İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - LeGeND-MæN

Sayfa: 1 2 3 4 5 [6] 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 ... 497
61
DİNİ BİLGİLER / Ölüden yardım istemek şirk mi?
« : 27 Mayıs 2008, 20:45:49 »
Ölüden yardım istemek şirk mi?
Sual: Selefiyiz diyen necdiler, bir iş yapılırken sebebine yapışmaya, enbiyadan, evliyadan şefaat ve yardım istemeye şirk diyorlar. Bu şefaat ve yardım isteği, Allah�ın yaratıcılığını inkâr etmek midir?
CEVAP
Hâşâ öyle değildir. Bu şefaat ve yardım, Allah�ın yaratıcılığını inkâr etmek değildir. Bulut vasıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek gibidir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir. Peygamberler sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır.

Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allah�ı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü, radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allah�tır.

Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir. Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebeplere, mahluklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Ondan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Müminler, (Yalnız Senden yardım isteriz) âyetini, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız sen olduğuna inanıyorum. Yalnız senden bekliyorum!) şeklinde anlarlar. Peygamber gibi evliya da, gaybı bilmez. Allahü teâlâ bildirirse, ancak onu söyler. Evliya, yoku var; varı da yok edemez. Kimseye rızık veremez, çocuk yapamaz, hastalığı gideremez.

Bunun için hacetini bizzat Evliyadan bekleyerek, Evliyaya adak yapmak caiz olmaz. Ancak şarta bağlı olarak evliyaya adak yapmak, kendisini, günahı çok, dua etmeye yüzünün olmadığını düşünerek, mübarek birini vesile edip, onun hürmetine Allahü teâlâya yalvarmak şeklinde olursa mahzuru olmaz.

Yine bu necdiler, �İlaç hastalığıma iyi geldi demek şirktir, Terörist çocuğu öldürdü demek de şirktir� diyorlar. Evet öldüren de dirilten de yalnız Allahü teâlâdır.
Kur�an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dirilten ve öldüren yalnız Odur.) [Yunus 56]

(Ölüm zamanında insanı, Allah öldürüyor.) [Zümer 42]

Azrail öldürdü, Azrail can aldı demek de mecazidir. Öldüren, hastaya şifa veren Allah�tır. Çünkü Allahü teâlâ, (Hasta olduğum zaman ancak O bana şifa verir) buyuruyor. (Şuara 80)

Cenab-ı Hak her şeyi sebep ile yaratıyor. İlaçsız da şifa verir ama, ilacı sebep kılıyor. Her şeyi yaratanın, şifa verenin Allahü teâlâ olduğunu bilen bir Müslümanın, (Aspirin başımın ağrısını giderdi), (Falanca falancayı öldürdü), (Azrail babamın canını aldı) veya (Doktor, hastayı iyileştirdi) demesi şirk ve günah değildir. Bu bir mecazdır. Böyle örnekler Kur�an-ı kerimde de çoktur:
(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]

(Körlerin gözünü açar, baras hastalığını iyi eder ve Allah�ın izni ile ölüleri diriltirim.) [A. İmran 49]

Birinci âyette Allah�ın izni ile meleğin öldürdüğü, ikinci âyette de Hazret-i İsa�nın ölüyü dirilttiği bildiriliyor. Evliya da Allah�ın izni ile kendisinden isteyene yardım ediyor. Allahü teâlânın kudretinden niye şüphe edilir ki?

Evliya, Enbiya yaratıcı değildir
Necdi denilen kimseler, (Peygamber mucize, evliya keramet gösterir demek şirktir. Çünkü insana yaratıcılık vasfı verilmiş olur. Bunun için peygamberin veya evliyanın kabrini ziyaret edip onlardan şefaat istemek, onların hürmetine dua etmek şirktir) diyorlar. Bu zihniyetteki insanlar eshab-ı kiramın kabirlerini yıkıp yerle bir etmişlerdir.

Buhari�deki hadis-i şerifte, Beni İsrail�den gaibi bilen, keramet sahibi zatların bulunduğu ve bu ümmetten de Hazret-i Ömer�in onlar gibi keramet sahibi bir zat olduğu bildirilmektedir. Hazret-i Âdem, çok dua etti ise de kabul olmadı. Peygamber efendimizi vesile ederek, Onun hürmeti için dua edince duası kabul oldu. Allahü teâlâ, (Ya Âdem! Habibimin ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı seni yaratmazdım) buyurdu. (Beyheki)

Hülasat-ül-kelam�da Resulullahı ve evliyayı vesile ederek dua etmenin caiz olduğu bildiriliyor. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]

(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, �Ey Allah�ın kulları bana yardım edin!� desin; çünkü Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani]

(Hayvanı kaçan, �Ey Allah�ın kulları bana yardım edin, Allah da size acısın� desin!) [Hısn-ül hasin]

(İbrahim Peygamber gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar, suya kavuşulur, yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, içlerinden biri ölmez.) [Taberani]

(Çölde veya ıssız bir yerde hayvanını kaybeden kimse, "Benim için o hayvanı bulun" desin! Çünkü yeryüzünde, [sizin görmediğiniz] Allahü teâlânın öyle hazır kulları vardır ki, o hayvanı o kimse için bulup getirirler.) [Ebu Ya�la, Taberani, İbni Sünni]

(Ebdal kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve belâ gelmesinden kurtulursunuz.) [İbni Asakir]

(Her asırda iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişi olup kırkı ebdaldir. Her ülkede bulunur.) [Ebu Nuaym]

(Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir.) [Taberani]

(Dünya ebdaller sayesinde ayakta durur. Allahü teâlânın yardımı onların bereketi ile gelir.) [Taberani]

(Ebdaller, bid�at ehli değildir. Bâtıl ve günah söze dalmazlar.) [İbni Ebiddünya]

Selefi görüşlü bazı kimseler, (Eğer Peygamberin, evliyanın yardım etmeye gücü yetseydi, Müslümanlar dünyada perişan olmazdı) diyerek Allahü teâlânın Peygambere ve evliyaya verdiği güçten şüphe ediyorlar. Biz Allahü teâlânın gücünün sonsuz olduğundan ve Onun Peygamberlerine ve evliyasına verdiği güçlerden hiç şüphe etmiyoruz. (Allah, her şeye gücü yettiği halde, niye Müslümanlar böyle perişandır? Allah�ın gücü yetseydi, Müslümanlar perişan olmazdı) demek mi istiyorlar?

Allahü teâlânın yardım etmeyişinin de elbette sebepleri vardır. Evliyanın, Peygamberin yardım etmesi de ancak Allah�ın izni ile olur. O izin vermezse nasıl yardım edebilir? O izin verince de kim mani olabilir? Vehhabinin bu yardımı inkâr etmesinin ne önemi vardır.

Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Âdem aleyhisselamı ana babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana babayı vesile kılmıştır. Âdem aleyhisselamı yarattığı gibi, bütün insanları da ana babasız yaratabilirdi. Fakat ana babayı vesile kılmıştır. Onun âdeti böyledir. Onun için Kur�an-ı kerimde mealen, (Allah�a yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruluyor. (Maide 35)

Hadika�da (Ölülerden, ruhlardan bir şeyi isterken, yani sebeplere yapışırken; bu işleri sebeplerin değil, Allahü teâlânın yaptığına inanmalı) buyuruluyor. Sebebe yapışan kimse, dileğini Allahü teâlâdan bekliyor. Allahü teâlâdan çocuk isteyen kimsenin, sebeplere yapışması, yani evlenmesi gerekir. Evlenmeden (Ya Rabbi bana çocuk ver) denmez. Sebeplere yapışarak dua etmelidir!

62
DİNİ BİLGİLER / İşittirmek kabul ettirmek demektir
« : 27 Mayıs 2008, 20:45:26 »
İşittirmek kabul ettirmek demektir
Sual: Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Sebebi ne?
CEVAP
Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17)
Birileri, ötekileri öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.

Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]

(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171]
Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.

(Sağırlara işittiremezsin. Körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40]
Bu âyette işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir. Kabirlerdekilere işittiremezsin demek de, inatçı kâfirlere işittiremezsin, yani hakkı kabul ettiremezsin demektir. (Beydavi)

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn, Beydavi]

Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

(Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46]
Cenab-ı Hak burada kâfirlerin gözlerinin değil, basiretlerinin kör olduğunu açıkça bildiriyor. Yani öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde sadece onlar kör, sağır ve dilsiz diye geçiyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmamalıdır.

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52 53]
Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari�deki hadis-i şerifte kâfir ölü de işitir buyuruluyor.
 

63
DİNİ BİLGİLER / Mümin ve kâfir her ölü işitir
« : 27 Mayıs 2008, 20:45:05 »
Mümin ve kâfir her ölü işitir
Sual: Buhari ve diğer hadis kitaplarında ölülerin işittiğini Resulullah bildiriyor, ama ona da inanmam, çünkü Kur�an ölü işitmez diyor. İşte âyet:
(Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52, 53]
CEVAP
Kur�anı da Resulullah bildirdi. Hadise inanmayan Kur�ana inanır mı? Diğer müfessirler gibi İmam-ı Kadı Beydavi, o âyetin tefsirinde diyor ki: Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, [hakkı kabul etmeyeceği], ancak iman edeceklerin işitecekleri, [kabul edecekleri] bildiriliyor. Eğer kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu. Hem de kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki en kıymetli hadis kitabı olan Buhari�deki hadis-i şerifte, (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn]
Bu âyette, kâfire kör, mümine gören deniyor. Resulullah kabirdeki ölüye ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu cahillik olur. Öte yandan, Allah�ın bunu bildirmesi de hâşâ lüzumsuz olurdu. Dini tebliğin muhatabı ölüler değil ki. Ölülere dini tebliğe çalışan bir kimse, nasıl Peygamber olur? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın) deniyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, ölü değil ki uyarılma ihtiyacı duyulsun.

Allahü teâlâ niye (Sen ölülere işittiremezsin) buyuruyor?
Bu soruya bugüne kadar (ölü işitmez) diyenlerden hiç birisi cevap verememiştir.

Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem�den beri, ölüleri de iman etmek için dini tebliğe muhatap mı kıldı? Tarihte, ölüleri de imana davet eden bir Peygamber var mı? Vazifesi dirilere dini tebliğ olan Resul, hâşâ, ölüleri imana mı davet etti? Ölünün mükellef olmadığını ve ölüye tebliğ yapılamayacağını bilemeyen bir Peygamberin hangi sözüne inanılır? Kur�anı da o bildirdi, Kur�ana da itimat edilmez. Ateist, �Peygamber, (Kur�anı biz indirdik, onu biz koruruz) diye bir âyet uydurmuşsa nereden bileceksiniz� diyor. Resulullah böyle töhmet altında kalırsa, İslamiyet�e itimat kalmaz. Zaten sizin gibi din düşmanlarının gayesi de budur. Resulullah ölüler işitir buyuruyor. Ölü işitmez diye bir sözü var mıdır?

Hepsi Cennetlik ve müctehid olan eshab-ı kiram, bütün mezhep imamları ve müctehidler ölü işitir diyor. Hiç birisi işitmez demiş mi?

Bütün müfessirlerle bütün muhaddisler ölü işitir diyor. İmam-ı Beydavi, imam-ı Kurtubi, imam-ı Razi, imam-ı Süyuti ölü işitmez demiş mi? Ölü işitmez diyen tek müfessir ve tek muhaddis var mı?

Tasavvuf ehlinin hepsi de ölüler işitir diyor. Mesela imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, imam-ı Rabbani gibi büyük zatların hiç birisi ölü işitmez demiş mi? Bu âlimlerin hepsi Kur�anı anlamamış da yalnız siz mi anladınız?

Ruh ölmez, her ölü işitir
Sadece şehidler ve peygamberler değil, diğer ölüler de işitir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

(Ölü, kendisini ziyaret edeni tanır ve selamını alır.) [İbni Ebiddünya]

(Ölü, tanımadığı ziyaretçinin de, selamını alır.) [Beyheki]

(Mümin biri ölüp de, defnedilince, biriniz kabrin başında [telkin için] "Ey filan kadının oğlu filan" desin! Çünkü ölü, "Bizi irşad et de Allahü teâlâ da sana rahmet etsin!" der. Fakat siz bunu duyamazsınız.) [Deylemi, İ. Asakir]

(Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye, Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari]

Resulullah efendimiz, Bedir�de bir çukura gömülü müşrik ölülere, (Rabbinizin size vâdettiğine kavuştunuz mu?) buyurunca, Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Cevaben buyurdu ki: (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz, ama cevap veremezler.) [Buhari, Müslim] [Hazret-i Ömer�in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

İbni Teymiye bile diyor ki:
(Bedir�de çukurdaki ölmüş kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu. Bütün ölüler, şehidler gibi diri olup rızıklandırılır.) [Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed]

İbni Teymiye�nin talebesi İbni Kayyımı Cevziyye de Kitab-ür-ruh kitabında, (Ölü, ziyaret edeni bilir, sesini işitir. Selamını alır, onunla ferahlanır. Bu hâl, yalnız şehidlere mahsus değildir. Herkes için böyledir) diyor. (El-Besair 22)

Ölü gibi ne demek?
Sual: Ölülere işittiremezsin mealindeki âyetin mecaz olduğunu, inatçı kâfirleri hidayete erdiremezsin anlamına geldiğini bildirdiniz. Ölü işitmediği için kâfirlere ölü denmiyor mu?
CEVAP
Yukarıda bildirilen hadis-i şerifte, (Siz beni ölülerden daha iyi işitmezsiniz, fakat onlar cevap veremez) buyuruluyor. Şu halde, ölüye işittiremezsin demek, işitip ancak cevap veremeyen ölüler gibi, hakkı kabul etmeyen kâfirleri imana kavuşturamazsın demektir. Ölünün, münker nekir isimli meleklerin, kabirde sorduğu suallere cevap vermesi ancak Allahü teâlânın izni ile olmaktadır. Kur�an-ı kerimde bildirildiği gibi, Hazret-i İsa�nın ölüleri diriltmesi ve ölülerin konuşması ancak Allahü teâlânın izni ile olmaktadır. Peygamber ve evliya ruhlarının da böyle iş yapması, mucize ve keramet olup, yine Allahü teâlânın izni iledir.

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)

Niye şehidler işitir?
Sual: Bütün ölüler işitiyorsa Allah, niye şehidler ölü demeyin diye bildirmiştir? Peygamberler için niye ölü demeyin dememiştir?
CEVAP
Âyette şehidler buyurulması, şehidlerin ölüp yok oldukları sanılarak, cihaddan korkulmasını önlemek içindir. Cihada gitmeye ve şehid olmaya mani olan şüpheyi gidermek, Allah yolunda ölmenin yüksek faziletini bildirmek içindir. (Tefsir-i mazhari)

İsra suresinin (Fakirlik korkusu ile evlatlarınızı öldürmeyin) mealindeki 31. âyeti de, bunun gibidir. Fakirlik korkusu olmadan da öldürmek caiz olmadığı halde, fakirlik korkusu ile öldürenler çok olduğu için, âyet, olaylara göre gönderilmiştir. Yani sadece şehidler ölü olmadığı halde, şehidler için ölü değil buyurulması gibi, fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin demek de böyledir. Çocuklarımızı, fakirlik korkusundan başka sebeplerle de öldürmek caiz olmaz.

Yine İsra suresinin (Sakın ana babana öf deme) mealindeki 23. âyeti de böyledir. Bir kimse, ana-babasına öf demese, fakat sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, Kur'ana uymuş mu oluyor? Âyetin manası, (Ana babanızı üzmeyin hatta onlara öf bile demeyin) demektir. (Beydavi)

Ana babana öf deme denilerek, nasıl daha büyük eziyetleri yapmamak gerekiyorsa, şehidlere ölü demeyin demekle, onlardan daha üstün olan Peygamberlere ölü denmeyeceği aşikârdır.

