İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - m3t3d1nh0

769
BİYOGRAFİLER / ŞEKMETİ MEHMED EFENDİ
« : 10 Haziran 2008, 09:11:52 »
ŞEKMETİ MEHMED EFENDİ

On sekizinci yüzyılda yetişmiş Edirne velîlerinden. Murâdiye Câmii hatibiydi. Doğum tarihi bilinmiyor. 1767 yılında vefât etmiş olup, türbesi Ortaçukur mahallesi Kız Türbesi sokakta ken di yaptırdığı Hatip Câmii bahçesindedir. Câmisi günümüze ulaşmamış olup türbesi de Kız Türbesi diye bilinir

770
BİYOGRAFİLER / ŞÂH VELÎ AYINTABÎ
« : 10 Haziran 2008, 09:11:40 »
ŞÂH VELÎ AYINTABÎ

Gaziantep velîlerinden. İsmi Velî, nisbesi Askerî’dir. Babasının adı Mehmed’dir. Gaziantep’in Oğuzeli ilçesine bağlı Ağaçhöyük köyünde doğdu. Doğum târihi belli değildir. Tahsil çağına geldiğinde zamânın âlimlerinden ilim öğrendikten sonra 1549 (H.956) senesinde Halvetî şeyhi Yâkûb Efendinin sohbetlerine katıldı ve talebesi oldu. Kısa zamanda tasavvufun yüksek derecelerine kavuşan Şâh Velî, hocasından icâzet, diploma aldıktan sonra insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya çalıştı. Bu arada çeşitli eserler yazdı.

Bir gün Gaziantep’in ileri gelenlerinden biri, yardımcısı ile, yolda yürürken, câminin duvarını tâmir eden Şâh Velî ile karşılaştı. O şâhıs, Şâh Velî’ye; “Hoca ikiylen nasılsın?” diye sordu. Şâh Velî de; “Üçlen iyiyim.” karşılığını verdi. O şâhıs; ”Niye er kalkmadın?” diye sorduğunda; “Er kalktım da el aldı.” cevâbını verdi. Yine o zât; “Bir kaz yollasam yolar mısın?” diye sorunca, Şâh Velî; “O işi iyi beceririm.” dedi. Vedâlaşıp ayrıldıktan sonra o zât yardımcısına; “Biz ne konuştuk?” diye sordu. Yardımcısı cevap veremedi. Bunun üzerine o zât; “Sen ki benim yardımcımsın! Bir yaşlının anladığını niçin anlamazsın. Eğer yarına kadar anlamazsan seni yardımcılıktan azl edeceğim.” dedi. Yardımcı hemen yaşlı adamı buldu ve; “Siz ne konuştunuz? Ne olur bana söyleyin. Ne isterseniz vereceğim.” dedi. Şâh Velî ondan câminin tâmir edilmesini istedikten sonra; “O, ikiylen nasılsın, diyerek yâni ayakların tutuyor mu, kendi işini kendin yapabiliyor musun demek istedi. Bense, üçlen iyiyim, diyerek o dediklerini bastonla yapabiliyorum demek istedim. O, niye er kalkmadın, yânî, neden evlenip çocuk sâhibi olmadın, şimdi onlar bu işi sana bırakmazlardı, demek istedi. Bense, er kalktım da, el aldı, diyerek evlenip çocuklarımın kız olduklarını, evlenip gittiklerini bildirdim.” dedi. Yardımcı hemen; “Ya o, bir kaz yollasam yolar mısın, diyerek ne demek istedi. Şâh Velî; “Bana acıdı ve bana yardım etmek istedi. Bu iş için de seni gönderdi.” dedi. Yardımcı bunları öğrendikten sonra câmiyi tâmir ettirdi.

Şâh Velî bâzı eserler yazmıştır. Bunlardan El-Kevâkib-ül-Mudîe fit-Tarîkat-il-Muhammediyye isimli tasavvufî eseri Ayasofya Kütüphânesi 2022 numarada kayıtlıdır. Risâlet-ül-Bedriyye fî Beyân-ı Tarîkat-il-Mardiyye isimli 1390 beyitlik manzum bir eserini 1582 senesinde yazmıştır. Diğer eserlerine kayıtlarda rastlanmamıştır.

Şâh Velî Ayıntabî’nin vefât târihi ihtilaflıdır. Bâzı kaynaklarda 1604 (H.1013), bâzılarında ise, 1591 (H.1000) senesinde vefât ettiği kayıtlıdır. Şâh Velî vefâtından sonra kendi adıyla anılan câminin bahçesine defnedildi. Kabrinin üstü açıktır. Şâhvelî Câmii, Gâziantep savunması sırasında tamâmen yıkıldı. Daha sonra torunları câmiyi ve kabrini yeniden yaptırdı.

