet, kıymet demektir. Sevdiklerine verdiği kıymetli dereceler hatırı için istemektir. Çünkü, hiçbir mahlukun, hiçbir bakımdan, Allahü teâlâda hakkı yoktur.

Âdem aleyhisselam, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu bilip onun hürmeti için dua etti.

Bu dualar gösteriyor ki, Allahü teâlânın sevdikleri ile tevessül etmek, yani onları araya koyarak, onların hatırı ve hürmeti ile Ondan istemek caizdir.

İbni Abidin hazretleri, 5. cild, 524. sayfada buyuruyor ki:
(Resulullahı vesile kılarak Allahü teâlâya dua etmek güzel olur. Ehl-i sünnet âlimleri hiç biri buna karşı bir şey demedi. Yalnız ibni Teymiye bunu kabul etmeyerek ortaya bir bid�at çıkarmış oldu. İmam-ı Sübki bunu güzel açıklamaktadır.)

Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke�nin müftüsü ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyh-ul-hutebası idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyan-i umera-il beled-il-haram), (Firredd-i alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezheb-i İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında bunların içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet ve hadislerle göstermektedir.

Hülasat-ül-kelamda, şöyle demektedir:
Resulullahı hayatta iken de, vefatından sonra da, vesile ederek dua etmek sahihtir. Bunun gibi, Evliyayı ve Salihleri vesile ederek dua etmek caiz olduğunu hadis-i şerifler göstermektedir. Hazret-i Ömer�in yağmur duasına çıkarken Hazret-i Abbas�ı götürmesi, Resulullahtan başkası ile de tevessül olunabileceğini göstermek için idi.

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki:
Tesiri veren, yaratan, fayda ve zarar veren, yok eden ancak Allahü teâlâdır. Onun şeriki yoktur. Peygamberler ve bütün diriler ve ölüler, tesir, fayda ve zarar yaratamazlar. Hiçbir şeye tesir yapamazlar. Yalnız, Allahü teâlânın sevgili kulları oldukları için, onlarla bereketleniriz. Onlar da, dirilerin tesir ettiğine, ölülerin tesir etmediğine inanıyorlar.

Şah Ahmed Said-i Dehlevi hazretleri, Tahkik-ul-hakkıl-mübin kitabında, Hindistan�daki vehhabilerin kırk bozuk sözüne vesikalarla cevap vermektedir. Kırkıncı cevabında buyuruyor ki:
Abdülaziz-i Dehlevi, Fatiha tefsirinde: (Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, haramdır. Eğer yalnız, Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah�ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebep ile yarattığı, o kulun da bir sebep olduğu düşünülürse, caiz olur. Peygamberler ve Evliya da, böyle düşünerek başkasından yardım istemişlerdir. Böyle düşünerek birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur) diyor.

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri de Mişkat tercümesinde buyuruyor ki:
(Peygamberler ve Evliya öldükten sonra, bunlardan yardım istemeye, meşayıh-ı ızam ve fıkıh âlimleri caizdir dedi. Keşf ve kemal sahipleri, bunun doğru olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu ruhlardan feyz alarak yükseldiler. Böyle yükselenlere (Üveysi) dediler. İmam-ı Şafii buyuruyor ki, imam-ı Musa Kazım�ın kabri, duamın kabul olması için bana tiryak gibidir. Bunu çok tecrübe ettim. İmam-ı Gazali buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye, öldükten sonra da tevessül olunarak feyz alınır. Meşayıh-ı kiramın büyüklerinden biri diyor ki, diri iken tasarruf yaptıkları gibi, öldükten sonra da tasarruf, yardım yapan dört büyük Veli gördüm. Bunlardan ikisi, Maruf-i Kerhi ve Abdülkadir-i Geylani hazretleridir. Batı âlimlerinin ve Evliyanın büyüklerinden olan Ahmed bin Zerruk diyor ki, Ebül Abbas-ı Hadremi hazretleri bana sordu ki, diri olan Veli mi, yoksa ölü olan mı daha çok yardım eder? Herkes, diri olan diyor. Ben ise, ölü olan daha çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söylüyorsun. Çünkü, diri iken, kullar arasındadır. Öldükten sonra ise, Hakkın huzurundadır buyurdu. [Kılıç kınından çıkınca kesmeye hazır hâle gelmiş olur.]

İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kâmillerin, Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.)