64
DİNİ BİLGİLER / Ruh ölmez, ölü işitir
« : 27 Mayıs 2008, 20:44:47 »
Ruh ölmez, ölü işitir
Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?
CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

Hızır aleyhisselam gibi bir çok kişinin ruhunun iş yaptığı görülmüştür. Bu bakımdan Allah yolunda ölmüş kimselere ölü bile demek caiz olmaz. İki âyet meali şöyledir:

(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir, rızıklanır.) [Al-i İmran 169]

(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.) [Bekara 154]

Allah yolunda öldürülenler şehiddir. Şehidden daha üstün olan Peygamber efendimize nasıl ölü denir! O âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, bütün âlemler Onun hürmetine yaratılmıştır. Şehidler gibi Peygamberlerin bedenleri de çürümez. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]

(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya�la]

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Resulullahın Hayber�de yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehid olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)

Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:
(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]

Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir�de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer�in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye�nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]

Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını işittiğini göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.)

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olan sevinir, üzülür.)

Hadis-i şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmaktadır. Meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. Her dilde ve her lügatta, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlayan kimselerin buluşmasında kullanılır. (Selamün aleyküm) de anlayan kimseye söylenir.

Azap, hissedene yapılır
Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir.

Meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, Buhari�deki, (Her meyyite, her sabah ve her akşam ahiretteki yeri gösterilir. Cennetlik olana, Cennetteki yeri, Cehennemlik olana, Cehennemdeki yeri gösterilir) hadis-i şerifidir. Gösterilir sözü, gördüklerini bildirmektedir. Allahü teâlâ, Kur�an-ı kerimde, Firavun�un adamları için, (Onlara sabah akşam ateş gösterilir) buyurdu. Meyyit görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.

Ebu Nuaym, Amr bin Dinar�dan alarak bildiriyor ki, (Bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. Ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. Kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir.) Abdullah ibni Ebiddünya�nın Amr bin Dinar�dan alarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar) buyuruldu. Buhari�deki sahih hadiste, (Münker ve Nekir melekleri, sual ve cevaptan sonra meyyite, Cehennemdeki yerine bak! Allahü teâlâ, değiştirerek, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Bakar. İkisini birlikte görür) buyuruldu.

Ruhlar ölmez. Kabir hayatında ya nimete veya azaba düçar olurlar. Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur.

Şaşılacak şey
Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki: (Gökler Allah�tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur�anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)

(Buhari�de, İbni Mesud diyor ki, yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201)

Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah�tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.

Abdülvehhab oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari ]

(Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur�anın manasını, yerinden değiştirendir.) [Taberani]

Bu hadis-i şerifler, böyle zındıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir.

65
DİNİ BİLGİLER / Herkesi kabir sıkar
« : 27 Mayıs 2008, 20:44:24 »
Herkesi kabir sıkar
Sual: Kabir sıkması diye bir şey var mıdır?
CEVAP
Elbette vardır. Kabir azabı ve kabrin sıkmasına inanmayan bid�at sahibi olur. Hakkında hadis olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam diyen kâfir olur.

İmam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
(Kabirde ruhun cesede iadesi ve kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır.) [Kavl-ül fasl]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabrin bedeni sıkması vardır. (3/17)

İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:
Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır. (İhya)

Kara ve denizde ölene de sual sorulur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91)

Ahirette Peygamberler dahil, herkese sual sorulacağı gibi, kabir sıkması da herkese olacaktır. Kâfirleri ve fasıkları çok şiddetli sıkacaktır. Peygamber, sahabe ve salihleri ise adeta okşar gibi hafif sıkacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kabrin sıkmasından kurtulan biri olsaydı, Sa�d bin Muaz kurtulurdu.) [İ.Ahmed]

(Zekeriya oğlu Yahya'yı kabrin sıkması, yediği bir arpa sebebi ile olmuştur.) [İ. Rafiî]

(Kabrin sıkması bir müminin affedilmemiş günahlarına kefarettir.) [İ. Rafiî]

(Yemin ederim ki, 99 ejderha Kıyamete kadar, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya�la]

Kurretüluyun kitabındaki hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Namazı özürsüz kılmayana, Allahü teâlâ 15 sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyada, üçü ölüm anında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarken olur. Kabirde çekeceği acılar şunlardır:
1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer. 2- Kabri ateşle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. 3- Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Her gün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İyi bir kimse, talihli bir insan, kusurları, günahları, lütuf ve ihsan ile af olunan ve yüzüne vurulmayan kimsedir. Eğer günahı yüzüne vurulursa ve bunun için de, merhamet olunarak, yalnız dünya sıkıntıları çektirilip günahları, böylece temizlenen kimse de, çok talihlidir. Bununla da temizlenmeyip, geri kalan günahları için, kabir sıkması ve kabir azabı çekerek günahları biten, kıyamette, mahşer meydanına günahsız olarak götürülen de, ne kadar çok talihlidir. Eğer böyle yapmayıp, ahirette de cezalandırılırsa, yine adalettir. Fakat o gün, günahlı olan ve mahcup ve yüzleri kara olan, ne kadar güç durumdadır. Ama bunlardan, Müslüman olanlara yine acınacak, bunlar, sonunda yine merhamete kavuşacak, Cehennem azabında, sonsuz kalmaktan kurtulacaktır. Bu da, büyük bir nimettir. (m. 266)

Ölü kabre konunca, bilinmeyen bir hayat ile dirilecek, rahat veya azap görecektir. Münker ve Nekir adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Doğru cevap verenlerin kabri genişleyecek, buraya Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. Doğru cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennemden bir pencere açılır. Sabah ve akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azaplar çeker. (H.L.O.İman)

66
DİNİ BİLGİLER / Kabirde nimet veya azap var
« : 27 Mayıs 2008, 20:44:07 »
Kabirde nimet veya azap var
Sual: Kabirde, nimet veya azaba duçar olan, beden mi yoksa ruh mudur?
CEVAP
Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Buna, böylece inanmak lazımdır.
İmam-ı Muhammed bin Hasen Şeybani, Akaid-i Şeybaniyye manzumesinde, (Kabir azabı vardır. Kabir azabı, hem ruha, hem de bedene olacaktır) buyurdu. Yani, kabirde nimetler ve azaplar, ruha ve cesede birlikte olacaktır. Diriler bunu görmezse de, inanmak lazımdır. Gaybe iman etmek lazımdır. Buna inanmamak, kıyamet günü mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü, ikisi de, Allahü teâlânın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur. İnsan kabir azabını, diri iken anlayamıyor ise de, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ve bu ümmetin önce gelenleri, kabir azabı olacağını haber vermişlerdir.

Mutezile fırkası ile vehhabiler, kabir azabına inanmıyorlar ama ruhun ölmediğini de inkâr edemiyorlar. Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir. Mümin suresinin 46. âyetinde,
(Firavuna ve adamlarına her sabah akşam gidecekleri Cehennem ateşi gösterilir) buyuruldu. Ölü görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.

Buhari�deki, (Her ölüye, sabah akşam ahiretteki yeri gösterilir. Cennetlik olana, Cennetteki yeri, Cehennemlik olana, Cehennemdeki yeri gösterilir) hadis-i şerifindeki gösterilir sözü, gördüklerini bildirmektedir.

İmam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
Mümin suresinin 46. âyeti, kabir azabını gösteriyor, âyetin devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi ise Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül-fasl)

İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet-i kerime kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya)

Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyetinde geçen Feüdhılu kelimesindeki F harfi, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar) demektir. (El-Kavl-ül-fasl)

Al-i imran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [Şehidleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyeti de, kabir hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül-fasl)

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Taha suresinin 124. âyetindeki Maişeten danken kabir azabını bildiriyor. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın 14�ü gibi aydınlatılır. "Feinne lehü maişeten danken" âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir. 99 tinnin yılanı, kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi]

Tekasür suresinin 3. âyetindeki, bu övünmenizin kötü akıbetini İleride bileceksiniz demek, Ölürken demektir. 4. âyetindeki Yine ileride bileceksiniz ise Kabirde demektir. (Celaleyn, Medarik, M.Tezkire-i Kurtubi)

İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:
Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki Oradadan maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade)

Bekara suresinin, (Ölü iken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen, ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefi de bu âyetin kabir azabı ve nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsir-i Şeyhzade)

Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyeti de, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade)

Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101. âyetindeki azabın birisi kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)

Hazret-i Âişe, (Ya Resulallah, bu ümmet, kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hâli ne olacak?) diye sual edince, Resulullah efendimiz, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette de sabit sözlerinde sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar)

Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu, müminlere sabit sözlerinde sebat ihsan edildiği bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)

Resulullah efendimiz, Bedir�de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer�in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye�nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedir�de çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Kabirde nimetler ve azaplar olduğuna iman ederiz. Ölülerin birbirleri ile konuştukları, kabirde azap olunanların seslerinin işitildiği bir çok hadis-i şerif ile bildirilmiştir. (C.1, m.182)

Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kabir azabı vardır.) [Buhari]

(Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi]

(Eğer kabre konan kişi mümin ise, Kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.) [Buhari, Müslim]

(Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.) [Ebu Davud, İbni Mace]

(Ateş üstüne oturmak, kabir üstüne oturmaktan iyidir.) [Müslim, Nesai, Ebu Davud]

(Namaz kılmayanın kabri ateşle doldurulur.) [Kurretül Uyun]

(Kâfire kabrinde 99 ejderha kıyamete kadar azap eder.) [Ebu Ya�la, İbni Hibban, Tirmizi]

(Cuma günü veya gecesi ölen mümine kabir azabı olmaz.) [Tirmizi, Ebu Nuaym]

(Şehid kabir azabından emindir.) [İbni Mace, İ. Ahmed, Beyheki]

(Sadaka, kabir azabından korur.) [Beyheki]

(Tebareke suresini okumak kabir azabından korur.) [İbni Mürdeveyh]

(Koğuculuk, kabir azabına sebep olur.) [Beyheki]

(Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır.) [İbni Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni]

(İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.) [Taberani]

(Dün gece rüyamda , bir kimseyi kabir sıkarken gördüm. Namazı gelip onu kabir azabından kurtardı.) [Hakim]

(Cuma gecesi "Fatiha" ve 15 kere "İzâ zülzilet" okuyarak iki rekat namaz kılan, kabir azabından emin olur.) [Deylemi]

(Fisebilillah gözcü olarak vefat eden, kabir azabı görmez.) [İ. Ahmed]

(Allah�ım, kabir azabından sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hakim, Harâiti]

(Kabir azabından Allah�a sığınınız.) [Müslim, İ.Ahmed, İ.Ebi Şeybe]

(Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için Allah�a dua ederdim.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed, Nesai]

Peygamber efendimiz, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azabı çekiyorlar) buyurdu. (İbni Mace)

Peygamber efendimiz bir cenazede, (Ya Rabbi, bunu kabir azabından koru) diye dua etti. (Müslim, Nesai, Tirmizi)

İmam-ı Birgivi hazretleri, Etfal-ül-müslimin risalesinde, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, ya Rabbi, Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) hadis-i şerifini yazmaktadır.

Ehl-i sünnetin ve Hanefi mezhebinin reisi olan imam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
(Kabirde ruhun cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr müslümanları kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır.) (Kavl-ül-fasl)

İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, (Kabrin bedeni sıkması vardır) buyurdu. (Mektubat C.3, m.17)

Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Gazali hazretleri de, (Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya-i ulümiddin)

Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade edilmesinden sonra olur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91)

Ruh ve bedene azap
Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da, her ikisine birden yapılacaktır. (El-Müstened)

İmam-ı Süyuti hazretleri Şerh-us-Sudur, Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri Ehvâl-ül-kubur kitabında, İmam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)

İmam-ı Taberani'nin bildirdiği bu hadis-i şerif, mezhepsiz ibni Teymiye�nin talebesi olan ibni Kayyımı Cevziyye'nin Kitab-ür-ruh isimli eserinde de vardır.

Özetini aldığımız hadis-i şerifin metninde Ebu Cehil'in, ibni Ömer hazretlerinden su istediği de yazılıdır. Demek ki, Ebu Cehil'in sadece ruhuna değil, bedenine de azap yapılmaktadır. Cehennemde de, çürüyen vücut yerine yeni bir vücut yaratılacak, Cehennemdekilerin böylece hem ruh, hem de bedenleri azap görecektir. Azap görecek olan bu çürüyen beden değildir. Ruhun tasarrufu altında olan beden azap görecektir.

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)

Günahları ikisi birlikte işlediği için, yalnız ruha azap yapılması, hikmete ve ilahi adalete uygun değildir. Beden kabirde çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Allahü teâlâ, ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi, bedene de azap yapmaya gücü yeter. Allahü teâlâ her şeye kadirdir, Onun kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat)

Ehl-i sünnet itikadını en güzel şekilde anlatan meşhur Emali şerhinde buyuruluyor ki:
(Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense, yahut ateşte yanıp kül olsa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur.)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid'at sahibi olur. "Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez" diyen kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani C.3, m.17- 31)

67
DİNİ BİLGİLER / Beden ölse de ruhlar ölmez
« : 27 Mayıs 2008, 20:43:50 »
Beden ölse de ruhlar ölmez
Vehhabiler diyor ki:
(Resulullahın ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzaktaki diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.)
CEVAP
Bu iddialarına aşağıda ve diğer maddelerde cevap veriyoruz:
Ruhun ölmediğine Ehl-i sünnetin inandığı gibi vehhabiler de inanıyor. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir.

Böyle olunca, ruhdan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü, bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı red edilmez.

Ruhun mahiyeti nedir
Ruh, bedeni ayakta tutan bir kuvvettir. Ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Zümer suresinin, (Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır) mealindeki 42. âyeti ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten, tasarruf ve kuvvet sahibi olan ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Ruh, sütte yağın bulunduğu gibi, bedende bulunmaz.

Bunun için kolu kesilen kimsenin ruhundan eksilme olmaz. Başkasının yüreği ile yaşayan bir insanın ruhunda değişiklik olmadığı için, bozuk kimsenin yüreğinin bu adama hiç tesiri olmaz. Kalb ile yürek aynı şey değildir. Yürek, hayvanda da bulunur. İnsana mahsus olan kalbe, gönül denir. Gönül görünmez, fakat tesirleri ile anlaşılır. Kalb, elektrik cereyanı, yürek de ampul gibidir. Ampuldeki elektriği, ampul ışık verdiği zaman anlıyoruz. Elektrik gibi kalb de madde değildir, bir yer kaplamaz. Yürekte eserleri görüldüğü için, kalbin yeri yürek denir. Yürek değiştirmek, sanki ampul değiştirmeye benzer. Yani takılan yürek nasıl olursa olsun, takılan kimsenin kalb kuvvetinin tesiri görülür. Ampulün değişmesiyle şehir cereyanında azalıp çoğalma olmadığı gibi, yürek değişmesiyle, kalb kuvvetinin tesiri değişmez.

Ruh da, elektriğe benzetilebilir. Yanmakta olan bir ampul, sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın bir miktarı kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Salih bir kimsenin yüreği, fasık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fasık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez. Çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez.

İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır.

Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar. Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir. Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba duçar olur. Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah�ın kudretinden şüphe eden kimse, insan yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Halbuki kabir azabı haktır.

Aklın almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır.
Akıl, göz gibi, din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmediği şeylere Yok diyemez. Akıl da, maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için Allahü teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. O halde akıl, din ışığı ile ancak manevi şeyleri anlayabilir.

Amerika�daki vahşilerin, oklarının uçlarına sürdükleri, Kürar ismindeki zehir, sinirlerin uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez. Ağrı yapmadığından insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamaz, yere yıkılır, taş gibi kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp bağıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü, acı duyar, fakat kıpırdayamaz.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid'at sahibi olur. "Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez" diyen kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani C.3, m.17- 31)

İnsan ruhu sayesinde vardır
İnsan ölünce yok olur ve ölülerin ruhlarının faydası zararı olmaz sanılıyor. Halbuki beden ölüp çürüse de ruh ölmez.

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet ve hadisler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olur. (Mişkat)

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Bazı evliyanın Hazret-i Hızır ile konuşmaları, onun diri olduğunu göstermez. Ruhu insan şeklini alır, iş yapabilir, darda kalanlara yardım edebilir. Kabirde nimetler ve azaplar olduğuna iman ederiz. Ölülerin birbirleri ile konuştukları, kabirde azap olunanların seslerinin işitildiği bir çok hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Eğer kabre konan kişi mümin ise, kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.) [Buhari, Müslim] (C.1, m.182)

Yine hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kabir azabı vardır.) [Buhari]

(Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi]

Bilmediğimiz bir hayat ile diridirler
Peygamberler ve Evliya mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. Kendiliklerinden bir şey yapamazlar. Allahü teâlâ, onlara sebep olacak kadar kuvvet ve kıymet vermiştir. Onları sevdiği için, onlara, âdeti dışında olarak ikram, ihsan yapmaktadır. Onların hürmeti için, istenileni yaratır. İstenilenin yaratılmasına sebep olmaları onlardan istenir.

