Dinamo Kiev’i aşmadan övgü yok
--------------------------------------------------------------------------------
Fenerbahçe, skor açısından yeni sezona gol yağmuruyla girdi. Faroe takımına burada 4, orada 5; ardından Kayseri Erciyes’e burada 6.
Çok uzun yıllardır böyle bir sezon başı Fenerbahçe’sini hatırlamıyorum. 1960’lı yılların başlarında müthiş transfer bombalarından sonra Ogün-Lefter (Nedim)-Şenol-Birol-Aydın gibi bir beşli forvetin gol rekorları kıracağı sanıldığı sezon öncesinde bile Fenerbahçe, böyle gol bereketine sahip değildi.
Ancak, Fenerbahçe taraftarının geçen yıldan kalma ve kolay kolay geçmeyecek olan “kırgınlığı”nın adını dahi hatırlamayacağımız o Faroe takımı ya da Kayseri Erciyes’e karşı alınan farklı galibiyetlerle derhal ortadan kalkacağını da kimse sanmasın.
Nereden mi biliyorum?
Ben de ateşli bir Fenerbahçe taraftarıyım; kendimden biliyorum.
Bu bakımdan, önümüzdeki Dinamo Kiev maçları, “kırgınlığımız”ı yavaş yavaş atmak için önemli bir fırsat. Fenerbahçe’nin bu sene –hem de 100.yıl- her başarısızlığında unutmamız istenen, zihnimizin gerisinde bir yerlerde hep duran ve duracak olan, kırgınlık, kızgınlık halinde derhal öne çıkar. Fırsat kolluyor.
O yüzden Dinamo Kiev, maçları önemli. Şampiyonlar Ligi’ne katılmamız gerekiyor, ki takımla kenetlenmeye yeniden alışmaya başlayalım. Unutmak istediğimizi hatırlamayalım; o, öne çıkmasın.
Ben, Dinamo Kiev’le şanslarımızı eşit görüyorum. Bu eşitliği bozacak faktör, öncelikle biziz; yani seyirci. Takımlar açısından bakıldığında, Dinamo Kiev, Dünya Kupası’nda çeyrek finale çıkmış, bizim milli takımın üstesinden gelemediği İsviçre’yi penaltılarda saf dışı bırakmış Ukrayna milli takımının belkemiği. Tabii ki, ciddiye almamız lazım.
Ukrayna milli takımı, Dünya Kupası’ndaki takımların çok büyük bölümünün oynadığı futbolu oynuyordu. Çok zor gol yemek üzerine bir oyun kurgusu. Bence “anti-futbol” oynuyordu ve “anti-futbol”u iyi oynayan takımlardan biriydi.
Zaten, “anti-futbol”u doruğa çıkartan Yunanistan’ın Euro 2004’te şampiyon olmasından sonra, Catenaccio geleneğinin devamı olan İtalya’nın Almanya 2006’dan Dünya Şampiyonu çıkması da, dünya futbolundaki “çirkin defansif trend”in güçlendiğine delil teşkil ediyor.
Bu Fenerbahçe öyle oynamıyor. Zico’nun futbol kişiliğinin hücum futboluna dönük olduğunu, çift santrforla, 4-4-2 varyasyonlarıyla (örneğin 4-3-1-2 ya da 4-2-2-2 gibi) hatta üçlü defansla 3-5-2 ile takımı oynatmaya teşne olduğunu yazmıştım. Oyuncularına saha içinde büyük özgürlük veren oyun anlayışı ile Zico, Fenerbahçe’nin futbol geleneğine çok uygun, tribünlere, yani biz Fenerbahçeli seyirciye bol gollü maç izletme anlamında keyif verecek bir yaklaşıma sahip. Nitekim, Fenerbahçe’nin son bol gollü galibiyetleri bunun sinyallerini de veriyor.
Ne var ki, Fenerbahçe’nin Zico ile uyum sağlayan futbol geleneği ile Ukrayna’nın da uyguladığı günümüz futbol trendi ters yönlerde. Fenerbahçe-Dinamo Kiev maçları, bu iki ayrı “ekol”ün mücadelesine sahne olacak. Ben, sadece Fenerbahçe’li olduğum için, “futbol yanlısı” olduğum, “anti-futbol” karşıtı olduğum için de Fenerbahçe’nin zaferinden yanayım.