Halk arasında ve kitaplarda Şâh Velî ile Dördüncü Murâd Han arasında geçen bâzı menkıbeler anlatılmakta ise de Dördüncü Sultan Murâd Han, Şâh Velî’nin vefâtından sonra tahta çıkmıştır. Bu sultânın III. Murad Han olması gerekir.

1) Osmanlı Müellifleri
2) Gâziantep Evliyâları; s.58
3) Gâziantep Câmileri Târihi

771
BİYOGRAFİLER / ŞA'BÂN DEDE
« : 10 Haziran 2008, 09:11:27 »
ŞA'BÂN DEDE

Anadolu'nun fethinde bulunan Selçuklu gâzi dervişlerinden. 1097'de Bizans şehirlerinden olan Lodikya'nın alınması sırasında yapılan savaşlarda şehîd olmuştur. Denizli Merkez Irlağanlı Kasabası Tekke Mevkiindeki mezarlıkta bulunan türbesi, yöre halkı tarafından ziyâret edilmektedir

772
BİYOGRAFİLER / SUMÂDÎ
« : 10 Haziran 2008, 09:11:07 »
SUMÂDÎ

Şam'da yetişen velîlerden. İsmi, İbrâhim bin Ahmed bin Dâvûd bin Müslim bin Muhammed'dir. Vâ'iz ismiyle şöhret buldu. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 1644 (H.1054) senesinde Havran'ın köylerinden Sumâdî'de vefât etti. Bâbüssagîr kabristanlığına defnedildi.

İbrâhim Sumâdî, Emevî Câmiinde imâm olup, zühd ve verâ sâhibi, âlim, fakîh, vâiz bir zât idi. Nasîhatleri, dinleyenlere tesir eder ve huşû verirdi. Zamânının büyük âlimlerinden olan Şemsüddîn Meydânî'nin derslerinde yetişti. Onun vefâtıyla,Şam müftîsi Necmüddîn-i Gazzî'ye talebe oldu. Her ikisinden çok istifâde etti. Hadîs, fıkıh ilimlerini öğrendi. Şam'da fetvâlar verdi ve ders okuttu. Emr-i bil mârûf ve nehy-i anil-münkerde bulundu. (Yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını açık ve anlaşılır olarak insanlara anlattı.) Çok kimseler kendisinden istifâde ettiler. Çok sâlih bir zât idi. Kerâmetleri görülüp, dilden dile anlatıldı.

Ahmed Meydânî dedi ki: "BirgünEmevî Câmiinde İbrâhim Sumâdî'yi gördüm. Bir çocukla ilgilendi ve yanağını tuttu. Ben bu hâli iyi görmeyip; "Âlim bir zât böyle yapar mı?" diye içimden geçirdim ve oradan ayrıldım. Gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda İbrâhim Sumâdî bir at üzerinde idi. Etrafını âlimler kuşatmıştı. Ben de elini öpmek için yaklaştım. Bana dönüp; Îtirâzından vazgeç. Allahü teâlânın sevgili kulları hakkında sû-i zanda bulunma!" buyurdu. Sabahleyin doğruca huzûruna koştum. Beni gülerek karşıladı ve; "Herhalde düşüncenden vazgeçtin" buyurdu. Îtiraf edip özür diledim."

İbrâhim Sumâdî, Allahü teâlânın sevgili bir kulu idi. Duâsı makbûldü. Allahü teâlâdan kendisine dört evlâd ihsân etmesini ve her birinin dört hak mezhepten birinde âlim kişiler olmasını diledi. Duâsı kabûl oldu. Müslim ismindeki oğlu, Mâlikî mezhebinde; Abdullah ismindeki oğlu, Hanbelî mezhebinde; Mûsâ ismindeki oğlu, Şâfiî mezhebinde; Muhammed ismindeki oğlu, Hanefî mezhebinde fazîlet sâhibi ve âlim oldular.

1) Hulâsât-ül-Eser; c.1, s.49
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.249
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.314

773
BİYOGRAFİLER / SÜVEYD SİNCÂRÎ
« : 10 Haziran 2008, 09:10:54 »
SÜVEYD SİNCÂRÎ

Büyük velîlerden. Şarkın büyük evliyâsı adıyla şöhret buldu. İsmi Süveyd Sincârî’dir. Nasrullah diyenler de vardır. Diyarbakır’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Musul’un yetmiş kilometre batısında bir kaza merkezi olan Sincar’da vefât etti. Kabr-i şerîfi orada olup, ziyâret mahallidir

Süveyd Sincârî hazretleri, Allahü teâlânın, kulları arasından seçtiği ve dilinde hikmetli sözler söylettiği ve hârikulâde hallere kavuşturduğu velî bir kuluydu. Herkes tarafından sevilip saygı ve hürmet gördü. İlim, amel, ihlâs, zühd sâhibi olup, dünyâ ve dünyâlık olan şeylerden uzak durmakta emsalsizdi. Ömrünün çoğunu Sincar ve civârında geçirdi. Çok talebe yetiştirdi. Şeyh Hasan Telaiferî, Osman bin Âşûr Sincârî ve başka âlimler ona severek talebe olmuşlar ve sohbeti ile şereflenmişlerdir.

Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri de sık sık Süveyd Sincârî’yi anıp, medhederdi.

Süveyd Sincârî hazretleri hikmetli sözleriyle güzel hal ve kerâmetleriyle tanınıp meşhur oldu.

Ebü’l-Mecd Sâlim anlatır: “Sincarlı bir adam durmadan velî ve âlimleri kötülerdi. Bir ara hastalandı. Ölüm halleri görülmeye başladı. Ona; “Kelime-i şehâdeti söyle!” dediklerinde; “Söyleyemiyorum.” dedi. Hemen Süveyd Sincârî hazretlerine koşup durumunu anlattılar. O da merhamet edip yanına geldi. Bir müddet düşündükten sonra başını kaldırıp; “Şimdi söyle!” buyurdu. Adamın dili çözüldü ve rahatça Kelime-i şehâdeti söyledi. Sonra Sincârî hazretleri; “Bu kişi Allahü teâlânın sevgili kullarına dil uzattığı, onları kötülediği için böyle bir âkıbete mâruz kaldı. Biz de Rabbimize onun hakkında şefâatte bulunduk. Bana ilham edilip; “Evliyâm râzı olursa şefâatini kabûl eder, affederim.” denildi. Bunun üzerine Ma’rûf-i Kerhî, Sırrî-yi Sekâtî, Cüneyd-i Bağdâdî, Şiblî ve Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine onu arz edip bağışlamalarını ricâ ettim. Hepsi affettiler. Ancak, ondan sonra dili çözülüp şehâdet kelimesini söyleyebildi.” buyurdu.

Osman Sincârî anlatır: “Hocam Süveyd Sincârî ile Sincar’da bir sokakta giderdik. Hocam bir adamın bir kadına dikkatli bir şekilde baktığını gördü. Adam gözü ve gönlü ile ona yönelmişti. Hocam ona yaklaşıp haram olan bu işi yapmamasını bildirdi. Lâkin adam bundan vazgeçmedi. Hocam o zaman; “Yâ Rabbî! Bunun bakışını al. Tâ ki bir daha nâmahreme, yabancı kadınlara bakmasın.” buyurdu. O sırada adamın gözleri görmez oldu. Aradan bir hafta geçtikten sonra o kişi Süveyd hazretlerinin dergâhına gelip tövbe ve istiğfâr ederek günâh işlediğine pişman olduğunu bildirdi. Gözlerinin açılması için duâ ricâ etti. Süveyd hazretleri ellerini açıp; “Yâ Rabbî! Bunun görür hâle gelmesini nasîb eyle. Zîrâ o, tövbe ve istiğfâr etti. Zâtına karşı özür diledi.” buyurdu. Bunun üzerine o kişinin gözleri görmeye başladı. Sonradan o kişinin gözü harama değse derhal gözleri görmez olur, haramdan uzak dursa görür hâle gelirdi.”

Süveyd Sincârî hazretleri bir mescidde ibâdetle meşgûldü. O sırada içeri bir âmâ girdi. Kıbleyi bilemeyip ters yöne namaza durdu. O zaman Sincârî hazretleri; “Yâ Rabbî! Bu kulunun gözünü nûrun ile aydınlat.” buyurdu. Allahü teâlâ bu hâlis duâyı kabûl edip derhal o kişinin gözleri görmeye başladı. O kişi, gözlerinin açıldığını anlayınca çok sevindi ve yirmi sene daha yaşadı. Gözlerine hiç zarar gelmedi.

Bir gün Süveyd hazretlerinin yolu bir yerdeki hastaya uğradı. Oradaki bütün doktorlar onun derdine çâre olacak bir ilaç bulamadılar. Bunun üzerine Süveyd hazretleri; “Yâ Rabbî! Sen bu kuluna lutfedip şifâ ihsân eyle.” diye duâ etti. Derhal o mecnûn kişi hastalıktan kurtuldu. Sonra da şifâ nîmetine şükredip hak yola hizmet etti.