Mezhepsizlerin, Ehl-i sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri Müslümanlara iftiradır.

Aşağıda meallerini yazdığımız, [Al-i İmran 169 ve Bekara 154] âyet-i kerimeler, şehidlerin diri olduklarını bildiriyor. Şehidler, peygamber gibi evliya gibi değil, başka müslümanlar gibidir. Onlardan bir üstünlükleri yoktur. Peygamberler ise, şehidlerden elbet daha ileride ve daha üstündür. Her Peygamber şehid olarak ölmüştür. Bunu bilmeyen yoktur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya�la]

Onun için vehhabiler gibi Resulullahı ölü sanmak, ya Resulallah demeye şirk demek maksatlı değilse cahilliktir.

Vehhabi Feth-ül-mecid kitabının 486. sayfasında kendi bozuk inanışlarını güya ispat etmek için şu hadis-i şerif yazılıdır:
(Evlerinizi kabir yapmayınız! Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Bana salevat getiriniz! Her nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir.) [Ebu Davud]

Halbuki bu hadis-i şerif, Peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü, bir söz, diri olana bildirilir. [Hadis âlimlerinden Abdülazim Münziri hazretleri, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadis-i şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demektir, dedi. Yani, benim kabrimi, yılda bir iki kere ziyaret etmekle bırakmayınız. Her vakit ziyaret ediniz demektir dedi. (Evlerinizi mezarlık yapmayınız!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demektir dedi.]

Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mirac gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.) [Buhari, Müslim]

Buhari�de ve Müslim�de, (Allahü teâlâ, Mirac gecesinde, bütün Peygamberleri, Peygamberimize gönderdi. Onlara imam olup, iki rekat namaz kıldılar) yazılıdır. Namaz kılmak, rüku ve secde yapmakla olur. Bu haber, diri olarak, ceset ile, beden ile kıldıklarını gösteriyor. Musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermektedir.

Mişkat kitabının son cildinde, (Mirac) babının birinci faslı sonunda, Müslim�den alarak Ebu Hüreyre�nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Kâbe�nin yanında, Kureyş kâfirleri, bana Beyt-ül-mukaddesin nasıl olduğunu sordular. Oralara dikkat etmemiştim. Çok sıkıldım. Allahü teâlâ bana gösterdi. Kendimi Peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam, ayakta namaz kılıyordu, zayıf idi. Saçları dağınık ve sarkık değildi. Şen�e kabilesinden bir yiğit gibi idi. İsa aleyhisselam, Urve bin Mesud Sekâfi�ye benziyordu) buyuruldu. Şen�e, Yemende bulunan bir kabilenin ismidir. Bu hadis-i şerifler, Peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor. Onların cesetleri [bedenleri], ruhları gibi latif olmuştur. Kesif, katı değildir. Madde ve ruh âleminde görünebilirler. Bunun için Peygamberler, ruhları ve bedenleri ile görünebilirler.

Hadis-i şerifte, Musa ve İsa aleyhimesselamın namaz kıldıkları bildiriliyor. Namaz kılmak, çeşitli hareketler yapmaktır. Bu hareketler beden ile olur. Ruh ile olmaz. Musa aleyhisselamı, orta boylu, eti az, zayıf, saçları toplu gördüm buyurması, ruhunu değil bedenini gördüğünü gösteriyor. Peygamberler başka insanlar gibi ölmez. Geçici olan dünyadan, sonsuz kalıcı olan ahirete göç ederler.

İmam-ı Beyheki hazretleri, İtikad kitabında buyuruyor ki:
Peygamberler, mezara konduktan sonra ruhları bedenlerine geri verilir. Biz onları göremeyiz. Melekler gibi, görünmez olurlar. Yalnız, Allahü teâlânın keramet olarak ihsan ettiği seçilmiş kimseler görebilir. İmam-ı Süyuti de böyle bildirmiştir. İmam-ı Nevevi ve Sübki ve imam-ı Kurtubi üstadından böyle haber vermişlerdir.

Hicretin 61. senesinde (Harre) olayında, Said bin Müseyyib diyor ki, Mescid-i nebide ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, Hücre-i nebeviyye�den ezan ve ikamet sesi işitildi. Bunu, ibni Teymiye de, (İktiza-üs-Sıratil-müstakim) kitabında yazmaktadır. Çok kimse, selamlara, Kabri saadetten cevap verildiğini, çok zaman işitmişlerdir. Başka kabirlerden de, selamlara cevap verildiği, çok işitilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bana selam verene, ben de selam veririm.) [Beyheki]

Bir hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören uyanık iken görmüş gibidir) buyuruldu. Bunun için, imam-ı Nevevi hazretleri, Onu rüyada görmek, tam kendisini görmektir dedi. Nitekim, Abdürraüf Münavi�nin, Künuz-üd-dekaık kitabında yazdığı ve Buhari�de ve Müslim�de bulunduğunu bildirdiği hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören doğru görmüştür. Çünkü şeytan, benim şeklime giremez) buyuruldu. Rüyada benzeri görülmüş olsaydı, doğru olarak görülmüş olmazdı. İbrahim Lakani, Cevheret-üt-tevhid kitabında diyor ki, hadis âlimleri, Resulullahın uyanık iken de, rüyada da görülebileceğini, sözbirliği ile bildirmişlerdir.

Diri olan Peygamber mi, Şehid mi?
Bedir�de falanca filanca öldü gitti denilince, Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Fisebilillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin. Bilâkis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.) [Bekara 154] (Tibyan)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Uhud�da şehid olan kardeşlerinizin ruhları yeşil kuşlarla Cennete gitmiştir. Onlar Cennetin ırmaklarından su içer, meyvelerinden yiyip Arş�ın gölgesinde asılı altın kandillerle giderler, istirahat ederler. Yiyecek, içeceklerin lezzetini ve orada yaşanan hayatın güzelliklerini tattıkları zaman, �Allahü teâlânın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de cihattan çekinmeselerdi� dediler. Allahü teâlâ da, ben onlara, sizin durumunuzu bildiririm buyurdu.) [Müslim, Tirmizi, İbni Mace]

İşte âyet meali:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir ve Allah�ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayanlara [henüz şehid olmamışlara, şehidlikte] korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.) [Al-i İmran 169]

İlk âyette, Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diri diye ikaz ediliyor. İkinci âyette, bunların yiyip içtikleri de bildiriliyor.

Şimdi vehhabilere soruyoruz: Şehid mi üstün, yoksa Peygamber mi? Şehid sıradan biridir. Savaşta ölenin imanı varsa şehid olur. Attan düşüp ölen bile şehiddir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Suda boğulan, yangında ve enkaz altında ölen şehiddir.) [İbni Asakir]

(Abdestli yatıp da ölen şehiddir.) [Deylemi]

(Mütteki müezzin, şehid gibidir. Ölürse kabrinde çürümez.) [Taberani]

(Allahü teâlâdan sıdk ile ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse de, şehiddir.) [Müslim]

Allah yolunda ölen şehide ölü demek caiz değil iken, bütün ömrünü Allah yolunda geçiren Peygamber efendimize ölü demek nasıl caiz olur? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya�la]

(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez.) [İbni Mace]

(Kabrimin yanında okunan salevatı işitirim. Uzaktakiler bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe]

Elbette Peygamber, şehidden üstündür. Resulullah efendimiz ise, bütün evliyadan, ulemadan ve diğer enbiyadan [Peygamberlerden] üstündür. Dini de diğer dinlerden daha üstündür. Eshabı yani arkadaşları da diğer Peygamberlerin eshabından üstündür. Ümmeti de diğer ümmetlerden üstündür. İki âyet-i kerime meali:
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resulünü hidayet [doğruluk rehberi olan Kur�an] ve hak din [İslamiyet] ile gönderen Odur.) [Fetih 28]

(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

İki hadis-i şerif meali:
(Ben bütün insanların efendisiyim.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, beni insanların en iyisinden yarattı. İnsanların en iyisiyim, en iyi ailedenim. Kıyamette herkes sustuğu zaman ben söylerim, onlara şefaat ederim. Kimsenin ümidi kalmadığı bir zamanda onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefaatçisiyim. Bunları öğünmek için söylemiyorum, hakikati bildiriyorum.) [Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum. Müjdeci Mek. 44]

Eshabı hepsinden üstündür, hepsi Cennetliktir. Bir âyet meali:
(Allah, hepsine hüsnayı [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]

Ümmeti de diğer ümmetlerden üstündür. Bir âyet meali:
(Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.) [Al-i İmran 110]

Şehidlerin ruhu yaşıyor da, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullahın ruhu yaşamıyor mu? Ruh ölmez, kâfirin ruhu bile ölmez. Peygamberin Allah yanında bir şehid kadar da kıymeti yok mu? Şehid diri oluyor da, Peygamber niye diri olmasın? Şehid Cennette rızıklanıyor da, Peygamber niye rızıklanmıyor? Allahü teâlâ şehide böyle ikram ediyor da Peygamberine ikram etmez mi? Allah�ın Peygamberi şehidden yani ümmetinden birisinden üstün değil mi? Şehid olan Hazret-i Ömer�den, Hazret-i Ali�den, Hazret-i Hamza�dan, Hazret-i Cafer-i Tayyar�dan üstün değil mi?

Peygamber hâşâ Allah yolunda değilse, şehid Allah yolunda nasıl olur? Peygamber diri olmazsa şehid nasıl diri olur? Peygamber işitmezse, şehid nasıl işitir? Halbuki şehidin, Müslümanlığı da şehidliği de bu Peygambere iman etmeye bağlıdır. Şehidler Allah yolunda da, hâşâ Peygamberler başka yolda mı? Bu ne çirkin suçlama öyle? Resulullah şehid değil mi? Resulullah, son hastalığında, (Hayber�de yediğim zehirli etin acısını hâlâ hissediyorum. Zehrin tesirinden aort damarım, bıçak gibi kesiliyor) buyurdu. (Buhari)

İbni Mesud hazretleri ve diğer Eshab-ı kiram, (O zehirli etin tesiriyle Resulullah şehid oldu) buyurdu. Peygamberlik şehidlikten üstündür. Fakat şehid olmak da bir nimettir. Allahü telâlâ Resulüne bu nimeti de vermek için son hastalığında bu zehrin etkisini göstermiştir. (M.Ledünniyye)

Vehhabiler, "Şefaat ya Resulallah" diyenlere, (Ya hacı, şirk şirk...) diyorlar. Onun ümmetinden olan şehide diri dedikleri halde, Resulullaha ölü demeleri âyet ve hadislere aykırıdır.

Yalan olduğu için yazıları birbirini tutmuyor
Vehhabi Feth-ul-mecid kitabının 257. sayfasında, (Ebu Davud�un rivayet ettiği hadiste bana salevat okuyunuz! Her nerede okursanız okuyunuz, bana bildirilir denildi. Demek ki, uzakta yakında okumak arasında ayrılık yoktur. Kabri bayram yeri gibi yapmaya hacet yoktur) diyor.

Hücre-i saadeti ziyarete ihtiyaç olmadığını göstermek için, Resulullahın, salat ve selamdan haber aldığını yazmış, farkında olmayarak, kendi kendisini yalanlamıştır. Ölü his etmez, duymaz diyordu. Şimdi de, haber aldığını yazıyor.
416. sayfasında, (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur) diyor.

Resulullahın kendisine okunulan salevattan haberdar olduğunu yazması ve yukarıdaki yazısı, birbirlerine uymamaktadır. Bundan başka, Ebu Davud�daki hadis-i şeriflerden birini yazıyor. İkincisini yazmak işine gelmiyor. Hadis âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevi, Medaric-ün-nübüvve kitabının 378. sayfasında diyor ki, Ebu Davud�un Ebu Hüreyre�den haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse bana selam verince, onun selamını işitir, cevap veririm) buyuruldu. İbni Asakir�in haber verdiği hadis-i şerifte, (Kabrim yanında, bana salevat okununca, o salevatı işitirim) buyuruldu.

Kabirdeki meyyitlerin duyduklarını ve gördüklerini bildiren böyle sağlam haberler çoktur. Lüzumu kadar bildirdik. Uzatmaya lüzum yoktur. Dirilerin yaptığı işlerin ölülere gösterildiğini aşağıda bildireceğiz. Onlarda görmek olmasaydı, işlerin onlara gösterilmesi doğru olmazdı. Çünkü, işlerin gösterilmesi demek, iki omuzda bulunan (Kiramen katibin) meleklerinin yazdığı şeylerin gösterilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu da mevtaların gördüğünü bildirmektedir.

Dirilerin işlerinin gösterilmesi
Ölülerin görmesini anlattıktan sonra, dirilerin işlerinin onlara gösterilmesini bildiren hadis-i şerifleri yazalım:

Ümmetin amelleri Resulullah efendimize gösterilmektedir.
Abdullah ibni Mesud hazretleri dedi ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
(Hayatım, sizin için hayırlıdır. Bana anlatırsınız. Ben de size anlatırım. Öldükten sonra, vefatım da, sizin için hayırlı olur. Amelleriniz bana gösterilir. İyi işlerinizi gördüğüm zaman, Allahü teâlâya hamd ederim. Kötü işlerinizi gördüğüm zaman, sizin için af ve mağfiret dilerim.) [Bezzaz]

Ameller, işler, tanıdıklara gösterilmektedir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yaptığınız işler, kabirde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Böyle olmayan işleriniz için, ya Rabbi! Bizi doğru yola kavuşturduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuştur. Ondan sonra ruhunu al derler.) [İ.Ahmed, Tirmizi]

(Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. İşleriniz iyi ise, sevinirler. İyi değil ise, ya Rabbi, bunlara iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler.) [Ebu Davud]

(İnsanların yaptıkları işler, Pazartesi ve Perşembe günleri, Allahü teâlâya arz olunur. Peygamberlere, Evliyaya ve ana-babaya Cuma günleri gösterilir. İyi işleri görünce sevinirler. Yüzlerinin parlaklığı artar. Allah�tan korkunuz! Ölülerinizi incitmeyiniz!) [Tirmizi]

(Mezardaki kardeşleriniz için Allahü teâlâdan korkunuz! Yaptığınız işler, onlara gösterilir.) [Tirmizi, İbni Ebiddünya, Beyheki]

İnsanların yaptığı işler, mezardaki tanımadıkları ölülere de bildirilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yaptığınız işler, ölülere bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Kötü işlerinizi görünce üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Vehhabi kitabının (Allame) ismini verdiği ve yazılarını kendilerine senet olarak kullandığı ibni Kayyımı Cevziyye, Kitab-ür-ruh kitabında, İbni Ebiddünya�dan, o da Sadaka bin Süleyman Caferi�den bildiriyor ki, bir kötü huyum vardı. Babamın ölümünden sonra, pişman oldum. Bu taşkınlıklarımdan vaz geçtim. Bir aralık bir kabahat yaptım. Babamı rüyada gördüm. Ey oğlum! Senin güzel işlerinle kabrimde rahat ediyordum. Yaptığın işler bize gösteriliyor. İşlerin salihlerin amellerine benziyor. Fakat, son yaptığından dolayı çok üzüldüm, utandım. Yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma, dedi. Bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. Çünkü, çocuğun işleri babasına gösterildiği zaman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demektedir. Yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rüyada böyle söylemezdi. Hadis-i şerifte de, tanıdığı bütün ölülere dünyadaki işlerin gösterildiğini yukarıda bildirmiştik.

Meyyitler birbirini ziyaret ederler
Meyyitlerin birbirini ziyaret etmeleri ve buluşmaları da, sahih haberlerle bildirilmiştir.

Haris bin Ebi Üsame ve Ubeydullah bin Said Vayili (İbane) kitabında ve Ukayli, Cabir bin Abdullah�tan haber verdikleri hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenini güzel yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler) buyuruldu.