Bakalım, göreceğiz. Faroe maçlarıyla Kayseri Erciyes maçlarında görmediklerimizi görerek, yeni Fenerbahçe hakkında daha iyi fikir sahibi olacağız.
Sezon başında savunduğum bir-iki hususu savunmaya devam ediyorum ve doğrulandığımı düşünüyorum. Bunları dikkatinize getireyim:
1. Alex-Tümer yanyana oynar mı, tartışması Türkiye’deki futbol uleması geçinen yazarların safsatasıydı. “Bal gibi oynar” diye yazmıştım; “İki yıldız, iki teknik oyuncu yan yana oynamaz diye bir futbol anlayışı olabilir mi? Bunu Zico’ya söyleseniz, ‘Bu, Brezilya milli takımında Zico ile Tostao birlikte oynamamalıydı demekten farksızdı diye düşünür.” Mesele, orada değil; Tümer’le Alex’i bir arada oynattığınızda Appiah’a, Marco Aurelio’ya (şu Mehmet palavrasını da bırakalım; Marco, Türk olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Dolayısıyla, adı da Marco, Mehmet değil, Mehmet olması da gerekmiyor), diğerlerine ne tür görevler verileceğindeydi.
Nitekim, Tümer ile Alex, birlikte harikalar yaratmaya başladılar. Bu yıl, Tümer’in yılı olursa hiç kimse şaşırmasın. Tümer, futbol kişiliğini asıl Fenerbahçe’de bularak daha da parlayacak. Devamlılık sağlanırsa –Beşiktaş’ta sağlanmamasının sebebi, anlaşılan Tümer’den değil, Tümer’in orada içine girdiği şartlardan kaynaklanıyordu- Tümer büyür ve onunla birlikte Fenerbahçe, daha da büyür.
2. Bu takımın en göz kamaştıran oyuncusu –kim ne derse desin- Anelka. Faroe takımı karşısında seyrederken, yeteneklerinin ne olduğunu, kullanmaya karar verdiği vakit, tek başına yarım takım değerinde olduğunu bir kez daha gördüm. Anelka’sı olan takım, Crespo, Morientes, İbrahimoviç filan gibi isimlerin peşinde dolaşmaz. Çünkü, Anelka bunların hepsinden daha üstün bir oyuncu.
Anelka’yla ilgili olarak Aziz Yıldırım’ın kendisiyle görüşerek, sorunlarını halletmesinden ve Zico’nun da kendisine hiçbir kompleks duymadan arka çıkmasından dehşetli sevindim. Umarım, işler böyle gider. Anelka, kalır.
Anelka için Tümer’in bu takıma girmesi büyük şans. Neden mi? Zira, geçen iki yıl, bu takımda koparılamaz bir Alex-Nobre irtibatı vardı. Bu ikisi, hem vatandaş, hem aynı takımdan gelme, hem de çok yakın arkadaş. Öyle olması doğaldı. Alex’in bütün topları Nobre’yi arıyordu.
Nobre’nin bu takıma hizmetini, bizi nice kez sevindirdiğini inkar etmeyeceğim. Ama gidişine hiç üzülmedim. Ceza sahası içindeki fedakar oyunu tamam ama kazmaydı. Dripling yapamaz, verkaça giremez, çalım atamaz. Daum’un kendisine ilişkin raporu –ki, Türkiye liglerinde asgari 15 gol atar diye hakkını da vermiş- doğruydu. Nobre’nin ayrılmasıyla, Alex’in servisinin alanı genişlediği gibi, Tümer, tam Anelka’nın istediği türden toplar atabilen bir oyuncu. Tümer, kendi performansı gibi, Alex’in ve Anelka’nın da performansını katlayabilecek nitelikler taşıyor.
Dinamo Kiev’e karşı, Tümer’li, Alex’li, Appiah’lı, Tuncay’lı, Rüştü’lü ve ve Anelka’lı bir takımın şansı daha fazladır. Anelka, oynasın ama Anelka gibi oynasın, işte o zaman Dinamo Kiev’i bizim stadın çimlerine gömeriz.
Zor eşleşme. Şanslar şu an eşit görüntü veriyor. Göreceğiz...
Cengiz Çandar