Abdullah bin Ahmed anlatır: Sultan Sincar’a Şeyh Süveyd hazretlerini gammazlayıp, aleyhinde konuştular. Bunun üzerine Sultan Sincar onun huzûruna getirilmesini emretti. Süveyd hazretlerinin talebeleri bunu duyunca çok korktular. Sultanın ona bir zarar vermesinden çekindiler. Süveyd hazretleri talebelerine; “Korkmayn. O bize zarar veremez.” buyurdu. Doğruca hazırlığını yapıp Sultanın kapısına vardı. O sırada Sultan şiddetli bir kulunca tutuldu. Sultanın bu rahatsızlıktan aklı başından gidecek şekildeydi. Benzi solmuştu. Onun bu hâlini görenler; “Bu belâ değildir. Ancak Süveyd hazretlerinin bedduâsı olsa gerektir.” dediler. Hemen oradakiler Süveyd hazretlerini karşılayıp durumu bildirdiler ve; “Sultanın şifâ bulması için duâ temennî ettiler. Süveyd hazretleri de Allahü teâlâya duâ etti. Ellerini yüzüne sürdüğünde Sultanın, kuluncu bıçak gibi kesilip, ağrıları yok oldu. Sultan Sencer durumu anlayınca, Süveyd hazretleri hakkındaki kötü zandan vazgeçip kendisinden af diledi ve sevenlerinden oldu.

İKİ REKAT NAMAZ

Ahmed bin Hâmid Sincârî anlatır:

Süveyd Sincârî hazretleriyle bir yıl hacca gittik. Çölde giderken su bulamadık. Çok şiddetli susuzlukla karşı karşıya kaldık. Ölmeye az bir şey kalmıştı. Süveyd hazretleri yanımızdan biraz ayrılıp az ileride iki rekat namaz kıldı. Ben de onun gibi yaptım. Namazdan sonra ellerini açıp duâ etti. Sonra yanında bulunan sert bir kaya parçasına ellerini dokundurdu. Hemen ondan bir su fışkırdı. Çok lezzetliydi. Mübârek elleriyle bana su verdi. İçtim, susuzluğum tamâmen geçti. Süveyd hazretleri de içti. Sonra elleriyle yine o taşa mesh edip dokundular. Hemen önceki hâle döndü. Ondan sonra tam yedi gün hiçbir şey yemedik. Aslâ açlık hissi duymadık.

1) Menâkıbü’l-Ârifîn Kerâmât-il-Kâmilîn, Üniversite Kütüphânesi, No: 558, v.189
2) Kalâid-ül-Cevâhir; s.114
3) Tabakât-ül-Kübrâ
4) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ

774
BİYOGRAFİLER / SÜNBÜL SİNÂN EFENDİ
« : 10 Haziran 2008, 09:10:35 »
SÜNBÜL SİNÂN EFENDİ

İstanbul’un büyük velîlerinden. İsmi Yûsuf bin Ali’dir. Dedesine Kaya Bey derlerdi. Lakabı Sinânüddîn ve Zeynüddîn’dir. Sünbül Sinân diye şöhret buldu. Zamânının büyüklerinden oldu.

Merzifon’da 1452 (H.856) yılında doğan Sünbül Sinân, bülûğ çağına kadar Isparta’nın Borlu kasabasında ilim tahsîl etti. Oradan İstanbul’a geldi. Fâtih Sultan Mehmed Hân ve Sultan İkinci Bâyezîd Hân devrinin meşhûr âlim ve velîlerinden olan Efdalzâde Hamîdüddîn Efendiden ders aldı. Ayrıca Çelebi Halîfe ismi ile şöhret bulan Muhammed Cemâleddîn Efendinin de derslerine katılmak istedi. Sultan İkinci Bâyezîd Hânın da hocası olan Çelebi Halîfe, o sırada Vezîr-i âzam Koca Mustafa Paşa’nın Yedikule’de yaptırdığı dergâhın hocalığını yapıyordu. Sünbül Sinân, Çelebi Halîfe’nin huzûruna gelip talebesi olmak istediğini bildirdi. Çelebi Halîfe kabûl buyurunca, ondan ilim öğrenmeye feyz ve teveccühlerine kavuşarak kemâle gelip olgunlaşmaya başladı.

Sünbül Sinân bir gece rüyâsında, bir kuyu gördü. Kuyunun başı çok kalabalıktı. Herkes su almak için uğraşıyordu. Kuyunun suyu çok derindeydi ve azdı. Bu sebeple suyu çıkarmak zor oluyordu. İnsanlar böyle su almak için uğraşıp dururken, Sünbül Sinân kalabalığın arasına karışarak, kuyunun yanına geldi. Gelir gelmez, kuyunun suları ağzına kadar yükselip çoğaldı. Hem kendisi, hem de etrâfındakiler kolayca sularını doldurdular ve bol suya kavuştular. Sabahleyin rüyâsını, hocası Çelebi Halîfe’ye anlattı. O da; “Ey Sünbül Sinân! Senin gönlünün, ilâhî feyzlerle dolu olduğu görülüyor. Böyle bir kalbe sâhib olduğun hâlde, kendindeki bu feyzleri neden etrâfa saçmıyorsun?” diyerek, Sünbül Sinân’ı kucaklayıp alnından öptü. Sonra da; “Ey Sinân! Senin kalbin, Allahü teâlânın muhabbetiyle doludur.” buyurdu. Bu hâdiseden sonra, Sünbül Sinân vazifesine daha çok ve sıkı sarıldı. Nefsini terbiye etmek için riyâzet ve mücâhedeye girişti. Nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapmaya başladı. Çelebi Halîfe onu sık sık odasına çağırır, başbaşa sohbetlerde bulunurdu. Sünbül Sinân’a bol bol teveccüh eder, kalbinde bulunan feyzleri, onun kalbine akıtırdı. Zâhirî ilimlerde de bildiği ne varsa, hepsini Sünbül Sinân’a öğreterek, halîfesi olacak şekilde yetiştirdi. Bu bilgileri pekiştirmesi için Sünbül Sinân’ı Mısır’a gönderdi. Sünbül Sinân, Mısır halkına Ehl-i Sünnet îtikâdını bildirmek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmek üzere emredilen yere gitti.