Müslim sahihindeki hadis-i şerifte, (Kardeşinin cenaze işini görenleriniz, kefenini güzel yapsın!) buyuruldu. Çünkü, meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler.

Ebu Hüreyre�nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü, birbirlerini kefenleri içinde olarak ziyaret ederler) buyuruldu.

Tirmizi ve İbni Mace ve Muhammed bin Yahya Hemedani (Sahih) kitabında ve İbni Ebiddünya ve Beyheki (Şu�ab-ül-iman) kitabında, Ebu Katade�den bildirdikleri hadis-i şerifte, (Biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyaret ederler) buyuruldu.

Evinde iken nelerden incinirse
Dirilerin yaptıkları işleri haber alınca, ölülerin incindikleri hususunda, İmam-ı Süyuti Şerh-us-sudur kitabında, Deylemi�nin Hazret-i Âişe validemizden bildirdiği hadis-i şerifi yazıyor. Burada, (İnsan, evinde iken nelerden incinirse, kabrinde de onlardan incinir) buyuruldu. İmam-ı Kurtubi Tezkire kitabında diyor ki, dünyada olanların yaptıkları şeyleri Allahü teâlâ bir melek ile yahut alamet ile, işaretle veya başka bir yoldan, ölülere bildirir.

Allahü teâlânın izni ile iş yaparlar
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Ruhun İlliyyinde olduğu halde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asakir�in, Abdullah ibni Abbas�tan haber verdiği şu hadis-i şerif göstermektedir: Resulullah, Cafer Tayyar hazretleri şehid olduktan sonra buyurdu ki,
(Bir gece Cafer Tayyar yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen�deki Bişe denilen vadiye gidiyorlardı.)

İbni Adiy�in, Hazret-i Ali�den haber verdiği hadis-i şerifte, (Cafer bin Ebi Talibi meleklerin arasında gördüm. Bişe ahalisine yağmur geleceğini müjdeliyorlardı) buyuruldu.

Hadis âlimlerinden Hakim�in Abdullah ibni Abbas�tan verdiği haberde, Resulullahın yanında oturuyordum. Esma binti Umeys yanımızda idi. Resulullah, aleyküm selam dedikten sonra buyurdu ki:
(Ya Esma! Şimdi, zevcin Cafer, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. Bana selam verdiler. Selamlarına cevap verdim. Bana dedi ki, (Mute) gazasında kâfirler ile birkaç gün savaştım. Vücudumun her tarafında yetmişüç yerimden yaralandım. Bayrağı, sağ elime aldım. Sağ kolum kesildi. Sol elime aldım, sol kolum kesildi. Allahü teâlâ, iki kolum yerine bana iki kanat verdi, Cebrail ve Mikail ile birlikte uçuyorum. İstediğim zaman Cennetten çıkıyorum. İstediğim zaman girip meyvelerini yiyorum.)

Esma, bunları işitince, Allahü teâlânın nimetleri Cafer�e afiyet olsun. Fakat, herkes bunu benden işitince inanmazlar diye korkuyorum. Ya Resulallah, minbere çık sen söyle! Sana inanırlar dedi. Resulullah mescide teşrif edip, minbere çıktı. Allahü teâlâya hamd ve sena eyledikten sonra, (Cafer ibni Ebi Talib, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. Allahü teâlâ, ona iki kanat vermiş. Bana selam verdi) buyurdu. Sonra, Esma�ya haber verdiklerini bir bir söyledi.

Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, Allahü teâlâ, şehid olan ve salih olan kullarına, insanlara faydalı olan işleri yapmak için izin vermektedir. Bunu bildiren, daha nice haberleri hadis âlimleri yazmışlardır.

Kabirdeki nimet ve azapları dünyada iken görenler
Dirilerin, mezardaki nimetleri ve azapları anlaması ve baş gözü ile görmesi caiz olduğu, Allahü teâlâ ve Resulü tarafından haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri, kabirde nimet ve azap olduğunu, bunun hem ruha, hem de bedene birlikte olduğuna inanmak lazım geldiğini sözbirliği ile bildirmişlerdir. (Aka�id) kitapları, bunları uzun uzun bildirmektedir.

İmam-ı Süyuti hazretleri Şerh-us-Sudur, Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri Ehvâl-ül-kubur kitabında, imam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)

İmam-ı Taberani'nin bildirdiği bu hadis-i şerif, mezhepsiz ibni Teymiye'nin talebesi olan ibni Kayyımı Cevziyye'nin Kitab-ür-ruh isimli eserinde de vardır.

Buhari ve Müslim�deki hadis-i şerifte, (Eğer, gizli tutabilseydiniz, kabir azabını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için, dua ederdim) buyuruldu.

Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve Evliya gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyanın görmesi, hiç inkâr edilemez. Allahü teâlânın kudreti ve ihsanı ile görmektedirler.

Ölmek yok olmak değildir
Bütün bunlar ruhların ölmediğini, mevtaların mezarda, kabir hayatı denilen bilmediğimiz bir hayat ile diri olduklarını göstermektedir. İslam âlimlerinin hepsi diyor ki, ölmek, yok olmak değildir. Bir evden bir eve göç etmek demektir. Peygamberler ve Veliler de, İslamiyet�i yaymak için çalışmışlardır. Hepsi şehidlik derecesine kavuşmuşlardır. Şehidlerin diri oldukları, Kur�an-ı kerimde açıkça bildirilmektedir. Böyle olunca, onlardan tesebbüb ve teşeffu ve tevessül etmek şaşılacak bir şey midir?

(Tesebbüb) demek, onları sebep yapmak, yani Allahü teâlâ katında yardım etmelerini dilemektir.

(Tevessül) demek, bizim için dua etmelerini dilemektir. Çünkü onlar, Allahü teâlânın dünyada da, ahirette de sevgili kullarıdır. Onların istediklerine kavuşacaklarını, her dilediklerinin verileceğini, Kur�an-ı kerim bildirmektedir. Böyle olan meyyitlerden, dirilerden beklenen şeyleri bekleyen bir kimse kötülenebilir mi? Bunlardan beklenen şeyleri, Allahü teâlânın yaratacağına, Allah�tan başka yaratıcı bulunmadığına inanan bir kimsenin, mezardaki Peygamberleri, Velileri sebep kılması, vesile yapması, hiç inkâr olunabilir mi? Bunları, onlar çürüdü, toprak oldu, yok oldu zan edenler inkâr eder. İslamiyet�i bilmeyenler ve onların büyüklüğünü, yüksekliğini anlayamayanlar inanmaz. Peygamberlerin ve Evliyanın yüksekliklerini ve üstünlüklerini anlamayan kimseler, din cahilleridir. İslamiyet�i anlamamışlardır.

Evliyanın ve Peygamberlerin mezarlarına gidip, onların vasıtası ile, onları sebep kılarak, Allahü teâlâdan bir şey istemenin ve kıyamet günü bize şefaat etmeleri için, kendilerine yalvarmanın caiz olduğu, hadis-i şeriflerde bildirilmiştir ve İslam âlimleri sözbirliği ile haber vermişlerdir. İnsanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselamın hadis-i şeriflerine ve Onun yolunda giden seçilmişlerin, sevilmişlerin kitaplarına inanmak nimetini bize ihsan eden Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun! Bu büyük nimeti Rabbimiz bize ihsan etmeseydi, kendimiz anlayamaz, bulamaz, helak olurduk.

68
DİNİ BİLGİLER / İman azalıp çoğalmaz
« : 27 Mayıs 2008, 20:42:38 »
İman azalıp çoğalmaz
Sual: İman nedir, azalıp çoğalır mı?
CEVAP
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine kalbin inanması ve inandığını dil ile söylemesi demektir. Bu bilgilerin her birini araştırmak ve anlamak lazım değildir. Mutezile fırkası, herbirini anlayıp inanmak lazımdır dedi. Ayni, Buhari şerhinde diyor ki, en derin âlimler, mesela Ebül-Hasen Eşari, kadi Abdülcebbar Hemedani Mutezili, üstad Ebül-İshak İbrahim İsferaini ve Hüseyn bin Fadl ve daha birçokları, (İman, açıkça bildirilmiş olan şeylere yalnız kalb ile inanmaktır. Dil ile söylemek ve ibadetleri yapmak iman değildir) dediler. Sadeddin-i Teftazani de (Şerh-i akaid) kitabında böyle söylüyor ve Şems-ül-eimme ve Fahr-ul-islam Ali Pezdevi gibi âlimlerin dil ile ikrar etmenin de lazım olduğunu söylediklerini bildiriyor. Kalbdeki imanı dil ile söylemek, müslümanların, birbirlerini tanımaları için lazımdır. Söylemeyen de mümindir. Ameller, ibadetler, imandan parça değildir. Âlimlerin çoğu, mesela imam-ı a�zam Ebu Hanife hazretleri böyle buyurdular. İmam-ı Şafi�i ve bazı âlimlerin iman; inanmak, söylemek ve ibadetleri yapmak demeleri olgun olan imanı bildiriyor. Müminim diyen kimsenin imanlı olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir.

Rükneddin Ebu Bekir Muhammed Kirmani Buhari şerhinde diyor ki, ibadetler imandan sayılınca, iman azalır ve çoğalır. Fakat, kalbdeki iman azalmaz ve çoğalmaz. Azalan, çoğalan bir inanış iman olmaz, şüphe [zan] olur. İmam-ı Nevevi inanılacak şeyleri inceleyerek, sebeplerini anlamakla iman artar. Ebu Bekri Sıddıkın imanı ile, herhangi bir kimsenin imanı bir değildir dedi. Bu söz, imanın kuvvetli ve zayıf olmasını göstermektedir. İmanın kendisi azalır ve çoğalır demek değildir. Hasta insanla, sağlam insanın kuvvetlerinin bir olmaması gibidir. Her ikisinin de insanlığı birdir. İnsanlıklarında azlık çokluk yoktur.

İmanın azlığını çokluğunu bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri, imam-ı a�zam Ebu Hanife hazretleri şöyle açıklamaktadır:
Eshab-ı kiram imana gelince, her şeye topluca inanmıştı. Sonra, zaman zaman birçok şeyler farz oldu. Bunlara birer birer inandılar. İmanları böylece, zamanla çoğaldı. Bu hal, yalnız Eshab-ı kiram içindir. Sonra gelen müslümanlar için, imanın böyle artması düşünülemez.

Sadeddin-i Teftazani hazretleri buyuruyor ki:
Kısaca bilenlerin kısaca inanmaları, etraflı ve inceliklerini bilenlerin etraflı inanmaları lazımdır. İkincilerin imanları, birincilerinkinden elbet çoktur. Fakat, birincilerinki de, tam imandır. İmanları noksan değildir. (Şerh-i akaid)

İmam-ı Matüridi hazretleri buyuruyor ki:
İbadetler imana dahil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan kâfir olmaz. Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imanı gitmez.
Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak imanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmaya sebep olur.

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Sözün kısası, imanın kendisi azalmaz ve çoğalmaz. İmanın kuvveti çoğalır. İbadetlerin az veya çok olması ile imanın kemali, kıymeti değişmektedir. İmanın azalıp çoğalacağını bildiren âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere böyle mana verilmiştir.
Vehhabilerin ibadetleri kabul edip de, tembellikle yapmayana kâfir, müşrik demeleri, Ehl-i sünnet olmadıklarını göstermektedir. (Hadika)

Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Mutezile [ve vehhabiler], ibadetleri imanın parçası saydı. İbadet yapmayanın imanı yoktur dedi.
İbadetler, imanı olgunlaştırır, güzelleştirir. Ağacın dalları gibidir. İman ibadet yapmakla çoğalmaz ve günah işlemekle azalmaz. İmam-ı a�zam Ebu Hanife ve imam-ı Malik ve imam-ı Ebu Bekir Ahmed Razi ve birçok derin âlimler böyle söylediler. Çünkü, iman tam inanmak demektir. Bunun azalması çoğalması olmaz. Bir kalbdeki imanın çoğalması demek, bunun tersi olan küfrün azalması demektir. Böyle şey olamaz. İman azalır çoğalır diyen Ehl-i sünnet âlimlerinin bu sözlerinin, imanın kendisinin azalıp çoğalması değil, kuvvetinin azalıp çoğalması demek olduğunu (Mevakıf) kitabı açıklamaktadır. Çünkü, Peygamberin imanı ümmetinin imanı gibi değildir. İşittiklerini aklı ile, ilmi ile inceleyenin imanı, işitmekle inananın imanı gibi değildir. [Evliyanın imanı, tasavvuftan haberi olmayanların imanları gibi değildir.] İbrahim aleyhisselamın kalbinin itminan, yakîn hasıl etmesini istediğini Kur�an-ı kerim bildiriyor. (Berika)

İmam-ı a�zam Ebu Hanife hazretleri buyuruyor ki:
Yerde ve göklerde bulunanların imanları, inanılacak şeyler bakımından azalıp çoğalmaz. İtminan, yakîn bakımından azalıp çoğalır. Yani, imanın kuvveti artıp azalır. Fakat yakîni, kuvveti hiç bulunmazsa, iman olmaz. (Fıkh-ı ekber)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. Cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. Bunlar, sanki, cilalı olmayan imanı, iman bilmedi. Cilalılardan bazısını da, iman bilip, fakat az dedi. İman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. Cilası çok olup, cisimleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çoktur demeye benzer. Başka birisi de, iki ayna müsavidir. Yalnız, cilaları ve cisimleri göstermeleri, yani sıfatları başkadır demesi gibidir. Bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girmemiştir. (Ebu Bekir�in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. (Mektubat, m.266)

İmam-ı a�zam hazretleri buyuruyor ki:
İmanın artması, devam etmesi, çok zaman sürmesi demektir. İmanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir. Mesela, Eshab-ı kiram, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emirler gelince, imanları çoğalırdı. [Ayrıca zamanla nesh edilen hükümler yüzünden de imanları yani iman edilecek hususları azalırdı. Bu şekilde imanın artması ve azalması, yani iman edilecek hususların artıp azalması sadece eshab-ı kiram efendilerimize mahsus olup, bu da, Peygamber efendimizin ahirete irtihaline kadardır.] İmanın artması demek, kalbde nurunun artması demektir. Bu parlaklık, ibadet ile artar. Günah işlemekle azalır. (Şerh-ı Mevakıf, Cevheret-üt-tevhid)

İman, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden parlaklığı, kuvveti artar ve eksilir. Müminler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittir. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdır.

Ehl-i kıbleden olanı tekfir etmemek [namaz kılana kâfir dememek], kimseyi imandan uzaklaştırmamak, marufu [iyilikleri] emredip, münkerden [kötülüklerden] sakındırmak gerekir.

Günahkâr Müslümana kâfir denmez. Küfür hariç, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu Allah�ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennemde azap eder, dilerse affeder, hiç azaba uğratmaz.

İmam-ı a�zam hazretleri, âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içerek sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suali sorana kızarak, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. İmam-ı a�zam hazretleri, (O kimse, çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu.
Yine buyurdu ki, ameller imandan parça değildir. İman, inanmak demektir. İnanmakta azlık çokluk olmaz. İbadetler, iman olsaydı, iman azalıp çoğalırdı.


69
DİNİ BİLGİLER / Amel imandan parça değildir
« : 27 Mayıs 2008, 20:41:48 »
Amel imandan parça değildir
Sual: Amel imandan parça mıdır, yani bir farzı yapmayan veya bir haramı işleyen kâfir olur mu?
CEVAP
Hayır, kâfir olmaz. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen kâfir olurdu. Hiç müslüman kalmazdı.

Vehhabiler diyor ki:
(Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.)
CEVAP
İbadetin vazife olduğuna inanmak imandandır. İnanmak başka, yapmak başkadır. Bunları birbirlerine karıştırmamalıdır. İnandığı halde, tembellikle yapmayan kâfir olmaz. Vehhabiler, �Müslümanlar şirk üzere yaşadılar, bu yüzden, ölenleri müşriktir yani kâfirdir� diyorlar. Bir müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Aslında bu itikadları yüzünden, yani vehhabi olmayan müslümanlara kâfir demeleri yüzünden bunlara cevap vermeye lüzum yok ise de, müslümanların bunları yakından tanımaları için bu hususlara açıklık getiriyoruz.