Mevlana Abdülhakim-i Siyalküti hazretleri, Zad-ül-lebib kitabında buyuruyor ki:
(Ölü yardım yapamaz diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. Ya Rabbi! Kendisine bol bol ihsanda bulunduğun bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yahut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek, (Ey Allah�ın Velisi, bana şefaat et! Benim için dua et! Allahü teâlânın dileğimi ihsan etmesi için vasıta ol!) demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fanidir. Yok olacaktır. Hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa, gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah�tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden dua istemek, bir şey istemek, dinimizde yasak edilmemiştir. Hatta müstehap olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra keramet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini ispat etmeleri lazımdır. Evet, Evliyanın bir kısmı öldükten sonra, alem-i kudse yükseltilir. Huzur-i ilahide her şeyi unuturlar. Dünyadan ve dünyada olanlardan haberleri olmaz. Duaları duymazlar. Bir şeye vasıta, sebep olmazlar. Dünyada olan, diri olan Evliya arasında da böyle meczuplar bulunur. Bir kimse, keramete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini ispat edemez. Kur�an-ı kerim, hadis-i şerifler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır.

Bir cahil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, Veli yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, ceza da yapmalıdır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine, âriflere dil uzatılamaz. Çünkü Resulullah, kabir ziyaret ederken, mevtaya selam verirdi. Mevtadan bir şey istemeyi yasak etmedi. Ziyaret edenin ve ziyaret olunanın hallerine göre, kimine dua edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her Müslüman biliyor.)

Vehhabiler, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanların, onları vesile yapanların müşrik olduklarını bildiren âyet-i kerimeleri yazarak: (Peygamberlerden ve salih kullardan ölmüş veya uzakta olanlardan herhangi bir sözle yardım isteyenler, bu âyetlere göre müşrik olur) diyorlar.

Biz müslümanlar, Evliyanın kendiliklerinden bir şey yapacaklarına inanmayız. Allahü teâlâ, onları çok sevdiği için, onların dua ve hatırı ile yaratacağına inanırız. Kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, İslamiyet�in dışına çıkmak, onların sözlerini, kitab ve sünnetten üstün tutmak demektir. İslamiyet�i emredenlere uymak, böyle değildir. Buna uymak, İslamiyet�e uymak demektir. Hayber gazasında, Hazret-i Ali�nin gözü ağrıyordu. Resulullah, mübarek ağız suyunu onun gözlerine sürdü ve dua eyledi. Gözleri iyi oldu. Peygamberin hatırı için, Allahü teâlâ şifa ihsan eyledi. Vehhabi (Feth-ul-mecid) kitabı da, 91.sayfasında bunu yazıyor ve Buhari ile Müslim�in haber verdiklerini bildiriyor.

Resulullahın duası kabul olduğu gibi, Onun yolunda, izinde bulunanların da, duaları kabul olur. Kendisi de, 381. sayfada, imam-ı Ahmed�in ve imam-ı Müslim�in, Ebu Hüreyre�den bildirdikleri hadis-i şerifte, (Saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ onları doğrulamak için, o şeyi yaratır) buyurulduğunu yazmaktadır. Allahü teâlâ, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin ettikleri şeyleri bile yaratınca, dualarını elbette kabul buyurur. Allahü teâlâ, Mümin suresinin 60.âyetinde mealen, (Bana dua ediniz! Duanızı kabul ederim) buyuruyor. Duaların kabul olması için şartlar vardır. Bu şartları taşıyan dua elbet kabul olur. Herkes bu şartları bir araya getiremediği için, duaları kabul olmuyor.

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
(Günah işlememiş bir dil ile dua ediniz ki, kabul olsun!) Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için dua etsinler. İstigase, yani bir Veliye tevessül de, bu demektir.
[İsa aleyhisselama gelip derler ki, dua ediyorsunuz, devasız hastalıklar iyi oluyor. Hangi duayı okuyorsunuz, bize de söyler misiniz? İsa aleyhisselam da onlara okuduğu duayı söyler. Adamlar bir süre sonra tekrar gelirler, efendim okuyoruz okuyoruz bir şey olmuyor, acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz derler. İsa aleyhisselam, (Dua doğru ama ağız yanlış) buyurur, yani doğru dua öğrettim, dua aynı dua ama, ağız aynı ağız değil!]

Bu şartları yaptıklarına güvendiğimiz Âlimlerin, Velilerin dua etmeleri için, onlara yalvarmak, niçin şirk olsun? Biz, Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir, onların hatırı için, istenileni yaratır diyoruz. Allahü teâlâ için hayvan kesiyor ve Kur�an-ı kerim okuyoruz. Sevabını meyyitin ruhuna gönderip ondan şefaat, yardım istiyoruz. Ölü için ibadet eden elbet müşrik olur. Allahü teâlâ için ibadet edip, sevabını ölüye bağışlayan müşrik olmaz ve hiç suçlu olmaz.

Hazret-i Meryem�in ve Esyed bin Hudayr�ın ve Ebu Müslim Abdullah Havlani�nin kerametlerini, kendisi de yazmaktadır. [Abdullah-ı Havlani, hicri 62 senesinde Şam�da vefat etti.] Evliyanın ruhlarından yardım isteriz. Çünkü, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile ve izni ile, dirilere yardım ederler. Böyle inanarak Evliyadan yardım istemek, Allahü teâlâdan başkasına tapınmak olmaz. Ondan istemek olur.

Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 ... 497