Mısır hükümdârı Kaçmaz Sultan, Sünbül Sinân hazretlerine büyük hürmet gösterdi. Kendi yaptırdığı câmide, halkı irşâd etme, hak ve hakikati anlatma vazifesi verdi. Mısır ulemâsı ve evliyâsı, Sünbül Sinân’ın yaptığı sohbetlerden, onun büyük bir âlim ve velî olduğunu anladılar. İlmine hayran kaldılar. Kur’ân-ı kerîme, sünnet-i seniyyeye olan bağlılığını, âlimlerin ictihâdlarına uymaktaki gayretini pek beğendiler. Bu sebeple ona saygı ve hürmette kusûr etmemeye âzamî gayret gösterdiler.

Sünbül Sinân, Mısır’da insanlara üç yıl kadar dînin emir ve yasaklarını öğretti. Hasta kalblere, irfân pınarlarından şifâlar sundu. Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği feyz ve bereketlerden, onları da hissedâr etti. Başta hükümdâr olmak üzere, bütün Mısırlılar onu çok sevdiler. Bu sırada İstanbul'da bulunan hocası Çelebi Halîfe’den bir mektub aldı. Mektubunda, bu sene hacca gitmek üzere yola çıktığını, Şam’dan Mekke-i mükerremeye giden yol güzergâhını tâkib edeceğini yazıyordu. Bu hac yolculuğuna, Sünbül Sinân’ın da iştirâk etmesini arzu ediyordu. O sene İstanbul'da büyük bir zelzele olmuştu. Zelzeleyi tâkiben de tâûn, vebâ hastalığı baş göstermişti. Bu hastalıktan yüzlerce İstanbullu ölmüştü. Bu derdin bir çâresi olarak, Pâdişâh İkinci Bâyezîd Hân, Çelebi Halîfe’nin Mekke-i mükerremeye gidip, bu derdin üzerlerinden kaldırılması için duâ etmesini ricâ etti. Çelebi Halîfe de hazırlıklarını yapıp, hacca gitmek üzere yola çıktı. Üsküdâr’ı geçtiğinde, Allahü teâlânın izniyle vebâ salgını âniden durdu, eseri bile kalmadı. Buna Pâdişâh çok memnûn oldu ve Çelebi Halîfe’ye; “Gitmenize lüzûm kalmamıştır. İsterseniz geri dönebilirsiniz.” buyurdu. Çelebi Halîfe de; “Sultânım! Mâdem ki, bu hayırlı yolculuğa niyet ettik, bu hac vazifemizi yapıp, Devlet-i Âliyye-i Osmâniye’nin selâmeti için duâ ve niyazda bulunalım. Allahü teâlânın, siz sultânımıza hayırlı uzun ömürler ihsân etmesi için yalvaralım.” dedi. Sultânın müsâadesiyle yola çıktı.

Sünbül Sinân, mektubu alır almaz; “Allahü teâlânın bütün işleri hikmetlidir. Kimbilir bu yolculukta ne hikmetler gizlidir.” diyerek, hazırlıklarını yapıp Mısırlılarla helâllaştı. O sene hacca gideceklerle yola çıktı. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i mükerremeye vardılar. Sünbül Sinân hac vazifesini yaparken, İstanbul’dan gelen hacılarla görüştü. Onlar, Şam’dan dokuz konak mesâfede Tebük veya Hasâ korusunun olduğu yere geldiklerinde, Çelebi Halîfe’nin vefât ettiğini söylediler. Bir de vasiyeti olduğunu ve; “Bu vasiyeti Sünbül Sinân’a veriniz” diye emrettiğini bildirdiler. Sünbül Sinân hazretleri, hocası Çelebi Halîfe Muhammed Cemâleddîn Efendinin vefâtına çok üzüldü. Kur’ân-ı kerîm hatmi ve Hatm-i tehlîl (yetmiş bin defâ Kelime-i tevhîd) okuyarak hocasının rûh-i şerîflerine gönderdi. Sünbül Sinân, hocasının vasiyetinde şöyle buyurduğunu gördü: 1- Kendisinin Kâbe-i muazzamaya gidecek hacıların yolu üzerine defnedilmesini, 2- Sünbül Sinân’ın İstanbul’a gidip, Kocamustafapaşa’daki dergâhında talebelere ders vermeye başlamasını, 3- Sünbül Sinân’ın, kızı Safiye Hâtun ile evlenmesini istiyordu. Sünbül Sinân Hac vazifesini tamamladıktan sonra, bu vasiyeti yerine getirmek üzere İstanbul’a hareket etti.