İmam-ı a�zam Ebu Hanife hazretleri, ameller imandan parça değildir buyurdu. İman, inanmak demektir. İnanmakta azlık çokluk olmaz. İbadetler, iman olsaydı, iman azalıp çoğalırdı.

Âyet-i kerimelerde, imanı olanlara, ibadet yapmaları, günahtan sakınmaları emrediliyor.
(Ey iman edenler, rüku edin; secde edin; Rabbinize ibadet edin.) [Hac 77]

(Ey iman edenler, Cuma günü namaz için ezan okununca, Allah�ı anmaya koşun.) [Cuma 9]

(Ey iman edenler, faiz yemeyin.) [Al-i imran 130]

(İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.) [Hac 50]

(İman edip salih amel işleyenlere kesintisiz mükafat vardır.) [İnşikak 25]

(İman edip salih ameller işleyenlere Cennetler vardır.) [Tin 11]
Bu âyetler, imanın ibadetten başka olduğunu göstermektedir.

Şu âyet-i kerime de, amellerin imandan ayrı olduklarını açıkça göstermektedir:
(Erkek veya kadın, mümin olarak, iyi amel işleyeni mutlaka güzel bir hayata kavuşturacağız.) [Nahl 97]

İman edip, hiç ibadet yapamadan, hemen ölenin, mümin olduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Cibril hadisinde de imanın [Amentü�deki altı esasa] inanmak olduğu bildirilmiştir.

Meşhur (Emali kasidesi) 43. beytinde diyor ki:
(Farz olan ibadetler, imandan sayılmaz.)

Ehl-i sünnet âlimlerinden bazıları, şu âyet ile hadis-i şerifi delil getirerek, iman [yani imanın nuru] artar eksilir dediler:
(Müminler ancak, Allah�ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran kimselerdir.) [Enfal 2]

(İman artarak, sahibini Cennete götürür. Azalarak da, Cehenneme sürükler.) [M. Nasihat]

İmam-ı a�zam hazretleri, bu âyet ve hadis-i şerifi şöyle açıkladı:
İmanın artması, devam etmesi, çok zaman sürmesi demektir. İmanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir. Mesela, Eshab-ı kiram, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emirler gelince, imanları çoğalırdı. İmanın artması demek, kalbde nurunun artması demektir. Bu parlaklık, ibadet ile artar. Günah işlemekle azalır. (Şerh-ı Mevakıf , Cevheret-üt-tevhid)

Mutezile ile Vehhabiler ve diğer bazı bid�at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve gerekirken, imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz.

Yalnız iman ile Cennete girilirse de, yalnız amel ile Cennete girilmez. Amelsiz iman makbul, imansız amel ise makbul değildir. İmanı olmayanların yaptığı ibadetler, ahirette hiçbir işe yaramaz. İman başkasına hediye edilmez, fakat amelin sevabı, başkalarına hediye edilir. İman vasiyet edilmez, fakat kendi için amel yapılması vasiyet edilir. Ameli terk eden kâfir olmaz ise de, imanı terk eden hemen kâfir olur. Özrü olan kimseden amel affolur ise de, iman kimseden affolunmaz.

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki (Rad) suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının [ve vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedi Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer.

70
DİNİ BİLGİLER / Tevhidin aslı Amentü�ye inanmaktır
« : 27 Mayıs 2008, 20:41:27 »
Tevhidin aslı Amentü�ye inanmaktır
Sual: Tevhidin aslı nedir?
CEVAP
İmam-ı a�zam Ebu Hanife hazretleri buyuruyor ki:
Tevhidin aslı, Amentü�ye inanmaktır. Allahü teâlâ, insanları kâfir veya mümin olarak değil, bu ikisinden hâli olarak yaratmış, sonra onlara emirlerini ve yasaklarını bildirmiştir. Kâfir olan; kendi arzusu ile hakkı inkâr ederek küfre girmiştir. Mümin de kendi arzusu ile tasdik ederek iman sahibi olmuştur. İman, inanmak demektir. İnanmakta azlık çokluk olmaz. (Fıkh-ı ekber)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki:
İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan inanışa, iman değil, zan ve vehim denir. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. Günahı çok olan bir mümin, tevbe etmeden ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (Mektubat 2/67)

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine kalbin inanması ve inandığını dil ile söylemesi demektir. (Hadika)

Müslümanlığın temeli, Allahü teâlânın birliğine ve Muhammed aleyhisselamın bildirdiği belli olan emirlerin ve yasakların hepsini Allah tarafından getirmiş olduğuna inanmak, tamamını beğenmektir. Yani emirleri yapmak ve yasak edilenleri yapmamak imanın şartı değil ise de, yapmak ve yapmamak gerektiğine inanmak imanın şartıdır. Böyle imanı olmayana, yani müslüman olmayana (kâfir) denir. Kâfirler, ne kadar iyi iş ve faydalı buluşlar yapsa da, ahirette azaptan kurtulamaz.

Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi Cennete gider) hadisi ile (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir) hadisi birbirine zıt değil midir?
CEVAP
Zıt değildir. İkisi de aynı şeyi ifade etmektedir. Cennete gider demek, doğrudan gider demek değildir ki. Cehennemde cezalarını çektikten sonra gidecek demektir. Ümmet kaç fırkaya ayrılırsa ayrılsın, bid�ati küfür olmayan yani zerre kadar imanı olan elbette Cennete gidecektir. Bunun gibi açıklama gerektiren birçok hadis-i şerif vardır. Birkaç örnek verelim:
(Din kardeşini ziyaret eden Cennettedir.) [Taberani]

(Cömert, Cennete gider.) [Ebuşşeyh]

(Yatağa girince yüz kere "İhlas" okuyan Cennete girer.) [Tirmizi]

Din kardeşini ziyaret etmekle, cömert olmakla ve ihlas okumakla diğer günahlarının cezasını çekmeden Cennete mi gider? Açıklaması olması gerekir. Yani itikadı düzgün ise, sevapları günahlarından çok ise, yahut affa veya şefaate uğramışsa ancak o zaman din kardeşini ziyaret eden, cömert olan ve yüz ihlas okuyan Cennete girer. Bir de iman şart. Ne kadar iyilik ederse etsin, insanlığa ne hizmeti yaparsa yapsın, hatta namaz kılsın Müslüman değilse Cennete giremez. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cennete Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

(Cebrail aleyhisselam, Allah�a şirk [ortak] koşmadan ölen herkesin muhakkak Cennete gireceğini müjdeledi.) [Buhari]

Bu iki hadis-i şerifi bile açıklamak gerekir. Her Müslüman doğrudan Cennete giremez. Günahlarının cezasını çektikten veya şefaate kavuştuktan sonra Cennete girer. Bu bakımdan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında aklımıza ters gelen bir hadis-i şerif görünce, bu uydurma demekten çok sakınmalı. Biz o hadisin uydurma olduğunu biliyoruz da o büyük âlimler bilemez mi? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorguya çekeceğiz? Bu fen bilgisi değil ki, zamanla daha iyisi bulunmuş olsun. Muhaddis bir âlimin kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma demek, o âlimi cahillikle suçlamak olur.

(Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete gireceğine kefilim.) [Nesai] (Çok günahkâr birisi günahlarının cezasını çekmeden veya şefaate kavuşmadan elbette Cennete giremez.)

(Cennete temizler girer.) [Deylemi] (Bir kâfir de temiz olabilir, imanı olmadan nasıl Cennete girer. Sonra her temiz olan Müslüman da doğrudan Cennete giremez.)

(Kibirden de uzak olduğu halde ölen Cennete girer.) [Tirmizi] (Diyelim ki bir canide kibir yok ama her kötülük var, bu adam doğrudan Cennete girebilir mi? Demek ki bunları açıklamak gerekir.)

(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace] (Bu kimse, kibirli, hain, kul ve hak borçları varsa veya imanı yoksa nasıl Cennete girer?)

(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi] (Bir kadın her türlü melaneti yapsın, sırf kocası razıdır diye doğrudan Cennete gidebilir mi? Burada kocaya itaatin önemi bildirilmektedir. Kocasını razı ederse, diğer işleri kolaylaşır demektir.)

İmam-ı Rabbani hazretleri (şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz. Ehl-i kitap hariç, gayrı müslim keserse veya kendiliğinden ölürse, leş olur, yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca bid�at fırkaların hangi şartlar altında Cennete gideceği anlaşılır.

71
DİNİ BİLGİLER / 11- Felsefeciler kâfirdir
« : 27 Mayıs 2008, 20:41:05 »
11- Felsefeciler kâfirdir
İmam-ı Gazali hazretleri, El-Münkızu min-ed dalal isimli eserinde felsefecilerin kâfir olduğunu ispat etmiş, bilhassa bunların inanıp savundukları şu üç konuda küfre düştüklerini göstermiştir:

1-Âlem, Allah gibi ezeli ve ebedidir.
2-Allah cüz'i olan şeyleri bilmez.
3-Bedeni bir haşr yoktur.

İmam-ı Gazali hazretleri, mezkur eserinde Kelam ilminin gayesi, Ehl-i sünnet itikadını bid�at ehlinin teşvişinden korumak olduğunu bildirmiştir.

Hakikat bu iken, Uludağ çıkıyor, İslam âlimlerini felsefeci olarak suçluyor. Mesela Kelam kitabında imam-ı Razi için �Razi, kelamcı ve filozoftu� diyor. Aynı sayfada hemen iftirasını yapıştırıyor: �Kelamla felsefeyi birbirine kaynaştırmıştı� diyor. Aynı iftira, imam-ı Beydavi için de yapılıyor. �Beydavi kelamla felsefeyi ayrılması güç bir şekilde meczetmiştir� diyor.

12- İbni Rüşd felsefecidir
Kelam Kitabının 36. sayfasında ibni Rüşd'ün felsefeci olduğu ve İbni Rüşd'den sonra felsefenin kelamcıların eline geçtiği bildirilmektedir.

İmam-ı Gazali hazretleri El-münkızü min-ed dalal isimli eserinde ibni Sina, Farabi ve onlara uyanları tekfir etmektedir.

İbni Rüşd, ibni Sina ve Farabi�ye uymuş mu, uymamış mı? Uyduğu, imam-ı Gazali�yi tenkit bile ettiği sabit değil mi? İmam-ı Gazali ise bunlara ve bunlara uyan herkesi tekfir ettiği bilindiğine göre artık �imam-ı Gazali ibni Rüşd'ü nasıl tekfir edebilir ki� demek demagojiden başka bir şey değildir.

İbni Rüşd'ün küfrü bilinirken ve hatta, İslam�da mürşid ve irşad faaliyeti isimli kitabında ibni Rüşd'ü İslam�ın ilahiyatına inanmayan bir kimse olarak bildiren Uludağ, neden ibni Rüşd'ü imam-ı Gazali�ye ve bize karşı müdafaa etmeye kalkmıştır? (Kelam, s.45)

13- Ehl-i kıble nedir
Uludağ, vehhabilerin ehl-i kıble olduğunu ve ehl-i kıbleyi de çok sevdiğini söylüyor. Vehhabilerin dalaletlerini ispat etmeden önce ehl-i kıblenin ne olduğunu ve vehhabileri sevmenin küfrü gerektirdiğini vesikalarla bildirelim. Bir fıkıh ve kelam âlimi olan Şihristani (Ebul Feth Muhammed bin Abdülkerim) buyuruyor ki:

Birinci vesika: �İmam-ı a�zam ve imam-ı Şafii ehl-i kıble olana kâfir denmez buyurdular. Bu sözün manası, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka âlimleri ve bunlara uyanlar Ehl-i kıbledir. Fakat zaruri olan ve icma ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. (Milel-nihal tercümesi s. 69)

İkinci vesika: Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta derin bir âlim olan Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Bid�at sahibi olanların, yani Ehl-i sünnetten ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi Ehl-i kıble oldukları, her ibadeti yaptıkları halde adil değildirler. Çünkü ya mülhid olarak imanları gitmiştir veya bid�at sahibidirler ki bu da en büyük günahtır. (Hadika s. 139)

Üçüncü vesika: İbni Abidin (Seyyid Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz) buyuruyor ki: Hadis-i şerifte (La ilahe illallah ehline kâfir demeyiniz. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki �La ilahe illallah� ehlinden maksat, Ehl-i kıble olan kimsedir. Böyle kimse icma ile ve zaruri olarak bildirilmemiş inanılacak şeylerde Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrılınca veya başka bir büyük günah işleyince kâfir olmaz demektir. Fakat Ehl-i sünnetten ayrılan kimse icma ile zaruri olarak öğrenilen din bilgilerinden birine inanmazsa buna Ehl-i kıble denmez, o kâfirdir. (s. 377)

Dördüncü vesika: Uludağ ve diğer selefilerce de büyük bir âlim olarak bilinen imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Cehenneme girecekleri bildirilmiş olan 72 Bid�at Fırkası, Ehl-i kıble oldukları için tekfir edilmez. Fakat bunların dinde inanması zaruri olan hususlara inanmayanları ve Ahkam-ı şeriyyeden her Müslümanın işittiği bildiği şeyleri reddedenleri kâfir olur. (Mekt. 3/ 38)

Beşinci vesika: İmam-ı Sübki, imam-ı Tahavi�nin el Adide isimli eserinde �Ehl-i kıble tekfir edilmez� sözü için diyor ki: �Bizim kıblemize dönerek namaz kılan herkes ehl-i kıble sayılmaz. Baksana kâfir oldukları icma ile sabit olan münafıklar da kıblemize dönüp namaz kılmaktadır. (Tabakatü'ş-Şafii)

Bu vesikalardan anlaşıldığına göre Ehl-i kıble demek, icma ile ve zaruri olarak bilinen din bilgilerinin hepsine inanan Müslüman kimse demektir. Böyle kimse sapık inanışı ile kâfir olmaz. Değil Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümana, böyle sapık bir Müslümana dahi kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Zaten Uludağ da, Karaman gibi, tekfiri geri tepmeli topa benzetmiştir. Sapık bir Müslümanı tekfir eden kâfir olduğuna göre, acaba mezhepsiz ibni Teymiye, Şeyh-i Ekber Arabi hazretleri gibi evliyaya kâfir demekle kendisi kâfir olmamış mıdır? Uludağ'ın kendisi de itiraf ettiği gibi vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanlarına müşrik, kâfir demektedirler, acaba kendileri kâfir olmuyor mu? Bu tekfir topunun, İbni Teymiye mezhepsizine, vehhabilere ve kendilerine selefi denilen sapıklara bir zararı dokunmuyor mu? Küfre rıza küfürdür. Müslümanlara müşrik diyen vehhabileri, Ehl-i kıble diyerek sevmek imandan mı, yoksa dalaletten mi ileri gelmektedir?

Vehhabileri, Ehl-i kıble olarak yani bid�at fırkalarından birisi olarak kabul edelim. Bu takdirde Uludağ'ın Ehl-i kıbleyi (Bid�at ehlini) sevmesinin felaketini vesikalandıralım.

Birinci vesika:
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Gunye�de şu hadis-i şerifi nakletmektedir:
(Bid�at ehli ile güler yüzle veya onu sevindirecek bir hâl ile görüşen kimse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiğini [Kur�an-ı kerimi] istihfaf etmiş olur.) [Hatib]
Bilindiği gibi Kur�an-ı kerimi istihfaf etmek, hafife almak küfürdür.

İkinci vesika:
Gunye�de deniyor ki:
�Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin lyad buyuruyor ki, �Bid�at ehlini sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını çıkarır. Allahü teâlâ bid�at sahibine kızanın bütün günahlarını mağfiret eder ümidindeyim.�

Üçüncü vesika:
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bid�at sahibine kıymet veren İslamiyet�i yıkmaya yardım etmiş olur. (Mekt. 1/ 165)

Dördüncü vesika:
Müftiyüs-Sekaleyn Ahmed İbni Kemal Paşa şu hadis-i şerifi nakletmektedir:
(Bid�at ehline ihanet eden, en büyük korku günü emniyette bulunur.) [Risale-i Münire]

Beşinci vesika:
Bu vesikadaki hadis-i şeriflerden ikisi, bid�at ehlini sevenlerin hâlini ve bid�at ehline buğzedenlere verilecek mükafatları bildirmektedir. Ayrıca bid�at ehline sevgi besleyenin kalbinden iman nurunun çıkacağı da bildirilmiştir. (Seyf-ül Ebrar, s. 24-25)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid'at sahibine hürmet eden, İslamiyet�i yıkmaya yardım etmiş olur.) [Taberani]

(Kim bid'at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbini korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bid'at ehline sert muamele edeni de, en büyük korku gününde emin kılar. Bid'at ehlini hakir ve zelil göreni de, Cennette yüz derece yükseltir. Bid'at ehline selam veren veya onu sevindirici şeyle karşılayan, Kur�an-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatib]

Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, vehhabiler, ehl-i kıbleye dahil bir bid�at fırkası kabul edilse bile hadis-i şeriflere inanan kimsenin derhal tevbe etmesi lazımdır.

14- Vehhabiler dalalettedir
Selefiler, Vehhabiliğe sünni mezhep diyorlar. Uludağ ise bir dergide vehhabileri şöyle tenkit ediyor: Kâfir veya sapık demeyi aklımızdan geçirmediğimiz vehhabiler, İslam�ın teceddüd, tekamül ve inkişaf seyrini anlayamadıkları için yanlış bir yol tutmuşlardır. (Nesil Dergisi c.1, s.11)

Uludağ, bu ifadesiyle vehhabilerin sapık bile olmadıklarını yani bid�at fırkaları içine bile girmediklerini söylüyor. Nesil'in 2. cilt ve 2 sayılı dergisinde ise, ibni Teymiye�nin görüşlerinin cebren tatbikat sahasına konulmasından Vehhabiliğin doğduğunu, Vehhabilerin, Şu elimdeki değneğin faydası var, fakat Resulullahın faydası yok diyerek kabri şeriflerini ziyaret eden Sünni Müslümanlara zulüm ve işkence ettiklerini, ölülerin ruhundan yardım ve şefaat isteyen kimselerin öldürülmesi gerektiğini, zira müşrik olduklarını belirterek bu öldürme işini kısmen gerçekleştirdiklerini, Abduh ve Abduhcu cereyanın geniş ölçüde ibni Teymiye ve vehhabileri takip ettiğini yazmaktadır.

Müslümanları tekfir edenin kendisinin kâfir olacağını bizzat Uludağ nakletmişti. Acaba bu tekfir topu, ibni Teymiye�ye, Vehhabilere ve mezhepsizlere tesir etmiyor mu?

Suudi Arabistan'ın Vehhabi Kralı tarafından 1349 (m.1930) tarihinde Vehhabi âlimlerince kurulan bir komisyon nezaretinde basılan Kitabü's-Sünne isimli hezeyanname küfürle doludur. Vehhabi âlimleri (!) bu kitapta güya tevhid inancını savunarak Allahü teâlânın Tevrat�ı yazarken sırtını bir kayaya dayadığını, Kürsi üzerinde oturup dört parmak kadar boşluk kaldığını ve daha buna benzer birçok teşbih ve tecsim fikrini bizzat kendi adamları bildirmektedir. Bu Kitaba cevap olmak üzere Ebu Hamid b. Merzuk, Beraetül Eşariyyin isimli eserini kaleme almış, vehhabilerin küfürlerini ispat etmiştir.

Seyf-ül Ebrarda vehhabiler hakkında geniş malumat verilmekte, ibni Teymiye�nin vehhabilerin önderi olduğu, Onun şeyh-ül-İslam değil, dalalet ve günah şeyhi (önderi) olduğu, vehhabiliği aslında bunun çıkardığı, nihayet M. bin Abdulvehhabın bu sapık yolu daha fazla canlandırdığı, Vehhabilerin lideri ibni Suud�un da mülhid olduğu bildirilmektedir.

Vehhabilerin mülhid olduğunu bildiren vesikalardan bazıları da şunlardır:
(Minhatül-Vehbiyye-fireddi-alel vehhabiyye), (Tarihi vehhabiyan), (Ahmed Cevdet Paşa'nın tarihi 7. cildinde)

Vehhabiler, Ehl-i sünnete müşrik dedikleri için mülhid oluyorlar.
Teşbih ve tecsim inançları yüzünden mülhid oluyorlar.
Ehl-i sünnetin yayılmasına mani oldukları için mülhid oluyorlar, kısacası çok katmerli mülhid oluyorlar. İşte bu sebeplerden dolayı İbni Abidin, 3. cildinde bagileri anlatırken Vehhabilerin mülhid olduğunu bildirmiştir. Aynı sebepler yüzünden Muhammed Zihni Efendi, Nimet-i islam kitabında nikah bahsinde, evlenilmesi haram olan kadınları sayarken Hıristiyan ve Yahudi kitaplı kâfirleriyle evlenilebileceğini; fakat Batıniyye, İbahiyye ve Vehhabiyye gibi zındıklarla evlenilemeyeceğini, bildirmektedir. Nimet-i İslam kitabı Ehl-i sünnet Müslümanlarınca muteber bir kitap olduğu gibi, mezhepsizlerin avukatlığını yapmış olan yaygaracı Ahmet Gürtaş bile bu kitabın çok kıymetli, hatta �Şaheser� olduğunu Mezhepsizlik Yaygarasında bildirmişti.

Acaba bu vesikalar karşısında S. Uludağ, hâlâ vehhabileri Ehl-i kıble oldukları için sevdiğini söyleyebilecek mi? �Sapık olduklarını dahi aklımdan geçirmem� diyebilecek mi?

Medine�yi bombaladılar: Vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanları �müşrik� [yani kâfir] bildikleri için yapmadıkları zulüm ve işkence kalmamıştır. Taif'deki Müslümanlara çok işkence yapmışlar, kadınları ve çocukları barbarca öldürdükleri Ahmet bin Zeyni Dahlan'ın Hulasat-ül kelam Kitabında ve Eyyüp Sabri Paşa'nın Tarih-i vehhabiyyan kitabında uzun yazılmıştır. Yine Seyyid Zeyni Dahlan'ın El-fütuhat-ül İslamiyye isimli eserinin �Fitnet-ül vehhabiyye� başlığı altında vehhabilerin bozuk itikadlarını ve Müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceler anlatılmaktadır. Bu kitaplarda özetle deniyor ki:

�Vehhabiler Taif kalesine saldırıp, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeyip öldürdüler. Beşiktekileri bile parçaladılar. Dere gibi sokaklardan kanlar aktı. Evleri basıp her şeyi yağma ettiler. Şehitleri günlerce (16 gün) hayvanların ve kuşların yemesi için bir tepeye bıraktılar. Vehhabiler, kütüphane, tekke ve evlerden ne kadar, Kur�an-ı kerim, tefsir, hadis ve din kitabı varsa hepsini parçalayıp yerlere attılar. Kur�an-ı kerim ve din kitaplarının altın işlemeli meşin ciltlerinden çarıklar yapıp kirli ayaklarına giydiler. Meşin ciltler üzerinde âyet-i kerimeler bulunmaktaydı. Yerler hep bu mübarek kitapların yaprakları ile doluydu. Sabah uyandıkları vakit bu yaprakların yok olduğunu gördüler. Bu zulümlerden sonra Eshab-ı kiramın, evliyanın ve âlimlerin kabirlerini, türbelerini yıktılar. Abdülaziz bin Suud 1926�da Peygamber aleyhisselamın mübarek türbesini de bombaladı.�

Feth-ül Mecid ve Keşf'üş şübühat isimli vehhabi kitaplarında, vehhabi olmayanların kanları ve malları helal diye yazdığı için, inançlarının gereği yukarıdaki zulümleri yaptılar.

15- Türbe yapmak caizdir
Ehl-i sünnete göre kabir üzerine süs için, öğünmek için türbe yapmak haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan, hayvandan korumak için yapılırsa caizdir. İşte vesikaları:

Birinci vesika:
Abdülgani Nablüsi hazretleri, Keşfün-nur an eshab-il kubur isimli eserinde diyor ki:
�Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak cahillerin hakaretlerinden korumak içindir.�

İkinci ve üçüncü vesika:
Hanefi Fıkıh âlimi Ebul Kasım-ı Semerkandi Cami-ul Fetava isimli eserinde, imam-ı Süyuti, Tenvirde, �Kabir üzerine kubbe yapmak mekruh değildir� diyorlar.

Dördüncü vesika:
Meşhur fıkıh âlimi Halebi İbrahim, Halebi-yi kebir�in sonunda, âlimlerin, büyüklerin kabirlerini korumak için türbe yapmak caizdir� diyor.

Beşinci ve altıncı vesika:
İmam-ı Şarani, Mizan-ül Kübra�nın ve İbni Abidin Ukud-üd-dürriyye�nin sonunda kabirleri korumak için türbe yapmanın caiz olduğunu bildirmişlerdir.

Uludağ�ın türbeye mekruhtur diyerek karşı çıkması, sadece vehhabileri haklı göstermekle kalmaz, Eshab-ı kirama ve icma'ya karşı gelmiş de olur. Çünkü, türbe mekruh olsaydı Eshab-ı kiram, Peygamber aleyhisselamı bir oda içine defnederler miydi? Hücre-i saadetten sonra ilk yapılan türbe mübarek zevcelerinin (validelerimizin) kabirlerinin üzerlerine yapılan kubbedir.

Hücre-i saadetin Mescid-i Nebevi içinde bulunması Hulefa-i Raşidin zamanında olmadı mı? Hicri 17. senesinde Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramın sözbirliği ile mezkur mescidi genişletmedi mi? Yine Eshab-ı kiramla istişare ederek Hazret-i Osman mezkur mescidi genişletmedi mi?

Ondört asırdır bu kadar mezhep imamları, âlimler gelmiş geçmiş hiç kimse türbelere bir şey dememiş, Uludağ nasıl oluyor da mekruh diyor hayret etmemek imkansız. Yoksa büyük âlimler Kütüb-i sittedeki hadis-i şerifleri bilmiyorlar mıydı? Yalnız Uludağ ve vehhabiler mi biliyordu? Uludağ enteresan adam, türbenin yapılmasını uygun bulmuyor, fakat yapıldıktan sonra yıkılmasını doğru bulmuyor. Bunu da âyete istinat ettiriyor. Vehhabiler o âyeti bilemeyecek kadar cahiller mi?

Mezkur âyet-i kerimenin manası Uludağ'ın aleyhine delildir. İmam-ı Kurtubi'nin Cami'ul-ahkam isimli tefsirinde mezkur âyet-i kerimenin, dünyevi kudretlerine güvenen kâfirlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmeyi, onların yıkılan saray ve tahtlarından geri kalan harabeleri görerek ibret almayı emrettiği bildirilmektedir. Uludağ ise müminlere ait eserlerin Vehhabilerce yıkılıp ibret alınması gibi tam ters bir mana çıkarıyor. Yarın da bir mezhepsiz çıkıp, bu âyet, eski kavimlerin yaptığı eserlerin yıkılmasını men ettiğini, bu bakımdan (hâşâ) İbrahim aleyhisselamın putları kırmasının, Peygamber aleyhisselamın Kâbe'yi putlardan temizlemesinin mezkur âyete aykırı olduğunu iddia edebilir. Mezhepsizlerden her şey beklenir.

16- Ehl-i bid�at, kâfirden zararlıdır
Uludağ�ın da büyük bir âlim olarak bildiği imam-ı Rabbani hazretleri, Ehl-i bid�at ile konuşmanın, kâfirle arkadaşlık etmekten daha kötü olduğunu, 72 çeşit bid�at ehli bulunduğunu, bunların içinde en kötüsünün Eshab-ı kirama düşmanlık edenler olduklarını bildirmektedir. (c.1, 54. Mektup)

17- Ehl-i sünneti yaymak gerekir
Uludağ, neden ehl-i bid�at ile mücadeleye geniş yer verildiğini soruyor. Birincisi bid�at ehlinin dine olan zararı kâfirinkinden daha fazla olduğu için, ikincisi de lanete müstahak dilsiz bir şeytan olmamak için. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun! Allahü teâlâ, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym]

(Bid�atler zuhur edip, Eshabıma kötü söz söylendiği zaman, doğruyu bilen, herkese söylesin! Söylemeyen âlime Allahü teâlâ lanet eder.) [Deylemi]

Not: Yukarıda, Uludağ�a cevaplar kısmında geçen mezkur eserlerden vesikaların orijinal fotokopileri �Mezhepsizler� kitabında vardır.

72
DİNİ BİLGİLER / Selefiyetçilerin gerçek yüzü
« : 27 Mayıs 2008, 20:40:14 »
münevver ve kültürlü bir temsilcisi sayılabilir.) (s, 218)
Sicilli mason Abduh acaba niçin münevver ve kültürlü diye övülür? Vehhabinin münevverliği nereden gelir ki?
(Şevkani, zeydiler arasında çıkan serbest düşünceli bir âlim) deniyor. Serbest düşünce ne demektir? Yani hiçbir hak mezhebe bağlanmamış mezhepsiz demek midir?

Kitabın çeşitli yerlerinde İslam filozofu tabiri kullanılmaktadır. Filozof kâfir demek anlamına geldiğine göre İslam kâfiri ne demektir? Aynı şekilde İslam düşüncesi tabiri kullanılmaktadır. Düşünce insan mahsulüdür. İslam ise ilahidir. İslam felsefesi demek gibi İslam düşüncesi demek de küfürdür.

Uludağ�dan gelen cevap

Şöyle diyorsunuz: (Hiçbir Ehl-i sünnet kitabında Selef mezhebi diye bir şey yoktur, selef vardır, Selef mezhebi diye bir şey yoktur.) Biz diyoruz ki bu tamamen asılsız bir iddiadır. Hiçbir temele dayanmayan bir iddianın kaynağı bilgisizlikten gelen cesarettir.
[Yazarın notu: Uludağ, selefin mezhebini selefiye diye yutturmaya çalışmıştır.]

Bizim üzerinde durduğumuz konu itikadi ve kelami mezheplerdir. Hanefi, Hanbeli, Şafii ve Maliki gibi ameli ve fıkhi mezhepler değildir. Bu iki nevi mezhep bilerek veya bilmeyerek yekdiğerine karıştırılmıştır. Selefiye mezhebinin hak oluşundan, dört hak mezhebin bâtıl ve bid�at olması lazım geleceği gibi akıl ve ilim dışı bir netice çıkarılmıştır.
[Yazarın notu: Dört mezhebin itikadları tek olan Ehl-i sünnet vel cemaat değil mi? Dört mezhebin itikadlarına ehl-i sünneti amme dersen, �Sünnet üzerinde itina ile durmayan, kuvvetli bir nass bulunmayan� diye kötülersen, elbette dört mezhebi de kötülemiş olursun.]

Eşari mezhebi haktır demek Hanefi mezhebi hâşâ bid�attir manasına mı gelir?
[Yazarın notu: İmam-ı Eşari, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin iki imamından biridir. Yani dört hak mezhebin bağlı olduğu itikaddaki iki imamdan biridir. Bunlar birbirinden ayrılamaz.]

Selefiye için de durum aynıdır.
[Yazarın notu: Sen ibni Teymiye ve talebeleri selefiye mezhebinden idi demedin mi? Selefiyeye bağlı olan fıkhi mezhep var mıdır? Selefiye sapıklık ise, ona bağlı olan fıkhi mezhep de sapıktır. Ehl-i sünnet hak ise, ona bağlı olan fıkhi mezhepler de hak olur. İtikad bozuk olursa amelin ne kıymeti olur? Biz itikadi mezheplerden söz ediyoruz, fıkhi mezheplerden değil, mugalatasını kim yutar ki?]

Ben size soruyorum. Selef mezhebi var mıdır yok mudur?
[Yazarın notu: Selefin mezhebi var, selefiye mezhebi yoktur, aşağıda genişçe izah edilecektir.]

Varsa bu mezhep yeni mi çıkmıştır veya H. 727 de vefat eden ibni Teymiye tarafından mı çıkarılmıştır? Ondan iki asır kadar evvel yaşamış olan Gazali ve hatta ondan çok daha evvel, Eşari ve Matüridi mezheplerinden bile önce selefiye mezhebi hak mezhep olarak ortada yok mu idi?