Daha önce giden hacılar tarafından, Çelebi Halîfe’nin vefât ettiği ve Sünbül Sinân Efendiyi yerine halîfe bıraktığı haberi İstanbul’a gitmişti. İstanbullular, Sünbül Sinân’ı büyük bir kalabalık hâlinde karşıladılar. Kocamustafapaşa’daki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmetle bağlandılar. Sünbül Sinân, burada, talebelerini yetiştirmek için elinden gelen bütün gayretini gösterdi. Onların, nefslerini terbiye etmek ve tasavvufta üstün derecelere vâsıl olmaları için çok çalıştı. Bu şekilde binlerce talebe yetiştirdi. Talebeyi yetiştirmekte çok dikkat ve îtinâ gösterirdi. Huzûruna gelip de istiyeni boş göndermezdi. Talebelerinin içinde Merkez Efendiyi çok severdi. Onu, teveccühleri ile yetiştirip, olgunlaştırdı. Ona kızını vererek, kendisine dâmâd eyledi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, otuz yedi yıl İstanbullulara duyurdu. Pâdişâhlar dahi Sünbül Sinân hazretlerinin huzûruna gelir, onun feyz ve bereketlerinden istifâdeye çalışırlardı. Sünbül Sinân, Cumâ günü ve kıymetli gecelerde, İstanbul’un büyük câmilerinde vâz ve nasîhatlerde bulunurdu.

Şeyh Yâkûb anlattı: “Sünbül Efendi, talebelerin mücâhededeki yâni nefsin istemediklerini yapmadaki tenbelliğini görünce; “Biz on sekiz yıl sırtımızı yere koymadık ve bir yere de dayamadık. Tehiyyata oturduğumuz gibi oturarak uyurduk.” buyurdu.

Habîb Kâsımoğlu Ali; “Şeyh Sünbül Efendi, zamânımızın Cüneyd’idir. Onun zamânına erişmemiz, bizim için büyük bir nîmettir” derdi.

Osmanlı İmparatorluğunun en büyük şeyhülislâmlarından Ahmed ibni Kemâlpaşa, Sünbül Sinân’a büyük bir hürmet gösterir, geldiği zaman, kendisini en üst tarafa oturturdu.

Muhammed Çelebi isminde bir talebesi anlattı: “Sünbülî tarîkatının şeyhi olan Sünbül Sinân hazretlerine talebe olmuştum. Dergâhında bulunuyor, onun hizmetiyle şerefleniyordum. Bir gün kendisinden izin alarak Gelibolu'ya gitmiştim. Orada bir haram işleme durumu ile karşı karşıya kalmıştım, nefsim harama meyletti. Tam onu işlemek üzere idim ki, yanımda hocam Sünbül Sinân’ı gördüm. Onu görür görmez, utancımdan kıpkırmızı oldum. Ne yapacağımı şaşırmış bir hâlde haramdan uzaklaştım. Bir gemiye binerek İstanbul’a geldim. Hemen dergâha koştum. Hocam Sünbül Sinân ile kapıda karşılaştım. Beni görünce; “Ey Çelebi! Sen mürşid-i kâmili ne zannedersin? O, talebesini gözetmez ise, şeytan ve nefs, onu hevâsına uydurup helâk eder, çabucak tövbe-i nasûh eyle. Bir daha da böyle işleri yapmaya kalkma." buyurdu. Bundan böyle nerede bir haram ile karşılaşsam, hemen hocam hatırıma gelir, onun himmeti bereketi ile haramlar gözüme çok kötü hâlde görünürdü.”