Gazali, (Biz selef mezhebinin hak olduğunu iddia ediyoruz veya iddia ettik) diyor. Daha iyi anlayasınız diye Hüccetü'lislam Gazali'nin ifadesini aynen verelim. �Idd'eyna enne'l hak hüve mezhebü's-selef�

Şimdi soruyoruz Gazali'nin sözünü aynen naklettiğimiz için mi iyice açık vermiş olduk? Bu sözü Gazali söyleyince ona Hazret dersiniz biz ondan nakledince Mezhepsiz oluruz demek ha? İnsaf ve izan sahibi olanlar buna ne derler acaba?
[Yazarın notu: İsim benzerliğinden demagoji yaptığınız nasıl sırıtıyor. Selefin mezhebi ayrı, selefiye mezhebi ayrıdır. Selefin mezhebi ehl-i sünnet vel-cemaattir, selefiye mezhebi ibni Teymiye�nin yoludur. İleride geniş olarak cevap verilecektir. ]

�Selef mezhebinin hak oluşunun delili� diye başlayarak yukarıdaki cümlenin Gazali'ye ait ifadesi de şöyle: �Ed-delil ala enne'l hak mezhebü's-selef, enne nakizehü bid�atün.� Bu ifadeyi kitabımıza almamız �Dört mezhebe yapılan iftira� oluyor.
[Yazarın notu: Aynı nakarat. İmam-ı Gazali hazretleri selefin mezhebi diyor. Selefiye mezhebi demiyor ki. Gözümüzün içine baka baka yutturmaya çalışıyorsunuz.]

Bu sözü söylemek gerçekten dört mezhebe iftira oluyorsa -ki asla böyle bir şey bahis konusu değildir- Bu iftirayı biz mi yoksa Gazali mi yapmış oluyor? Kaldı ki biz hiçbir zaman amel mezheplerinden bahsetmedik. Selefiye mezhebinin doğru olmasından, hak olan dört mezhebin yanlış veya bid�at olması katiyyen gerekmez. Zira biri itikadi, diğeri ameli bir mezheptir. Ayrıca mezhep sahibi imamların herbiri itikad bakımından selef mezhebinde olan ve bu mezhebin hararetli taraftarlığını yapan saygı değer zatlardı.

Gazali hiçbir zaman selef mezhebini batırmaya çalışmamıştır. Aksine onu ihya etmek için çalışmış ve elilcamül-avam isimli eserini bu maksat için yazmıştır. �Selef mezhebi gıda gibidir, herkesin buna ihtiyacı vardır. Kelam ilmi deva gibidir, sadece hastalığa yakalananlar buna muhtaç olur� diyen O büyük imamdır.
[Yazarın notu: Elbette selefin mezhebini övecektir. Selefiye diye tek kelime geçti mi? Nasıl iftira bu?]

Hak olan bir mezhebin bir yerde yayılması, hak olan diğer mezhebin aynı yerde yayılmasına engel olursa, bu durum iki mezhepten birinin bid�at olduğu manasına gelmez. Misal: Kuzey Afrika memleketlerinde Maliki mezhebinin yayılması, Hanefi mezhebinin buralarda, Anadolu�da Hanefi mezhebinin yayılması Maliki mezhebinin burada yayılmasına mani oldu, denirse, yanlış bir şey mi söylenmiş olur?
[Yazarın notu: Fıkhi mezheplerin çok olması rahmettir. Ama itikadda iki veya üç mezhep olmaz. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi ve Ehl-i sünnet kelamının yayılmasının, selef mezhebinin yayılmasına engel olması da böyledir.]

�Bir mezhepteki hükümlerin doğru olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir� buyuruyorsunuz. Peki Eşari ve Matüridi mezhebindeki hükümlerin doğru, Selefiye mezhebindeki hükümlerin yanlış olduğunu siz nereden biliyorsunuz?
[Yazarın notu: Bu husus genişçe izah edilecektir.]

Görülüyor ki Selefiye mezhebinin en doğru ve en emin yol olduğunu söyleyen biz değil, H. 505 de vefat eden Gazali'dir. Biz Selefiye mezhebini anlatırken sadece Ehl-i sünnet âlimlerinden, özellikle Gazali'den nakiller yaptık, kendiliğimizden hiçbir şey söylemedik.
[Yazarın notu: İmam-ı Gazali selefin mezhebi derken siz, selefiye mezhebi diyorsunuz, bu nasıl nakil? Bu nasıl tahrifat?]

Ehl-i sünnetin inancı şudur: İtikad konularında Ehl-i sünnet ve Ehl-i hak olmak üzere üç mezhep vardır: a) Selefiye mezhebi, b) Eşariye mezhebi, c) Matüridiye mezhebi.
[Yazarın notu: Ehl-i sünnet olan hiçbir kitapta böyle bir tarif yok. Eşari ve Matüridi ehl-i sünnetin iki imamıdır. Fıkhi mezheplerde de böyle imamlar vardır. Mesela imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi. İmam-ı Ebu Yusuf�un da, imam-ı Muhammedin de farklı ictihadları vardır, ama bunlar yine Hanefi mezhebindendir. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi�nin de farklı ictihadları varsa da ikisi de Ehl-i sünnet vel cemaat itikadındandır, selefiye itikadından değildir.]

Bir kimse bunlardan hangi mezhebi benimserse benimsesin -ki bu konuda hür ve muhtardır- hak yolda olur. Selefiye mezhebinde olmak en az Eşari mezhebinde olmak kadar şerefli bir intisaptır. Selefiye mezhebine -ama hakiki manasıyla mensup olmak saliklerine sadece şeref verir. Biz Gazali kadar ileri giderek �En doğru yol selef yoludur� demiyoruz.
[Yazarın notu: İmam-ı Gazali hazretleri ileri mi gidiyor? Gerçeği söylüyor. Bütün Ehl-i sünnet müslümanlarının, dört hak mezhebin itikadları selefin itikadıdır, selefiye mezhebi denilen İbni Teymiye�nin yolu değil. Bunu yutturmaya kalkmayın.]

Ama Selefiye mezhebi de Eşari mezhebi kadar doğrudur diyoruz, İşte bizim inancımız budur. Var mıdır bunun gizli kapalı yanı?
[Yazarın notu: Selefiye mezhebini selefin mezhebi gibi gösteriyorsunuz. Adamın oyununu işte böyle bozarlar.]

En az 5-6 asır evvel yazılmış olan Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine dayanarak Selefiye mezhebinin sapık bir mezhep olduğunu bize ispat ederseniz, şimdiden size minnettar kalırız. Son asırdaki çoğu derme çatma olan kitapları önümüze delil diye çıkarmayın.
[Yazarın notu: Minnettar kalmanız yetmez, tevbe etmeniz, (ben yanlış yazdım, selefiye mezhebini selefin mezhebi diye yutturmaya çalıştım) derseniz o zaman bir kıymeti olur. Minnettar kalsanız kalmasanız ne değişir. Aşağıda vesikalarla ispat edilecektir.]

Vehhabiler, Kütüb-i sittede rivayet edilen hadislere dayanarak türbeleri yıkmışlardır, dedik. Bununla Vehhabilerin davranışlarının zahiren doğru gibi göründüğünü fakat aslında hatalı ve isabetsiz olduğunu anlatmaya çalıştık. Şimdi yine soruyorum. Kütüb-i sittede bu manayı ifade eden hadisler var mıdır, yok mudur? Bütün muteber Hanefi fıkıh kitaplarının Kitabü'l Kerahiyye bölümünde kabir üzerine yüksek binalar yapmak mekruh sayılmıyor mu?
[Yazarın notu: Aşağıda cevap verilecektir.]

Kabir üzerine onbinlerce ve yüzbinlerce lira harcanarak bina yapılmasını İslam�a uygun bulmuyorum. Ama ecdadımızdan bize yadigâr olarak kalan, sanat, tarih ve medeniyet bakımından değeri olan türbelerin yıkılmasını ve yok edilmesini sakıncalı ve zararlı buluyorum.
[Yazarın notu: Türbelere İslam âlimleri izin veriyor, sen vermiyorsun. Senin sözün dinde senet midir?]

Vehhabilerin türbeleri yıkmalarını, Rum suresinin 42. âyetine de aykırı buluyorum. Bu âyette müslümanların akıbetinden bahsedilmektedir.
[Yazarın notu: Rum suresi 42. âyet-i kerimesi, Müslümanların akıbetinden değil, kâfirlerin akıbetinden ibret almayı emretmektedir. (İmam-ı Kurtubi el Cami'li ahkami'l- Kur'an XIV/41)]

Yunan gavuru da işgal ettiği yerlerdeki cami ve İslam mabetlerini yıkmış ve yakmıştı. Camilere dokunmayıp sadece mezar üzerindeki binaları yıkan Vehhabiler onlarla bir tutulur mu? Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin: Bugün gerek Arabistan'da gerekse başka yerlerde inşa edilen camilere Yunan kâfiri bir tek kuruş vermezken, bu iş için milyonlar harcayan Vehhabiler ve Suudiler onlarla nasıl bir tutulur? Ankara'daki Kocatepe camiine Suudilerin milyonlar verdiklerini siz unutsanız bile kamuoyu hatırlayacaktır. Demek istiyoruz ki Vehhabiler türbeleri yıkmada ve diğer bazı konularda her ne kadar hatalı ve zararlı bir yol tutmuşlarsa da, bunları İslam mabetlerini yıkan ve yok eden Yunan gavuru gibi görmemek gerekir. Zira Vehhabiler Müslümandırlar, çünkü Ehl-i kıbledir.
[Yazarın notu: Vehhabilerin mülhid olduğu aşağıda bildirilecektir.]

Şevkani serbest fikirli bir âlimdir, dedik. Bununla şunu anlattık. Serbest fikirli olduğu için eski mezhebi olan Zeydiyeyi bırakarak selef yolunu tuttu. Bir kimseyi bid�at mezhebinden uzaklaştırarak selef yoluna sevk eden bir düşünce tarzı iyi midir, kötü müdür? Hükmü siz verin.
[Yazarın notu: Şevkani�nin vehhabi olduğunu kendisi söylüyor, bir de bu iyi mi kötü mü diye bize soruyor. Serbest fikirli olmak çok kötü. Niye Ehl-i sünnet olmuyor ki?]

Sırası gelmişken söyleyeyim: A. Davudoğlu Hocamızın Sübülü's-selam isimli eserini �Selamet yolları� adıyla Türkçeye tercüme ettiği Emir San'aninin durumu da aynen Şevkani gibidir. Bu eserin Arapça önsözünde müellifin taklide karşı, ictihad ve teceddüt taraftarı bir Selefi olduğu en açık şekilde yazılmıştır. Ayrıca hiçbir mezhebe de bağlı olmadığı belirtilmektedir.
[Yazarın notu: Şevkani gibi Sanani�nin de mezhepsiz olduğunu Uludağ itiraf ediyor.]

Birçok âlimleri ve mütercimleri, mezhepsiz diye teşhir ederken bu konu üzerinde durmamanızın sebebini anlamak oldukça zor geliyor bize.
[Yazarın notu: Davudoğlu ile görüştük. Bir hata ettim, o da mezhepsiz imiş, bazı yerleri düzelttim diyerek, günahına kefaret olmak üzere, İbni Abidini tercüme etmeye karar verdi. Davudoğlu�nun bir mezhepsizin kitabını tercüme etmesi, o mezhepsizin iyi olmasını gerektirmez. Davudoğlu yazdı diye mezhepsizi mi öveceğiz? Davudoğlu hoca, başka mezhepsizleri de övdü, onu da tenkit ettik. Zor gelen anlamak şimdi kolaylaştı mı?]

Delil diye, �Ehl-i bid�at, ehli küfürden daha tehlikelidir� şeklinde asli kaynağını zikretmeden bir söz ileri sürüyorsunuz.
[Yazarın notu: Delili aşağıda bildirilecektir.]

Ehl-i bid�at iki nevidir: Şia, Mutezile ve Hariciler bid�at ehlidir. Ancak bu mezheplerin bazı kolları, mümin, müslim ve muvahhid sayıldığı, bundan dolayı ehl-i kıble deyiminin şümulüne girdiği halde, diğer bazı kollarının İslamiyet�le alakaları yoktur. Ehl-i sünnetin bu konudaki inancı şudur: �Bid�at mezhebinden bile olsa ehl-i kıbleden olan bir şahsa kâfir denemez.�
[Yazarın notu: Biz kime kâfir dedik ki? Kâfirden daha tehlikeli dedik, bunu da biz değil imam-ı Rabbani hazretleri bildiriyor. Vesikası aşağıdadır.]

Buhari ve Müslim'in: Bir kimse diğer bir kimseye kâfir der de, o kimse hakikaten kâfir olmaz ise, suçlamayı yapan şahıs kâfir olur� şeklinde Server-i Enbiya'dan naklettikleri hadisi her Müslümanın kulağına küpe yapması gerekir. Tekfir, icabında geri tepen ve sahibini mahveden tehlikeli bir silahtır. Hedefini bulmadığı için sert bir cisme çarpan ve sonra sekerek sahibini öldüren kurşuna benzer.
[Yazarın notu: Uludağ bu sözünde samimi mi? Vehhabiler Ehl-i sünnete kâfir diyor. Vehhabiler kâfir olmuyor mu?]

S. Uludağ�a vesikalı cevaplar
Bu baskıda sualleri ve cevapları da kısalttık. Uludağ, sorduğumuz suallerin çoğuna cevap vermemiş, tevil ettiğini sandığı hususlara dokunmuştur. Biz ise bütün itham ve iftiralara vesikalı cevap veriyoruz. Cevaplar sıra ile şöyledir:
1- Selefiye, İbni Teymiye�nin yoludur.
2- İbni Teymiye mülhiddir.
3- Edille-i şeriyye dörttür.
4- Kıyas-ı fukahaya uymak şarttır.
5- Akıl hüccet değildir.
6- İctihadla ilgili vesikalar.
7- İtikadda hak olan Ehl-i sünnettir.
8- Dört mezhep haktır.
9- Bir mezhebe uymak şarttır.
10- Yetmişiki bid�at fırkası.
11- Felsefeciler kâfirdir.
12- İbni Rüşd felsefecidir.
13- Ehl-i kıble nedir?
14- Vehhabiler dalalettedir.
15- Türbe yapmak caizdir.
16- Vehhabiler Medine�yi bombaladılar.
17- Ehl-i bid�at, kâfirden daha zararlıdır.
18- Ehl-i sünneti yaymak gerekir.

1- Selefiye, İbni Teymiye�nin yoludur
Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri bir mezhep kurmamışlar, Selefin bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini şerh etmişler, kısımlara ayırmışlar, kısacası bu bilgileri sistemleştirmişlerdir. İmam-ı Eşari, hocası imam-ı şafi hazretlerinin yolundan, imam-ı Matüridi de imam-ı a�zam Ebu Hanife hazretlerinin yolundan dışarı çıkmamıştır, hocalarının koyduğu usulleri sistemleştirmişlerdir. Gerek imam-ı Eşari, gerek imam-ı Matüridi, gerek dört hak mezhebin imamları ve gerekse bu imamlara tâbi olan bütün müctehidler, selef itikadında idi. Yani, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebinde idi. Selefin mezhebi, mezhep-i selef veya selef mezhebi, selefiye mezhebi değil, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Selefin mezhebini yani Ehl-i sünneti müdafaa için imam-ı a�zam hazretleri, Fıkh'ul ekberi, imam-ı Gazali hazretleri İlcam-ül avamı yazmıştır. İlcam, mücessime, müşebbihe ve onların yolunda olan bugünkü vehhabiler yani selefiyeciler için yazılmıştır. İmam-ı Gazali hazretleri bu eseriyle kendisinden sonra gelen vehhabilerin kamufle adı olan selefiyecilerin bid�at yolunu çürüterek tek hak ve doğru olan Ehl-i sünnet vel-cemaatin prensiplerini anlatmaktadır.

Şimdi Uludağ'ın tenakuzuna gelelim. Uludağ, Kelam kitabında imam-ı Gazali ve diğer âlimleri zikrederek bunların Selefiye mezhebinin yayılmasını önlediğini bildiriyor. Cevabi yazısında ise onun Selefiye mezhebini müdafaa ettiğini söylüyor. Eğer imam-ı Gazali hazretleri tek doğru ve tek hak mezhebin Selefiye mezhebi olduğunu söyleseydi, elbette bu tek hak yolun müdafaasını yapardı. Selefiye mezhebinin yayılmasını önlediğine göre, bu mezhebin hak ve doğru olduğunu söylememiş, hak ve doğru olan mezhebin, selefin mezhebi olduğunu, yani Tabiin ve Sahabe-i kiramın mezhebi olan Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olduğunu söylemiş ve bunu müdafaa etmiştir.

Kelam kitabında İmam-ı Gazali'nin felsefi bahisleri red ve iptal gayesiyle Kelama soktuğu, Razi ile Amidi'nin Kelam ile felsefeyi meczederek bir ilim haline getirdiği ve Beydavi'nin ise Kelam ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz hale koyduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar bu büyük âlimlere yapılan çok çirkin bir iftiradır. İlmi Kelama felsefeyi karıştıranlar, bid�at fırkalarıdır. Bu âlimler selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet vel cemaatı müdafaa ederek felsefecilerin ve bid�at fırkaların sapık fikirlerini çürüttüler. Bu cevaplar ilmi kelama felsefeyi karıştırmak değil, aksine bid�at fırkaları tarafından ilm-i kelama karıştırılan felsefi düşünceleri temizlemektir. Bu yüce âlimlere felsefeci demek kadar çirkin bir iftira olur mu? Bu iftirayı ilk defa İbni Teymiye Vasıta kitabında yapmıştır.

İmam-ı Gazali hazretleri, selefiyenin değil, selef mezhebinin yani Ehl-i sünnet mezhebinin hak olduğunu bunun zıddının bid�at ve dalalet olduğunu bildirmiştir. Elbette Selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet mezhebi haktır, bunun gayrisi bid�at ve dalalettir. İmam-ı Gazali hazretleri tek hak olan bu mezhebin yayılmasını nasıl önler? Bu imam-ı Gazali hazretlerine yapılan çirkin bir iftira değil midir? İmam-ı Gazali hazretleri, selefin mezhebini değil, Selefiye sapıklığını çürütmüştür. Yine Uludağ çıkar da ibni Teymiye, imam-ı Gazali hazretlerinden sonra dünyaya geldi derse şaşmayız. Mesele şahıslar değil fikirlerdir. Demek ibni Teymiye�nin sapık fikirleri imam-ı Gazali hazretleri zamanında da varmış ki reddiyeler yazılmıştır.

İmam-ı Gazali hazretlerinin asrında bugün olduğu gibi Ehl-i sünnet itikadını bozmak için felsefeciler bir koldan, mücessime ve müşebbihe fırkaları başka bir koldan hücum etmişler, bu bid�at fırkaları Cenab-ı Hakka birçok isnatlarda bulunmuşlar. İbni Teymiye�nin müdafaa ettiği teşbih ve tecsim fikrini ileri sürmüşlerdi. Hem de bu teşbih ve tecsim fikrini ibni Teymiye ve diğer mezhepsizlerin yaptığı gibi selef-i salihine atfederek yaymaya başlamışlardı. İşte Hüccet-ül İslam imam-ı Gazali bunlara reddiye olarak buyuruyor ki:
(Dalalet fırkaları mücerred zahir-i suret ve müteşabih haberleri alıp sarılmakla Allahü teâlânın zatı ve sıfatı hakkında Cenab-ı Hakkın münezzeh olduğu suret, el ve ayak ve nüzul ve intikal ve arş üzerine istiva ve istikrar ve bunların emsali hallere itikad ediyorlar. Bununla beraber bu itikad ettikleri şeyleri selefi izamın dahi itikad ettiği şeyler olduğunu zannediyorlar. Binaenaleyh o güruh-i mekruh indinde, teşbihi yok etmek için delillerini kâfi derecede bildirerek selefi kiramın da itikadını şerh ve beyan edeyim.) (İlcamül avam)

İmam-ı Eşari ile imam-ı Matüridi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet yolundadır, bu iki fırka birbirini bid�at ve dalalet ile suçlamamıştır. (Akaid şerhi Kesteli s.18)

İmam-ı a�zam hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ sizleri 12 esas üzere ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebinde devam etmeye muvaffak kılsın. Bu esaslar üzerinde yürüyen bid�at ehli olmaz. (Vasiyyeti Nukirru)

Kadı Kemaleddin bin Sinan buyuruyor ki:
İmam-ı a'zam, ilm-i kelamda parmakla gösterilirdi. Usul-i dini tedvin edip en muhkem hale getiren itikad imamlarının ilkidir. (İşarat El meram an ibarat el imam)

İmam-ı a'zam hazretlerinin selefiyeden olduğunu söylemek çirkin iftiradır. Taftazani hazretlerinin Akaid şerhinde de Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin esasları anlatılmış, selefin yolunun bu olduğu doğru yolun da bu esaslar olduğu bildirilmiş, Selefiye diye bir mezhepten bahsedilmemiştir. Selef yolunun salim bir yol olduğunu söyleyerek bundan Selefiye mezhebinin salim yol olduğunu çıkarmak akıl ve ilim dışı maksatlı bir benzetmedir. Elbette bütün Müslümanlar selef yolundadır. Halef âlimleri de selef yolundadır. Eski âlimlerin selef yolunda olduğunu sonra gelen âlimlerin bu yolu bırakıp Eşari ve Matüridi mezheplerine geçtiğini söylemek iftiradır. İmam-ı a�zamın selef mezhebinde olup da ona tâbi olan müctehidler ve âlimlerin hocalarının ve mezhep imamlarının itikadını bırakmaları kadar akıl ve ilim dışı bir iftira olmaz. İmam-ı Matüridi yeni bir mezhep kurmamış, imam-ı a�zamın bildirdiği esasları sistemleştirmiştir. Hanefi mezhebindeki âlimlerin itikadlarının imam-ı a�zamın itikadından ayrı olduğunu söylemek âlimlere yapılan büyük bir iftiradır.

Hanefi fıkıh ve kelam âlimi olan Abdülhakim Siyalkuti de, (Eşariler itikadda Matüridi gibidir, çünkü birbirlerini suçlamazlar) buyuruyor. Ebil Münteha hazretleri de buyuruyor ki: Kitap ve Sünnete yapışmak ancak Ehl-i sünnet vel cemaat yoluna yapışmakla mümkün olur. Ehl-i sünnet vel cemaat, sahabe-i kiram ve tabi'in yoludur. (Fıkh-ı ekber şerhi s.2)

Akaid-i Adudiye'ye Gelenbevi�nin yaptığı haşiyede, �Eşariyye mezhebi fırka-i naciyyedir. Bunların itikadı, sahabe-i kiramın itikadıdır� denmektedir. Müftiyüssekaleyn Ahmed ibni Kemal Paşa buyuruyor ki: Fahrü'l-İslam Ali Pezdevi, Usul-i fıkh Kitabında buyurur ki, ilim iki kısımdır: a) Tevhid ve sıfat ilmi b) Fıkıh ilmi. İkinci kısımda esas, Kitap ve Sünnete yapışıp, bid�atlerden sakınarak Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde bulunmaktır. Ehl-i sünnet vel cemaat, Resulullahın, Eshabının, Tabiinin, yani selef-i salihinin yoludur. İmam-ı a�zam ve diğerleri de bu yolda idiler. (Risale-i Münire)

M. Said Hadimi hazretleri buyurdu ki:
Ehl-i sünnet, imam-ı Matüridi ile imam-ı Eşari'nin yoludur. İhtilafları asılda değildir. İmam-ı Matüridi Hanefi, imam-ı Eşari Şafiidir. (Vasiyyeti Nukirru şerhi s.156)

Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden, zahiri ve batini ilimler hazinesi Ubeydullah-i Ahrar hazretleri buyuruyor ki:
Bütün kerametleri bana verseler, fakat Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını vermeseler, kendimi harap bilirim. Eğer bütün haraplıkları, çirkinlikleri (dertleri, sıkıntıları) verseler, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadını ihsan eyleseler hiç üzülmem. (Mektubat-ı Rabbani 1/193)

Ebul Kasım İshak bin Muhammed buyuruyor ki:
Ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı hakkındaki hadis-i şerifin devamı olan �Sivad-ı a'zama tâbi olunuz, ayrılan Cehennemdedir.� Sivad-ı a'zam Ehl-i sünnet vel cemaattir. (Sivad-ı a'zam s.2)

(Ümmetin âlimleri dalalet üzerinde birleşmez) hadis-i şerifini imam-ı Ahmed �Müsned�inde ve imam-ı Taberani �Mu'cem-i Kebir�inde bildiriyor. (Mevahib-i Ledünniyye)

Bütün bu vesikalar, adı geçen iki akaid imamının müşterek mezhepleri olan �Ehl-i sünnet vel cemaat�ın doğru olduğunu sivad-ı a'zamdan (cemaattan) ayrılan Selefiyenin bid�at, dalalet ve bâtıl olduğunu göstermektedir. Uludağ diyor ki: �Selefiye mezhebinin doğru olmasından, hak olan dört mezhebin yanlış veya bid�at olması gerekmez. Zira biri itikadi, diğeri ameli bir mezheptir.�

Uludağ, itikadda mezhebi diğer selefiyeciler gibi üçe ayırmaktadır: Selefiye, Matüridiyye ve Eşariyye diye. Bunlardan Selefiyenin en doğru, zıddının da bid�at olduğu söylenince diğer iki mezhebin yanlış ve bid�at olduğu meydana çıkmaz mı? Dört hak mezhebin bağlandığı bu iki mezhep bid�at olunca ameldeki dört hak mezhep de tamamen bid�at olur. Sonra dört hak mezhebe tamamen ameli ve fıkhi mezhep demek de doğru değildir. Yani bu dört hak mezhep hem amele ait bilgileri ve hem de itikada ait bilgileri bir arada toplamışlardır.

Mutezileye göre doğru çoktur. Halbuki Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde doğru bir tanedir. Onun için Matüridiyye ve Eşariyye mezhepleri bir mezhep olarak kabul edilmiş ve ikisine birden Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi denmiştir.

Uludağ, �Biz Gazali kadar ileri giderek en doğru yol selef yoludur, demiyoruz� diyor. Uludağ bu cümlesi ile, hâşâ imam-ı Gazali hazretlerinin haddi aştığını, ileri gittiğini söylüyor. Her Sünni müslümanın imam-ı Gazali hazretlerinin sahip olduğu itikada sahip olması lazımdır. Elbette en doğru yol, tek kurtuluş yolu �selef yolu�dur. Selefin yoluna en doğru yol demeyen sapıktır. Uludağ, selef yoluna en doğru yol demediğine göre sapıklığını itiraf etmiyor mu?

Vesikaları ile açıkladığımız gibi selef yolu, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir. Ama Uludağ, kelime oyunu yaparak seleften selefiye'nin hak olduğu gibi bir mana çıkarmaya çalışıyor.

Uludağ yazısında, �Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine dayanarak Selefiye mezhebinin sapık bir mezhep olduğunu bize ispat ederseniz size minnettar kalırız� diye bir taahhütte bulunuyor. Eğer sözünde samimi ise, biz, bize minnettar kalmasını istemiyoruz, sadece tevbe edip sivad-ı a'zama (yani Ehl-i sünnet vel cemaata) sarılmasını istiyoruz. Dinimiz, açık işlenen günahın tevbesinin de açık olmasını emrettiği için, tevbe ettiğini bildirmesi ve herkese duyurması lazımdır.

Hayali ismiyle meşhur Ahmed bin Musa hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i hak, Ehl-i sünnet vel cemaattır. (Şerh-i akaid haşiyesi s.10)

Uludağ, kendi aleyhine delil olan imam-ı Sübki'den de nakil yaparak mütekaddimin ve müteahhirinden selef mezhebine gidenler olduğunu söylüyor. Elbette önceki ve sonraki bütün âlimler selefin yolundadır. Selefin yolunda gitmeyenler sapık veya kâfirdir. İmam-ı Sübki, selefiye demiyor selef diyor. Selef de halef de, selef mezhebinde idi. (Tabakat-üş-Şafiiyye 1/ 66)

Yoksa bunlar selefiye mezhebinde idiler demiyor. Hâşâ İmam-ı Sübki, selefiye'yi müdafaa etse, hiç bu sapık mezhebi ihyaya çalışan ibni Teymiye�ye reddiye yazar mı? İmam-ı Sübki, Erreddü li-İbni Teymiye ve Şifa-üs-sikam fi ziyareti Seyyid-il enam kitaplarında ibni Teymiye�nin sapıttığını kuvvetli delillerle ispatlamıştır. Halef âlimleri selef âlimlerinin yolunu ihyaya çalışmıştır. Uludağ'ın da itiraf ettiği gibi ibni Teymiye ve talebesi ibnül Kayyim de Selefiye'yi ihyaya çalışmıştır. Bütün bu vesikalardan İbni Teymiye�nin ihyaya çalıştığı selefiye, selefin yolu değildir. Çünkü öyle olsaydı, Uludağ'ın şahit gösterdiği imam-ı Sübki gibi âlimler ibni Teymiye�ye reddiye yazmazlardı. İbni Teymiye ve onun yolundan gidip kendilerine selefi denilen sapıklar sivad-ı a'zamdan ayrılıp dalalete yuvarlanmışlardır. Bu sapıklar kendilerine selefi veya selefiye demeyip de selef mezhebindeyiz deseler, hatta Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebindeyiz deseler ne çıkar. Çünkü her sapık, her bid�at fırkası kendi fırkasının Ehl-i sünnet olduğunu, fırka-i naciyye olduğunu bildirmiştir. Hakkı bâtıldan ayıran sivad-ı a'zamdır. Her devirde sivad-ı a'zamdan ayrılan türediler zuhur etmiştir. Şimdi Uludağ ve diğer selefiler, selefiye kelimesini yutturamadık, kitaptan bu kelimeyi çıkarıp biz de Ehl-i sünnet vel cemaattanız deseler ve İbni Teymiye�nin savunduğu sapık yolu savunsalar ne çıkar? Bu sapıklığa selefiye mezhebi değil selef mezhebi dense ne olacak? Mezhepsiz İbni Teymiye, mezhepsizlik zehrini teneke kupa içinde değil de altın kupa içinde sunmak istemiş, selef kelimesinden istifade ederek bu kelimeyi istismar ederek kendi sapık yolunu hak yolmuş gibi göstermeye çalışmıştır.

Müteşabih âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tevilinde takınılan tavrı ifade için kullanılan �mezhebüs-selef� tabirini mezhepler tarihi ve kelam ilmi açısından ıstilahi manadaki mezhep şümulü içine sokmak mümkün değildir. Selef-i salihinin daha çok sükut ve tefviz mahiyetindeki bu tutumunu, Eşariyye ve Matüridiyye'nin müşterek itikadi mezhebi Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi gibi mezhep olma bakımından aynı kategoride mütalaa etmeye imkan yoktur.

Sırf müteşabih âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tefviz (ilmi ilahiye havale) veya teviline münhasır kalan bir ictihad farkından başka aralarında herhangi bir fark bulunmayan Ehl-i sünnetin, Selefi ile Halefinin birbirlerinden ayrı mezhepler olarak göstermek çok yanlıştır.

Gerek Selefin ve gerekse Halefin müteşabih lafızlar karşısında tenzih-i Bâri açısından takındıkları tavır, birbirinden farklı sayılmaz. Tenzih-i Bâri noktasından, zahirine hamledilmesi mahzurlu olan bu kabil lafızların anlaşılması hususunda selef, icmali, halef ise tafsili tevil yolunu tercih etmiştir. (El Fetavel Hadisiyye)

İbni Teymiye, her ne kadar müteşabihatın tevilinden imtina konusunda kendisine selefi ve bilhassa imam-ı Ahmed�i örnek aldığını iddia ediyorsa da tarihi gerçekler bunun aksinedir. İbni Kudeme tevili kötülerken, imam-ı Ahmed�in, kurbiyyet, maiyyet ve ihata ifade eden âyet-i kerimeleri ilim ile açıkladığını bildirmektedir. (Zemm'ut-Tevil s. 41)

Bazı mezhepsizler, imam-ı Ahmed�in de selefiyeden olduğunu iddiaya kalkışmışlarsa da, birçok eserlerle bunun aksi ispat edilmiştir. Bu mevzuda ibni Cevzi, imam-ı Ahmed�in mücessime ve müşebbiheye mütemayil olmadığını bildirmektedir. (Def u-Şübhet'it Teşbih s. 6)

Sayfa: 1 2 3 4 5 [6] 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 ... 497