Osmanlı Pâdişâhı Yavuz Sultan Selim Hân, Şâh İsmâil’i Çaldıran’da mağlûb ettikten sonra, Mısır’ı fethetmek üzere yola çıktı. Şam’a geldiğinde, Mısır’ın fethinin kendisine nasîb olup olamıyacağı düşüncesi zihnini kurcalıyordu. Bunu çok sevdiği Hasan Can’a anlattıktan sonra; “Bizi bu hususta ferahlatacak, Allahü teâlânın dostlarından bir velî varsa, ona niyetimizi anlatalım. Aceb ne buyuracaktır, merâk eder dururum.” buyurdu. Hasan Can da; “Devletlü Sultânım! Emevî Câmiinin bir köşesinde, sabah akşam Allahü teâlâyı zikreden bir derviş var. Belki sizin meselenizi halleder.” dedi. Bunun üzerine Sultan Selim Hân, sabahın erken saatlerinde câmiye gitti. Târif edilen bu zâtı, Allahü teâlâyı zikreder buldu. Yanına varıp selâm verdi. Selim Hân daha bir şey sormadan; “Ey muzaffer Sultan! İnşâallahü teâlâ, cenâb-ı Hak Mısır’ın fethini sana müyesser edecektir. Allahü teâlânın bütün sevdikleri seninle berâberdir. Allahü teâlâ muînin, yardımcın olsun. Mısır’ın fethinden sonra İstanbul’a döndüğünde, oradaki Sünbül Sinân'dan gâfil olma sakın!” dedi. Yavuz Sultan Selim Hân, bu müjdeye ziyâdesiyle memnun oldu. Şükür secdesine kapandı.

Sünbül Sinân hazretleri, 1529 (H.936) senesinde Allahü teâlânın izni ile vefâtının yaklaştığını anlayarak, dostlarıyla ve talebeleriyle vedâlaştı, helâlleşti. Talebeleri başucunda, Kur’ân-ı kerîmden Yâsîn-i şerîf sûresini okudular. Sünbül Sinân Efendi, son nefesinde Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti. Vefât ettiğinde seksen yaşındaydı. Kabrini, Kocamustafapaşa’daki dergâhının ortasına kazdılar. Cenâzesini Fâtih Câmiine getirdiler. Âlimler, velîler, devlet erkânı ve binlerce İstanbullu, cenâze namazını Şeyhulislâm Ahmed ibni Kemâl Paşa'nın imâmetinde kıldılar. Sonra tekrar cenâzesini dergâhına getirdiler. Şimdi de mevcud olan türbesine defnettiler. O zamandan beri, binlerce âşığı ziyâret ederek, onun feyz ve bereketlerine kavuşmaktadır.

Ahmed ibni Kemâl Paşa’nın, onun hakkında yazdığı manzûme, türbesi dışındaki çini üzerine işlenmiştir. Çini üzerinde şunlar okunmaktadır:

Pîşvây-ı sâhib-i ehl-i edeb,
Muktedâ-i tâlib-i Rûm-u -Areb,

Rehber-i ehl-i tarîk-ı Halvetî,
Ebülvefâ kim şeyh Sünbül’dür lakab.

Mülk-i fânîden bekâ iklimine,
Gitti tevhîd ede o şirin leb,

Eyledi şehr-i Muharrem’de sefer,
Leylet-ül-isneynde ol zünneseb.

Ağladı ol gün yolup saçın başın,
Döktü gözler yaşın her İbn-ü-eb.

N’ola münkir dökmese gözyaşını,
Senki hardan çıkar mı şu aceb.

Yerde gökte kamu ins-ü-melek,
Cem olup kıldı namazın bîtab,

Hâtif-ü-gaybî dedi târihini,
Nûr ola Sünbül Sinân’ın kabri hep.

Sünbül Sinân’ın vefâtından sonra, talebeleri okutmak üzere dâmâdı Merkez Efendi yerine geçti.

Sünbül Sinân hazretlerinin söylediği bir kıt’a şudur:

Sarây-ı vahdet olmuşken makâmım,
Bu kesret âlemin seyrâna geldim.
Çü birdir Sünbülî mârûfü ârif,
Edip dâvâ, deme irfâna geldim.

Sünbül Sinân hazretlerinin, Sünbülî tarîkatının usûl ve erkânı hakkında yazdığı Risâlet-ül-Etvâr adlı eserinden başka, Risâle-i Tahkîkiyye adlı bir eseri daha vardır.

MOLLA HABİB

Maksûd Dede anlattı: “Tokat’ta sanat ehli bir kimse idim. Kendi işimle uğraşır, kimsenin işine karışmazdım. Bir Cumâ günü Tokatlılar acele ile Büyük Câmiye doğru koşuyorlardı. Birine; “Böyle hızlı hızlı gitmenizin sebebi nedir?” diye sordum. “Bugün büyük bir velînin Büyük Câmi’de vâz vereceğini duyduk. Onun için acele ediyoruz.” dedi. Hemen hazırlığımı yapıp câmiye koştum. O mübârek zâtın nasîhatleri kalbime öyle tesir etti ki, o andan îtibâren talebesi olmağa karar verdim. Vâzından sonra yanına yaklaştım, elini öptüm ve; “Efendim! Zât-ı âlinizin talebesi olmakla şereflenmek istiyorum. Lütfen kabûl buyurmanızı istirhâm ediyorum” dedim. Bana; “Seni yetiştirecek bir velî, daha bu ilmi öğretmeye başlamadı.” buyurdu. Yanından ayrıldıktan sonra etraftakilere; “Bu zâtın ismi nedir?” diye sordum. “Molla Habîb’dir.” dediler. Aradan on beş yıl geçti. İstanbul’a gittim. İstanbul’da çeşitli yerlerde on beş sene daha çalıştım. Bir Cumâ günü Ayasofya Câmiine gitmiştim. Biri vâz ediyordu. Sözlerinden çok etkilendim. Kalbimden geçen pekçok suâllerimi cevaplandırdı. Onu dinlemekle bütün endişelerimden kurtuldum. Kalbimi bir nûrun doldurduğunu hissettim. Etrâfımdakilere; “Bu vâzı kim yapıyor?” diye sorunca; “Sünbül Sinân hazretleri” dediler. Vâz bitince hocanın huzûr-i şerîfine varıp elini öptüm. Daha bir şey söylemeden; “Tokat’ta, Molla Habîb’in eline yapıştığın zaman, onun sana söylediklerini hatırlıyor musun?” diye sordu. O anda hayretten dona kaldım. Bundan tam otuz sene öncesini soruyordu. “Efendim! Bunu size kim söyledi?” diye sordum. O da; “Allahü teâlânın yolunda olanlara bunları bilmek güç değildir. Fakat asıl maksad Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktır.” buyurdu. Beni talebeliğe kabûl etti. Kısa zamanda teveccühlerine kavuşup, halîfesi olmakla şereflendim. Beni Rumeliye göndererek, insanlara dîni öğretmekle vazifelendirdi. Oradaki insanlara Sünbülî tarîkatını öğretecek, hak yolu bildirecektim. Hazırlığımı yaparak Hayrabolu kasabasına gittim. Câmiye gidip iki rekat namaz kıldıktan sonra, câmiye bir genç girdi ve; “Hoş geldiniz, safâlar getirdiniz Maksûd Dede!” deyiverdi. Hayret etmiştim. Burası hiç gelmediğim bir yerdi. Beni nereden tanıyordu. Sordum; “Ey delikanlı! İsmimin Maksûd olduğunu nereden biliyorsun?” dedim. Cevap olarak; “Ben aslında iyi bir kimsenin oğlu idim. Babam vefât ettiğinde küçüktüm. Birkaç arkadaşımla Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit ilimlerde mârifet sâhibi olmak için seyahate çıkmak istedik. O sırada babamın arkadaşlarından biri bana nasîhat etti ve bu iş için istihâre yapmamı tavsiye etti. O gün istihâre namazı kıldım ve duâ ettim. Yattıktan sonra rüyâmda, nûr yüzlü bir ihtiyar gördüm. Bana; “Filân gün câmiye şu kıyâfette bir kimse gelecektir. İsmi Maksûd Dede’dir. Ona yardımcı ol, emrine uygun hareket et!” diye buyurdu. Bu sebeple buraya geldim. Bütün emirlerinize âmâdeyim.” dedi. “Rüyâda gördüğün nûr yüzlü kimseyi bana târif edebilir misin?” dedim. Târif etti, aynen hocam Sünbül Sinân’ın şemâline uyuyordu. Meğer o gece rüyâda, o gence benim geleceğimi bildiren hocammış.”

1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.371
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; 49 Baskı s.1146
3) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.232
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.350
5) Tezkiret-ül-Halvetiyye
6) Lemezât

775
MeTe_DiNHo'nun 2.HAFTA RAPOR YERİ İKİNCİ MESAJDA YAZILACAK

1.HAFTA RAPOR YERİ YARIN SABAH ( 11 HAZİRAN 2008 ) PAZARTESİ GÜNÜNDE BAŞLAYACAK VE

18HAZİRAN 2008 PAZARTESİ GÜNÜNDE SONA ERECEK

777
ŞİKAYET VE ÖNERİLER / KONU KASMA YARIŞMALARI
« : 08 Haziran 2008, 08:09:49 »
KONU KASMA YARIŞMALARI AÇALIM YADA 2 KİŞİ LİK OLSUN BİRBİRLERİNE MEYDAN OKUSUNLAR

778
FORUM OYUNLARI / ŞUAN NE İÇİYORSUNUZ...
« : 07 Haziran 2008, 15:25:42 »
VALLA BEN ANANAS SUYU İÇİORDUM TADINA Bİ BAKTIM :( İĞRENÇ TAVSİYE ETMEM

779
GERİ DÖNÜŞÜM KUTUSU / Karikatür ARşivi
« : 07 Haziran 2008, 13:07:36 »

780
OFFC 255 / !!! D€W F1N4L !!!
« : 07 Haziran 2008, 12:41:18 »
 

KİBRİT - YUSUF1993